'İnternet andıcı' davasının en önemli sanıklarından olan ve hakkında tutuklama kararı bulunan Tümgeneral Mustafa Bakıcı'nın Kuzey Irak yolunu kullanarak Türkiye'den kaçtığı ortaya çıktı. Şırnak'ta 23. Tümen komutanlığı yapan Bakıcı, hakkındaki tutuklama kararına rağmen Ağustos 2011'de tümgeneralliğe yükseltilmiş ancak daha pasif bir göreve getirilmişti.

Bakıcı, 2008-2009 tarihleri arasında Genelkurmay İç Güvenlik Harekât Daire Başkanlığı görevini yürütürken aynı zamanda bilgi destek daire başkanlığına vekâlet etmişti. Ancak onun ismini 23. Tümen komutanı iken duymaya başladık. Gelin onunla ilgili en önemli tartışmayı hatırlayalım...

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın seçim mitingi yapacağı 24 Mayıs'tan birkaç gün önce 12 Mayıs 2011 tarihinde Şırnak'ta 12 PKK'lı öldürüldü. Askerler, Tümgeneral Bakıcı'nın talimatıyla cesetleri almayarak arazide bıraktı. Sivil insanların sınırı geçerek cesetleri getirmesine göz yumuldu. Daha sonra öldürülen militanların, örgüte yeni katılan tecrübesiz gençler olduğu anlaşıldı. Bakıcı, cenazeleri adli tıp uzmanının bulunduğu Diyarbakır veya Malatya'ya göndermek yerine Şırnak'a getirdi. Cenazeler üzerinden Güneydoğu'da büyük olaylar yaşandı. 2. Ordu komutanı, Şırnak'a gelerek olaylara el koydu.

Aynı Bakıcı, 12 PKK'lının öldürülmesinden bir hafta önce çevresindekilere bile haber vermeden Kuzey Irak'a gitmişti. Yüksek rütbeli bir subayın teklifsiz bir şekilde Kuzey Irak'a gitmesi ve bunu gizli tutması kafalarda soru işaretlerine neden olmuştu. Bakıcı'nın orada kimlerle gizli görüşmeler yaptığı ise hâlâ bilinmiyor.

Mustafa Bakıcı'nın yine aynı yolu yani Kuzey Irak yolunu kullanarak Rusya'ya kaçtığı ortaya çıktı. Burada, Bakıcı'nın Genelkurmay'daki görevinin İç Güvenlik Harekât Daire başkanı olduğu bilgisini bir kez daha hatırlamakta fayda var.

Türkiye'de bunlar yaşanırken, dünya da bir başka olayla sarsıldı. Sekiz Türk ve bir Yunanlıyı öldüren Milliyetçi Demokratik Parti'nin bünyesinde Alman istihbaratına mensup 100'e yakın köstebeğin olduğu ortaya çıktı. Bu sayı size küçük gibi gelebilir ancak bu, söz konusu partinin yüzde 15'i demekti.

Devlet-terör örgütü ilişkisi, üzerinde çok derin incelemeler gerektiren bir konu. Ancak el yordamıyla, hasbelkader öğrendiğimiz bilgilere baktığımızda dünyadaki bütün terör örgütlerinin ya kendi devletinin ya da bir başka devletin yardım ve yataklığıyla ortaya çıktıkları, hayatlarını bu yolla devam ettirdikleri çok net bir şekilde görülüyor.

PKK'nın da her kritik evrede ortaya çıkıp provokatif eylemlerde bulunması ve süreçleri statükonun istediği yörüngeye sokması, bu örgütün ne işe yaradığını iyice tartışılır hale getiriyor.

Bundan sonra üzerinde durulması gereken en önemli konu; PKK'ya ihale edilen yeni görev olacak sanıyorum. Dün Taraf Gazetesi'nden Kurtuluş Tayiz'in yazdığı yazı da bu konuyu iyice deşifre ediyor. Tayiz, bakın ne diyor: "Kürt medyasındaki Gülen düşmanlığı, 1990'lar Türkiye'sini ve 28 Şubat medyasını hatırlatıyor bana. İstihbaratın aşırdığı Gülen videoları her akşam haber kanallarının birinci gündemiydi. Gazetelerin manşetleri de öyle. Devletin eski sahiplerinin veya askerî bürokrasinin Gülen düşmanlığını sanki bugün PKK devralmış gibi davranıyor. Yayınlarda kullanılan jargon 28 Şubat medyasından, OdaTv ve İşçi Partisi'nden tanıdık. Hatta bu konuda neredeyse birebir aynı sözcük ve kavramları kullanıyorlar.''

PKK; artık devlette bazı birimlerin faaliyet gösteremez hale geldiği konulara el atıyor ve Gülen hareketiyle mücadele işini üzerine alıyor. Bu da PKK'nın aslında nasıl bir örgüt olduğunu net bir biçimde gözler önüne seriyor.

Bakıcı olayı, Alman İstihbaratı'nın yaptıkları, Aselsan'daki mühendislerin ölümü, Abdullah Öcalan'ın Turgut Sunalp tarafından serbest bıraktırılması vs. Bunların hepsi aslında terör örgütlerinin bir simülasyondan ibaret olduğunu ortaya koyuyor.

İyice anlaşılıyor ki devletler terör örgütlerini istediği zaman devre dışı bırakabiliyor. Yeter ki bu konuda iyi niyetli ve kararlı olunsun.