Her şey bilinçli bir plan çerçevesinde yürüyor.

İlkin BDP'li milletvekillerinin PKK'lı teröristlerle kucaklaşması.

Akabinde BDP Eşbaşkanı Demirtaş'ın, "PKK 400 kilometrelik alanı denetimi altında tutuyor!" açıklaması.

Bir yanda PKK'nın Suriye vb ülkelerden aldığı talimat doğrultusunda terörü derinleştirme siyaseti.

Öbür yanda BDP'nin PKK'nın terörünü meşrulaştırma ve kendini PKK ile tahrik ölçülerini bile aşan bir tarzda aynîleştirme siyaseti.

Kısacası, müthiş bir tahrik siyaseti...

Bütün bunların anlamı açıktır: PKK/BDP canibi Türkiye'nin demokratikleşme sürecine siyasî mayın döşemek istemektedir. Kendi varlık nedenlerini ortadan kaldıracak demokratikleşme hamlelerinin önünü kesebilmek için Türkiye'yi tekrar 90'lı yılların o kaba kuvvete dayalı güvenlikçi konseptine döndürmek istemektedir.

PKK kalleş terörüyle Türkiye halkının aklını ve sağduyusunu hedef almaktadır. BDP ise terörün siyasetini yaparak toplumun öfkesini yanlış yerlere kanalize etmeye çalışmaktadır. Toplum hızla şöyle bir düşüncenin eşiğine getirilmek istenmektedir: "Bitirin artık şu terörü, nasıl bitiriyorsanız bitirin!"

Bunun ortaya çıkaracağı iki toplumsal tepki AK Parti hükümeti için tam bir siyasî mayın mesabesindedir.

Toplumun bir kesimi, "Ne demek ülke topraklarının bir kısmı PKK'nın denetiminde, her gün evlatlarımız ölürken hâlâ ne bekliyoruz, yeter artık ne yapılacaksa yapılsın?" tepkisiyle hükümetin daha fazla güvenlik politikalarına ağırlık vermesini ister noktaya getirilecek. Her gün artan sayıda şehit cenazelerin geliyor olması, toplumun kahir ekseriyetini böyle bir çizgiye taşımış görünüyor. Toplumun bir kesimi de "Bu sorunu çözmek için güvenlikçi politikaları terk etmek lazım, tekrar PKK ile müzakereler dönemini başlatmak gerekir!" deme noktasına getirilmek isteniyor.

Her iki halde de AK Parti hükümetine siyasî bir tuzak kurulmak istendiği apaçık.

Kandil'deki savaş baronlarının terörü derinleştirerek AK Parti hükümetini devireceklerini açıklaması doğru okunmalıdır.

Birinci seçenek, AK Parti'nin varlık nedenini ortadan kaldırır. Ama "güvenlik sorunu"nun giderilmemesi durumunda da toplumsal öfkenin başka partiler tarafından istismar edilerek AK Parti karşıtlığına dönüştürülme tehlikesi var.

İkinci seçeneğe gelince, bunun telaffuzu dahi bu süreçte AK Parti hükümetinin daha fazla toplumsal öfkenin muhatabı haline gelmesine sebebiyet verebilir.

"Akîl adamlar" meselesinin tam da bu kritik ve kırılgan dönemde, yani terörün toplumun sağduyusunu arkaplana attığı bir ortamda gündemleştirilmesi zamanlama açısından da iyi düşünülmelidir. Çünkü "akîl adamlar" diye medyada isimleri afişe edilenlerin önemli bir bölümünün hükümete ne önerecekleri sır değil.

Terörle birlikte ortaya çıkan verili durum nerden bakarsanız bakın AK Parti için siyasî mayınlarla dolu. AK Parti liderliğinin bu süreci her iki açıdan da doğru okuduğu, Başbakanın son terör saldırıları dolayısıyla verdiği mesajlardan net anlaşılıyor.

