Sevgili okurlar,

Sizlere bugun daha önceleri bahsetmiş olduğum bir konuyu yine ele almak istiyorum. Konumuz yine ‘depresyon’. Bu konu son bir hafta içinde okuduğum bir kitapta farklı bir şekilde karşıma çıktı. Son bir haftadır elimden düşüremediğim kitap, Mrs. Hemingway idi. Naomi Wood isimli yazarın kaleme aldığı kitabı gerçekten bir solukta okudum. Silahlara veda, Çanlar kimin için Çalıyor, Yaşlı Adam ve Deniz gibi  romanlarını  hayranlıkla okumuş olduğum Hemingway’in renkli hayatını ve de özellikle her biri birbirinden oldukça farklı eşlerini konu alan kitapta pekçok değişik nokta ile karşılaştım.

Öncelikle bir önceki yazımda,  yaratıcı bir beynin kendisini dengelemek konusunda  ne kadar zorluk yaşadığından bahsetmiştim. Aynı şekilde harika bir hikaye anlatıcısı olan Hemingway, hem oldukça sosyal, adeta hiç yanlız kalamayan, yanlız kalmaktan hoşlanmayan bir yapıya sahip,  hem de içine kapanık, sakin ve kendisini besleyen,  kendisi ile ilgilenilen bir ortamda kendi kendine kalarak yaratabilmenin hazzını yaşamayı seven  hassas yapıya sahip bir yazarmış. Özellikle sosyal ortamlarda, ilgi çekmeyi, her anlamda karşısındakini beslemeyi seven yazar, aynı anda da oldukça kendi halinde kalarak, müthiş bir konsantrasyon ile şahane eserler ortaya çıkarmıştır.

Hemingway’in eşlerine değinmeden önce, Hemingway’in psikolojik anlamda yaşadığı sıkıntılara bir göz atalım. Hemingway’in psikiatrik analizi yapıldığında, yazarın pekçok mektubu, medikal raporları ve biyografileri incelendiğinde, kendisinin bipolar bozukluğu ve alkol bağımlılığı olduğu, travmatik beyin hasarı almış olduğu, son olarak ise, narsistik kişilik bozukluğu ve borderline kişilik bozukluğuna sahip olduğu ortaya çıkmıştır.

Hemingway’in kendisi, bu sıkıntıları kendi başetme teknikleri ile aşmaya çalışmıştır. Özellikle kendisini alkole vermiş, agresif bir hayat tarzını benimsemiş, heyecan ve adrenalin salgılamayı sağlayan sporlara odaklanmiş, ( avcılık vs ) ve sakinleşmek için yazmayı tutku olarak benimsemiştir. Tüm bu psikiatrik sorunların içinde, herhangi bir  uzman yardımı almadan, kendi başetme teknikleri ile, 61 yaşına kadar yaşamayı başarmıştır.

Ancak 2 Haziran 1961 yılında, Ernest Hemingway, Idaho, Amerikadaki evinde erkenden kalkarak, o dönemki eşi Mary’yi uyandırmamaya çalışarak, girişte , içindeki silahların saklandığı odaya girer ve hayatına son verir. Hemingway’in babası da aynı şekilde kendi hayatına son vermiştir ve gençliğinde Hemingway aynı deneyimi yaşacağından dolayı korktuğunu pekçok kereler ifade etmiştir. Hemingway, o sabah saat 7de, gardrobundaki en özenli sabahlığı giyer, bu sabahlığa, ‘ imparator sabahlığı’ ismini vermiştir daha önce, son yolcuğuna giderken, Sheakspeare’in Cleoapatrasının sözleri mi gelir acaba..’  Bana pelerinimi getirin, tacımı başıma koyun, içimde ölumsüz istekler var’ diyen Cleopatra da intihar eder. Eşi Mary Hemingway, ısrarla bunun bir kaza olmuş olduğunu söyler tüm gazetecilere, kendisi de bu şekilde inanmak ister ancak gerçek farklıdır elbette! Aylarca bunu kendisine itiraf edemez Mary Hemingway!

Nasıl olmuştur ki, bu herkesin hayran kaldığı, bu dev kahraman, bu heyecan ve hareket adamı, boğa güreşçisi, Kübadaki meşhur balıkçı, savaş muhabiri bu renkli hayatına son vermek istemiştir? Sonunda Texaslı bir psikiatrist tüm bulguları birleştiren psikolojik bir sentez oluşturur.

