Geçen hafta Kıbrıs Rum tarafından yapılan bir ankete göre Rumların yüzde 87,2’si, 1974 Barış harekatı ile ilgili olarak Türk devletinin tazminat ödemesi gerektiğini düşünüyormuş.

Buna tam da “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” demek gerekiyor.

Sen 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyetini, adayı Yunanistan’a bağlamak için yık.

21 Aralık 1963 gecesi Kıbrıslı Türklere silahlı saldırıda bulun.

1963-1974 yılları arasında Kıbrıslı Türklere soykırım uygula.

15 Temmuz 1974 tarihinde adayı Yunanistan’a bağlamak için darbe yap, Makarios’u devir.

Fırsattan istifade Makarios’çuları ve AKEL’ci komünistleri topluca kurşuna diz, infaz et.

17 Temmuz 1974 tarihinde “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan et ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin statüsünü boz.

18 Temmuz 1974m günü devrik Cumhurbaşkanı Makarios, New York’ta BM Güvenlik Konseyinde konuşma yapsın ve Kıbrıs adası Yunanistan tarafından işgal edilmiştir desin.

20 Temmuz 1974 sabahı. Adanın statüsünün bozulması nedeni ile 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası EK I, Madde 4 uyarınca garantör olarak adaya askeri müdahalede bulunsun.

Sen bozulan düzeni yerine koymamak ve 4 Mart 1964 tarihli BM Güvenlik Konseyi’nin 541 no.lu kararının arkasına saklanıp 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti statüsünü iade etmemek için 43 yıl müzakereleri sürüncemede bırak.

Sonra da Türkiye’den utanmadan, sıkılmadan savaş tazminatı istemeye hazırlan. 

Sanırım Rumlar akıllarını peynir ekmekle yemişler. Bunun başka türlü bir izahı olamaz.

***

İkinci Barış Harekatının son günü olan 16 Ağustos 1974`den beridir Kıbrıs adasında bir tek kurşun atılmadı. Bunun nedeni adaya barışın gelmiş olması değil, Rum Milli Muhafız Ordusundan (RMMO) çok daha güçlü olan ve dünyanın dördüncü büyük ve güçlü ordusu olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK)  bir parçası olan Türk Barış Kuvvetlerinin (TBK)  adadaki varlığıdır.

Benim yarım asırdan fazla bir zamandır yakından tanıdığım Rumlar, İkinci Barış Harekatından bu güne kadar geçen zaman dilimi içerisinde kendilerini güçlü hissetmiş olsalardı, hiç bir anlaşmayı, hiç bir uluslararası kuralı dikkate almaz, hayali bir gerekçe yaratıp Kıbrıslı Türklere saldırır, katliamlar yapar, arkasından da 21 Aralık 1963 ' de yaptıkları gibi "Türkler isyan etti " deyip birde üste çıkarlardı.

Ama adada TSK'nın varlığı, gücü ve 1974 yılında ortaya koyduğu muharebe yeteneği Rumları bir maceraya atılmaktan şimdiye dek korudu. Zaman zaman megalomani yani büyüklük kompleksinde kapılırlar ve 15 Mayıs 1919'da yaptıkları gibi Ankara'ya kadar Anadolu'nun batı yarısını fethetmek gibi hayallere kapılırlar veya da 1974 yılında yaptıkları gibi Türkiye'yi ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti üzerinde Türkiye'nin garantörlüğünü yok sayıp adada Kıbrıs Helen Cumhuriyetini ilan ederler ve Yunanistan'a ilhak olduklarını açıklarlar.

Rum'dur bunlar, herşey beklenir kendilerinden.

16 Ağustos 1974 günü, İkinci Barış Harekatı'nın başlamasından yaklaşık 60 saat sonra, New York ile aramızdaki saat farkından olsa gerek, akşam üstü BM Güvenlik Konseyi

Ateş Kes çağrısı yaptı ve Türk Ordusu ilerlemeyi, RMMO'da kaçmayı durdurdu. Maraşlı Rumlar da, Türk Ordusu'nun korkusundan bir gün evvelsinden boşalttıkları şehre, bir gecede sınırlar belirginleşmiş olduğundan ateşkesten sonra geri dönemediler.

Türk Barış Kuvvetlerinin adadaki varlığı S.O.F.A.'ya (Status Of Forces Agreement) yani Askeri Güçlerin Statüsü Antlaşması'na göre yasal konumda ve Kıbrıs Adasında yaşayan iki ana halk olan Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar arasında bir Barış Antlaşması imzalanmadan da sona ermeyecek veya da farklı bir statüye dönüşmeyecek.

S.O.F.A.'nın birçok kişi tarafından bilinmeyen bir sonucu da, aynen II.  Dünya Savaşında Fransız Vichy Hükümetinin Alman ordularının tüm masraflarını ödediği gibi barış antlaşması sonrasında ortaya çıkacak yeni devletin veya da antlaşma olmazsa Kıbrıslı Rumların, 20 Temmuz 1974 tarihinde adanın Rumlar tarafından bozulan statüsünü 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası Ek I. Madde 4'e göre yerine tekrardan koymak için müdahale eden ve o günden sonra da adada varlığını sürdürmek zorunda kalan Türk Barış Kuvvetlerinin,  Ateşkes Antlaşması imzalanana dek yaptığı tüm masrafları ödemek zorunda olduğudur.

Bunu ben iddia etmiyorum, içtihat haline dönüşmüş uluslararası kurallar söylemekte.

Tüm bu gerçeklikler huzurunda, savaş tazminatı ödeyecek birileri varsa, onlar da Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan’dır.

Zaten zamanı gelince bu tazminatlar da kendilerinden istenecek.