Demek istediğim şu: AK Parti salt "güvenlikçi" veya "müzakereci" çizgiye çekilerek siyaseten zayıflatılmak istenmektedir.

"AKÎL ADAMLAR"GRUBU NE İŞE YARAR?

İnsanların durup dururken kendilerini "akîl adam" olarak ilan etmesine şaşılır elbet. Veya birilerinin öncülüğünde bir başkasına "akîl adam" pâyesinin verilmesine de akıl sır erdirilmez. Peşinen belirteyim ki bu çok tuhaf bir durum.

Medyada birileri tarafından adları "akîl adamlar" olarak anılanlar ne yapacaklar, nasıl bir misyon üstlenecekler?

Açıklamalarından anladığım kadarıyla, önce siyasal partileri dolaşacaklarmış!..

Nedense herkes aynı yolu deniyor...

Medyatik boyut önemli tabii.

Diyelim ki siyasal partileri dolaştılar...

Peki somut olarak ne söyleyecekler?

Yani bizim bilmediğimiz hangi somut çözüm önerilerine sahipler acaba?

Kahin değilim, ama bir öngörüde bulunayım isterseniz...

O bildik "Kürt meselesi"nden girecekler söze... Anadilde eğitim vs taleplerini dillendirecekler... Sadece güvenlik politikalarıyla bu sorunun çözülemeyeceğinin altını çizecekler...

İyi de bunlar "PKK sorunu"nun çözümüyle alakalı şeyler değil ki?

Büyük bir ihtimalle "terör" kelimesini ağızlarına almayacaklar. "İç savaş" veya "Kirli savaş" gibi jargonlar kullanacaklar...

Hani eşit mesafede durmaları gerekiyor ya, o yüzden!

PKK'yı doğrudan sorgulayan ve mahkum eden eleştirilerden kaçınacaklar. Daha çok hükümetin üstüne sorumluluklar yükleyecekler.

Gene o bildik öneriler peşpeşe sıralanacak...

BDP'yi dışlamayın! (Sahi dışlayan kim? Oysa BDP kendini bile isteye dışlıyor ve kendini sorunun tâ kendisi haline dönüştürüyor.)

Öcalan'la görüşün! (Sanki Öcalan'la görüşmeler yapılmadı hiç! Oysa Öcalan'ı bile İmralı'ya mahkum edenin bizzat Kandil'deki savaş baronları olduğunu bilerek konuşmak gerekmez mi? Hem sevgili Adem Yavuz Arslan'ın dediği gibi, Öcalan'ı bile dinlemeyen örgüt "akîl adamlar" grubunu dinler mi hiç? Bu durumda nasıl bir sonuç ortaya çıkar sizce?)

PKK ile müzakere edin! (Hangi ülkede yaşıyorsunuz diye sormazlar mı: Başbakan tüm siyasi riskleri kuşanarak Oslo müzakerelerini başlatmadı mı? Masayı kimin nasıl devirdiği biliniyorken ortaya söz söylemek neyi çözer?)

Tahminimi bir adım daha ileri götüreyim...

Bildik turlardan sonra heyette yer alanların önemli bir kısmı çıkıp hükümeti haksız ve nâhâk yere eleştirmeye başlayacaktır. Pek tabii ki o dillerine pelesenk ettikleri "güvenlikçi politikalar" üzerinden...

Oysa bu süreçte "PKK ile müzakere"nin kamuoyu karşısında telaffuzunun dahi çözümsüzlüğü derinleştirmekten öte bir işe yaramayacağını "akîl" olan herkes bilir.

"Akîl adamlar" grubuna itirazım yok, ama yeter ki bileşenleri doğru seçilsin ve yeter ki Türkiye toplumunu bir bütün olarak ikna edecek bir hat üzerinden yürünsün. Aksi takdirde bildik isimlerden oluşan ve malum söylemler üzerinden yol yürüyen "akîl adamlar" grubunun kendisi bizatihi yeni bir soruna dönüşebilir.

(Yeni Şafak gazetesinden alınmıştır)