Uyudular...

Uzun, soluksuz, göz açıp kapama hızında geçen bir uyku idi kadın için.  Gözlerini açtığında cenneti görür gibi derinlerinde ferahlama yayıldı varlığına ruhunun aynasını görünce. Işıl ışıl bir çift göz, içinde her anlamı barındıran o can suyu tebessüm. Huzura balıklama dalmak gibiydi. Belki saatlerce sadece birbirlerini seyrettiler belki saniyelerce; zaman durmuştu çünkü. Her şey hem ışıktan hızlı akıyordu hem de her saniye bir ömre bedel yavaşlıktaydı.

Hangi aşamasındaydı yolun? Hangi basamağında aşkın?

Dünyadan kendine mi bakıyordu?

Yoksa kendinden dünyaya mı?

'Kahve içelim mi?`dedi usulca ve gülümsemeyi evet olarak alarak kalktı, kahve yapmaya gitti.
Düşünceler deryasında yalınayak gezintiye dalmışken ensesinde hissettiği o sıcacık nefes ve iyi ki varsın dedirten sarılmayla alelacele döndü olduğu ana.
`Özledim` dedi adam usulca. `Kokunu özledim`.
O halde kaldılar, kahvenin kıvamına sevgilerini katarak yaptılar ve cennetim dedikleri bahçeye çıktılar.
Yaşanmış gecenin derinliğini ele veren tüm izler hala sabitti bahçede. Battaniyeler, şarap kadehleri, mumlar...
Birbirlerine bakıp gülümsediler yaramaz çocuklar gibi.

Susarak ve ara ara birbirlerine dalarak yudumladılar kahvelerini ve adam ikinci kahveleri yapıp getirdiğinde gün neredeyse öğlene gelmişti ama ikisininde bu durağanlığı bozmaya niyeti yoktu.

Dinginlik uzun zamandır ikisinide böyle güzel yakışmamıştı sanki. Böyle ışıl ışıl ortaya sermemişti ruhlarını birbirlerinin gözlerinde.

Uzun zamandır özledikleri güneşin sıcaklığında gözleri kapalı uzanırken ikiside ruhları bazen yanyana bazen aynı yolda, bazen uzaktan bakarak birbirlerine gezindiler durdular evrenin uçsuz bucaksız boşluğunda.

Ayrı kalamayacak kadar uzun zamandır arıyorlardı birbirlerini. Ayrı hayatları yaşayıp, farklı acılardan geçerek aynılığa varmanın ruhsal temizliği sarmıştı varlıklarını. Susmanın gizindeki öz buydu aslında. Her biri ayrı hayatlarda aynı gökyüzününde gezinmişlerdi yıllar denilen zaman dilimlerinde. Farklı tenlerde, farklı sofralarda, sokaklarda, odalarda aynılaşmışlardı. Yaşanmışlık aynı yola getirmek içinse ruhları geçilen yollarda yaşananlar acılıktan çok minnet duygusu yaratıyordu. Nasıl gelindiği değil gelinmiş olmasıydı olması gereken yere. Ve bu bir teşekkürüydü evrenin ruhsal varışa.


“Herşeyin bir yeri vardı hayatta, bir düzeni, bir anlamı; olması gerekenler, çözülmesi gereken, her sorunun cevabı belliydi ego ile eğitilmiş kör olmuş gönüllerde. 


Öylece akarsın bazen.


Susulanlara söz olur çağıl çağıl akarsın ruhum başkasının bedeninde seyyah olmuşken; gülüşünün altını gözünün pınarı olursun.


Suskularda çoğalır, nefes alışlarda doğarsın.


Olduğunda her şey tek, sen sen olursun.


Susmazlıklarda susarsın. Söz olur akarsın aynası olduğun o ruhsal tanışmışlıkta.


Ben gördüğümü bilirim, gösterileni değil.


Ben duyduğumu, bilirim söyleneni değil.


Aşk bildiğim bildiğimde eririm benlik denilende değil. Tekte çok, çokta tek oldukça; varlıkta yokluğa ererim önünde eğildiğim aşkın. 


Yar deyince yarenin yarası sızlarmış diyarlıktan...


Yarımsin..." deyip gözlerini açtığında kadın, adamın gözleri ağlamaktan yorulmuştu.


Birbirlerine sarılıp ruhsallıkla sonsuzluğa saldılar tüm kaybolmuşlukları.