Sevgili okurlar,

 

Bu haftaki yazımda, son günlerde manşetlerde okuduğumuz, TV’de izlediğimiz büyük oyuncu Robin Williams’ın ölümü ile ilgili görüşlerimi sizlere aktarmak istiyorum. 

 

Dünyaca ünlü, Oscar ödüllü oyuncu Robin Williams’ın ölümü, dünyanın her yerinde izleyicilerini üzdü. Ancak, üzmekle kalmadı, oyuncunun ölümünün intihar olması hepimizi şaşırttı ve düşündürdü...

 

Bu konu ile ilgili bazı noktaları sizinle paylaşmak istiyorum.

Öncelikle, Robin Williams gibi, dünyaca ünlü bir aktörü bu şekilde bir sonuca sürükleyen ilk sebebin depresyon olduğunu öğrendik. Sanatçının bir süredir, depresyon ile mücadele yolculuğunda olduğunu öğrendik..Peki gelin biraz daha derinden bakalım neler hissetmiş olabileceğine Williams’ın..

 

Depresyon, en basit açıklamaları ile, hayattan zevk alamama, ümitsizlik ve yanlızlık duygusu ile dolup taşmak olarak açıklanabilir..


Psychology Today dergisinden, Mark Glouston bir yazısında, depresyonda olan kişiyi intihara sürükleyebilecek en önemli etkenlerden bazılarını şu şekilde sıralamış: Ümitsizlik, değersizlik, işe yarama duygusu, çaresizlik, anlamsızlık ve amaçsızlık...

 

Eğer bu hislerden bazılarını ya da birçoğunu hissediyorsanız, hayata bakışınızda biran önce başınızı alıp gitmek olabilir, yani kendinizi ölüme yakın hissedebilirsiniz.

 

Glouston, aynı yazısında, bu durumdaki kişiler için yapabileceğimiz ilk önemli adımın, onları dinlemek olduğunu ifade ediyor.  Gerçekten de bir psikolog olarak dinlemenin öneminin ne kadar fazla olduğunu elbette bilmekteyim. Ancak sanırım bu konuda hepimizin, çevremizdeki kişilerin, ruhsal sağlıkları ile ilgilenmemiz, herhangi bir olumsuzluk hissettiğimizde ise, önce onları yargılamadan dinlememiz gereklidir! Yargılamadan, suçlamadan, öneride bulunmadan, subjektif görüşümüzü de onlara sunmadan, sadece SEVGI İLE onları dinlemek, sevgi enerjisi ile onları sarıp sarmalamak. Ancak bu şekilde dinlendiğini hisseden insan, karşısındakine daha rahat açılabilir. İşte belki de o andan itibaren, bir uzmana danışmasını düşündürmeniz ya da sizin bu konuda belki de ilk adımı atmanız gerekebilir. 

 

Konu ile ilgili biraz araştırma yaptığımda, karşıma çok sayıda ilginç makale çıkıyor.. Uzman kimliğimle incelediğim bu yazılar, sebebin elbette ki sadece depresyon olmadığını, bağımlılığın da en az o kadar önemli olduğunu gösteriyor. 


Bağımlılık ve depresyonun arasındaki etkileşimin ne kadar güçlü olduğunu bilmekteyiz. Bu bağlamda, özellikle zeki ve yaratıcı kişilerin, hayata karşı oldukça hassas baktıklarını, içsel olarak kırılgan ve duyarlı olabildiklerini de bilmekteyiz. İşte özellikle yaratıcı, sanatçı ruhlu kişiliklerin, hassasiyetleri ile başa çıkabilmeleri için, alkol ve uyuşturucu gibi maddelere sığınmaları ne yazık ki oldukça sık görülen bir durum.


Ancak elbette ki, bu  tip bağımlılıklar, kişileri sonuçta depresyon ve endişe bozukluğuna götürebiliyor. Sonuç olarak da, bağımlılık ve depresyon el ele yürür hale geliyor. En son gelinen nokta ise, derin depresyonun intihar ile sonuçlanması..


Okuduğum makalelerden, yılda 34.000 kişinin intihar ettiğini öğreniyorum. Depresyonun sadece Amerika Birlesik Devletlerinde 16 milyon, dünya genelinde ise 350 milyon insanı etkilediği saptanmış. ( Dünya Sağlık Örgütü, 2013) Elbette ki depresyonu etkileyen faktörlerden başlıcaları, sosyal, genetik ve çevresel faktörlerdir.

 

Yine yaptığım araştırmalarda Dr. Keith Ablow’un, depresyonun kişinin gerçek algısını değiştirdiğini, adeta tersine çevirdiğini söylediğini görüyorum.. Kişinin kendisi ile ilgili algısı değişmekte ve olumsuz bir kısır döngü içinde çıkış yolunu görememekte. 


Bir psikotik rahatsızlık olan depresyon, artık günümüzde kesinlikle tedavi edilebilir. Pek cok farklı tedavi şekli ile, günümüzde bu hastalığın çaresi elbette ki var!


İlk paragraflarda da ifade ettiğim gibi, üstün zeka, bağımlılıklar ve depresyon adeta beraberce yürümekte, ancak tüm bunları ayrıştırdığımızda ise, özellikle çok zeki ve yaratıcı kişiler için depresyonla başetme mekanizması olarak bağımlılık dışında pek çok yol bulunabildiğini fark ederiz. Neler mi bu yollar?


Örneğin günlük yaratıcı işlerle uğraşmak bizlere, ruhsal sağlığımızı dengede tutmak için oldukça yarar sağlar. Kısa yazılar yazmak, bunları dergide ya da bir blog olarak yayınlamak, günlük resimler, kolajlar yapmak, fotoğraf çekmek, en kolay ölçüde bizim zekamızı ve potansiyelimizi ortaya dökmemizi sağlar. Örneğin, günlük yazılar yazmanın, bağışıklık sistemini güçlendirdiği araştırmalarda ispatlanmış bir gerçek!


Peki o zaman bizlere ne yapmak düşüyor?


Öncelikle, hangi yaşta olursak olalım, zekamızı, yaratıcılığımızı ortaya koyalım, kendimizi ifade edelim, kendimiz icin birşey yapalım, ihtiyaçlarımızı belirleyelim ve de kendimizi olduğumuz gibi kabul edip, sevip, değer verelim! Birilerine yardım edelim ve işe yaradığımızı hissedelim! Belirli hedefler ve hayat amaçları tespit edip, bunların üzerinde çalışalım!  Bu sayede, yaşama gücümüzü ve hayata olan sevgimizi arttırabiliriz. 


Başkaları işin neler yapabiliriz?


Hayatın içinde kaybolmuş, yaşama enerjisi kalmamış gibi görünen, içine kapanık, hedefleri olmayan veya kendini ikinci plana atan bireyleri, yakınlarımızı gördüğümüzde, öncelikle onları dinleyelim, yargılamadan, tarafsızca, sevgi ile dinleyelim! Eğer bir problemleri olduğunu düşünüyor isek, bir uzmana yönlendirmekten asla ve asla çekinmeyelim!


Depresyonun tedavi edilebilir bir rahatsızlık olduğunu asla unutmayalım! Uzmana başvurmak konusunda ise, toplumda baskın olan düşünceleri zihnimizden silerek, yardım alalım!


Huzur dolu, sağlık içinde bir hafta dileklerimle.