Uzun zamandır haber programlarını izlemiyorum. Aklımda ve gönlümde yer bulamayan bu kısır konuşmalara ayıracak bir saniyem bile yok…
Gündeme dair gelişmeleri başka kaynaklardan öğreniyorum…
Böylece kafamı da, ruhumu da yormuyorum!
Haber programlarının uzun uzun nutuk atan ve dönüp dolaşıp aynı şeyleri nakarat gibi tekrarlayan hatipleri, bana veya topluma zerre fayda sağlamıyor bilsinler!...
Tam aksine bu adamlar, akıl sağlığımız için büyük bir tehdit oluşturuyor.
Unvanlarının, uzman veya üst düzey siyasetçi olması da durumu değiştirmiyor…
Durumu değiştirecek olan şey biliniz ki, irad ettikleri nutuk değil, sadece ifa edecekleri davranışlardır…
Davranışa dönüşmeyen sözler, papağan misali ne kadar çok söylenirse söylensin, hiçbir zaman değere dönüşmez!... Karşılık bulmaz…
Ben karşıtlıklardan şikayetçi değilim… Karşıt fikir ve düşünceler beni irrite etmez… Tam aksine karşıtlığı savunurum…
Evrim teorisine katılmam ama, evrim teorisyenlerinin “karşıt başparmak” teorisine katılırım…
Bu teorisyenler, maymun olarak başaramadığımız şeyleri insan olarak başarmamızın en önemli sebebi, “elimizin başparmaklarının diğer dört parmağa olan karşıtlığıdır” derler… Dünyayı bu sayede elimizde tutabildik diye söylerler…
Yine efsane ressam Bob Ross’un, aslında resim için ifade ettiği ama aynı zamanda hayatı da buna göre anlamlandırabileceğimiz güzel bir lafı var:
- “Işığın var olabilmesi için önce karanlık gerekli… Şuraya bir karanlık yapalım ki, ışık güzel görünsün!...”
Mutluluğu kıymetlendiren şey öncesindeki hüzündür anlayacağınız…
Her şeyi zıddıyla yaratan Allah, güzeli çirkinin varlığına mahkum bırakmıştır…
Biz zıtlıklara değil, yalnızca kötülüklere düşmanız…
“Kötülük nedir” sorusuna da bilgeler şu cevabı verir:
- Tabiatın dengesini bozan, yapacak yerde yıkan, yaratacak yerde yaratılanı yok edendir…
Görülüyor ki, insan olmanın gereği yıkmak değil, yapmaktır…
Kötülük yapmadığımız takdirde “kadere imanın” gereğini yerine getirmiş oluyoruz esasen…
Eyleme dönüşmeyen sözlerin bir kıymeti olmadığı gibi eyleme dönüşmeyen imanın da bir kıymeti harbiyesi yoktur.
Ne insanlık nezdinde, ne de Allah katında!...
Rahmetli Alev Alatlı, “bizi milletçe kahreden olumsuzlukların büyük bir çoğunluğu kötü niyetten kaynaklanmaz; liyakat eksikliğinden kaynaklanır” diyor…
Bu da bize şunu söyletiyor:
- Liyakatsiz atamalar kötülüğü faaliyete geçiren “start” düğmeleridir!...
Toplumda yaşanan etnik, ideolojik ve siyasi kavgaların tamamı; bunun yanında, zor kazanılmış birikimlerin rasyonaliteden uzak bir şekilde kolayca heba edilmesi, ne yazık ki o düğmeye basmanın bir sonucudur…
İster bilinçli basılmış olsun, ister bilinçsiz…
İnsan dışında, seçenekleri olduğu halde hayatı kendine zindan eden başka bir canlı var mı?
Daha da fenası, yapılan kötülükleri sanki Tanrının buyruğuymuş gibi pazarlamak!...
Tabi, bu girişimin tahmin edemeyeceğiniz kadar alıcısı çıkıyor ortaya…
…
Sosyal medyada yayınlanan bir konferansta profesöre soruyorlar:
- Tanrı bugün dünyaya tek cümlelik bir mesaj gönderseydi, bu mesaj ne olurdu?
Adam şu cevabı veriyor:
- Hepiniz beni yanlış anladınız!...
Kötülüğü emreden ya da kötülüğü alkışlayan bir din olabilir mi?
Zihinler böyle bir düşünceye nasıl izin verebilir?
Yazar Eric Fromm, bu durumu; “İnsan, kendisinin farkında olan tek canlıdır. Bu farkındalık zamanla korkuya dönüşür. Korkudan kurtulmak isteyen insan, o farkındalığı ve aklı ortadan kaldırıp hayvanlaşarak durumu normalleştirmeye çalışır” şeklinde açıklıyor…
Eğer sizin normaliniz de buysa, kimliğiniz konusundaki belirsizliği Eric Fromm ortadan kaldırmış zaten!...
Avrupa seyahatimde bir veteriner kliniğinin kapısında şu yazıya rastladım:
- Hayvanları severiz, insanlara katlanırız!...
Demek ki bazen insanoğlu, “hayvan normalinin” bile daha aşağısına, sevgi filizlerinin yeşeremediği bir seviyeye düşebiliyor!...
İnsanın gelişmesi, seviyesini yükseltmesi ancak üretmesi ve elleriyle bir şeyler yaratmasıyla mümkündür…
Yok ederek, tüketerek, yapılanı yıkarak, hayata savaş açarak insan olunmaz!...
İnsan olmak yaşatmayı, inşa etmeyi, yaşamın ömrünü uzatmayı gerektirir…
Bunu da ancak hayatı “severseniz” başarabilirsiniz… Hayata “katlanarak” değil!...
Çünkü “katlandığımız” şeyi fırsatını bulduğumuzda yıkmaya; “sevdiğimiz” şeyi ise fırsatını bulduğumuzda yaşatmaya çalışmıyor muyuz?
İşte “rahmet” denilen şeyin lazım olduğu yer tam da burası!... Ötesi değil…
Başka bir ifadeyle, rahmet önce diriye lazım, ölüye değil!...