1920lı yıllarda, aşık olduğu bir Amerikalı hemşireden ilham alarak ‘ Silahlara Veda’ isimli romanı yazar, kendisinden yaşça oldukça büyük olan bu hemşireye karşı müthiş ve karşılıksız bir aşk duyar. 1930 larda gittiği İspanyada ise, Üçüncü eşi ve savaş muhabiri Martha Gellhorn ile beraber yaşarken, ‘ Çanla Kimin için Çalıyor’ isimli romanını bitirir. İlerleyen yıllarda ise, 4. Eşi ile Küba’ya yerleşir ve orada da, sonrasında Nobel Ödülü alacak olan  ‘ Yaşlı Adam ve Deniz’ isimli romanını bitirir.

Hemingway’in evliliklerine göz atacak olursak ve özel hayatına daha derinlemesine bakıldığında, yaş farkı fazlaca olan ilk eşinden şefkat ve sevgiyi oldukça fazlaca aldığnı görüyoruz. İlk eşi Hadley, adeta ‘ Silahlara Veda’ romanındaki esin kaynağı yaşı ileri olan hemşirenin varlığının bir devamı niteliğindedir. Ancak Hemingway gibi hareketli ve hayatı seven, kadınları seven yapıya bu eş oldukça ağır gelir ve, ilk oğlunu ve Hadley’I bırakarak Pauline Pfeiffer isimli genç hanımla evlenerek, Key West Floridaya yerleşir.

 Bu dönemdeki eşi Pauline’den ise, 2 oğlu daha olur ve bu ailesini de bırakarak, İspanya iç savaşına savaş muhabiri olarak katılır. Bu sırada ise, 3. Eşi olan Martha Gellhorn ile yaşamaktadır.

Amerika 2. Dünya Savaşına katıldığına ise, 1944 yılında Hemingway bu esnada İngiltereye gider, Dorchester Hotel’de bir oda tutarak bu sırada da savaş muhabirliği yapar.

Hemingway’in manik depresif kişiliğini,kendine zarar veren yönünü en güzel şekilde analiz eden, yukarıda da bahsettiğim gibi, Christopher D Martin isimli psikiatrist olur. 2006 yılında, ‘ Ernest Hemingway: İntiharın  Psikolojik Otopsisi’ isimli uzun makalesinde çok kereler sorulan soruları yanıtlar Martin.

Bu yıllar içinde, özellikle av merakı ile ilgili, Ava Gardner’a, ‘ pekçok hayvan ve balığı öldürüyorum ki, kendimi öldürmeyeyim.’ Demiştir. Hemingway’I etkileyen babasının intiharı ve sonunda geliştirmiş olduğu belki de bilinçaltı bir ‘ kendine zarar verme’ davranışları yüzeye çıkmıştır.

Bir başka önemli nokta, çocukluğunda babasından çok dayak yemiş olan Hemingway, o dönemde babasını öldürme fantazileri kurduğunu söyler ve sonrasında babası gerçekten kendisini öldürdüğünde, Hemingway, kendisini suçlar, daha çok içmeye başlar.

Bu büyük usta 1960 lara gelindiğinde ise, ağır bir depresyona girmiştir. Gençliğinin verdiği hareket ve enerjiden eser kalmamış, en kısa satırları dahi yazamaz hale gelmiştir. Bununla beraber, alkolizm in yıllarca süren etkisi ve paranoyak nöbetler de geçirmeye başlamıştır.

Babasının etkisi altında çok kalmış olan Hemingway, çocukluğunun kahramı babasını adeta tekrar yaratmaya çalışmıştır kendi hayatı boyunca, agresif, maço, depresif babasını tekrar hayata döndürür kendini suçlamamak için.. Son yıllarında etrafındakiler, ona ‘ PAPA’ yani baba Hemingway diye seslenirler! Bu bir tesadüf müdür sizce?

Hemingway arkasında pekçok harika roman ve hikaye bırakır. Naomi Wood’un kitabındaki gibi, hepsi farklı yapılardaki eşlerinin eşliğinde yaratıcı gücünü harika şekilde ortaya çıkarır. Ne var ki, çok geç kalınmış bir manik depresif tedavisi  sonuç vermez ve son 2 ay akı hastanesinde kalmış olsa bile, ‘ depresyonun’ ağırlığından kurtaramaz kendisini!

Sevgili okurlar, bu kitabı bitirdiğim zaman Hemingway’in lise yıllarında çok severek okuduğum ‘Çanlar Kimin için Çalıyor’ isimli romanını tekrar okumak isteği oluştu içimde! Sizler de bu yalın dill eve müthiş yaratıcılıkla yazılmış romanlara göz atmak istemez misiniz?

Bir sonraki hafta sizlere, Hemingway’in 3. Eşi olan İngiliz Martha Gellhorn hakkında yazacağım.

Mutlu bir hafta dileklerimle!