Sevgili Okurlar,

 

Benim için Londra’da yaşamanın en büyük zevklerinden biri yeni sergilere ve sanatsal olayları takip edebilmek ve sonrasında  öğrendiğim yeni bilgileri, gördüklerimi veya okuduklarımı paylaşabilmek. İşte bu güzellikleri yaşabildiğim güzel bir hafta daha geçirdim. Her anı şükranla andığım yeni deneyimler ve yeni Londra hatıralarımla dolu dolu bir hafta daha. Bu hafta sizlerle gittiğim bir sergiyi paylaşmak istiyorum.

 

Tate Britain de Picasso ve Modern İngiliz Sanatı konusunda bir sergi olduğunu öğrendiğim zaman daha önce gördüğüm tüm Picasso sergilerini düşünerek benim için çok da çekici olmadığını düşündüm. Ancak Tate’in ortamını ve de orada hangi sergi olursa olsun çok başarılı olacağını da bildiğim için yağmurlu bir Londra gününde kendimi  Tate’in bahçesinde buldum!

 

Sergiyi gezmeden önce elimdeki kitapçığa göz gezdirdiğimde tüm sanatçıların tamamen  Picasso’nun etkisinde kaldığını  ve eserlerinin ana maddesinin Picasso olduğunu fark ettim ve merakla önümdeki odalara doğru ilerledim.

 

Bu sergi, Picasso’nun Modern İngiliz sanatı üzerindeki olağanüstü etkisini, özellikle üç sanatçının eserleri üzerinde göstermekte. Bu sanatçılar, Wyndham Lewis, Francis Bacon ve David Hockney.

 

Serginin ilk bölümü Duncan Grant ve Picasso’ya ayrılmış durumda. Duncan Grant 1907 yılında Paris’teki  resim stüdyolarında vakit geçirirken, ünlü koleksyoncu  Gertrude Stein ve erkek kardeşi Leo Gertrude ile tanışır. Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemde hiçbir İngiliz sanatçısı Picasso’dan Duncan Grant kadar etkilenmemiştir.  1912 yılında ise, Duncan Grant Picasso’nun kendisi ile tanışır. Grant, 1907 yılında Stein’ların apartmanında Picasso’nun  ‘Nude with Drapery’ isimli tablosunu gördüğünde  ne kadar çok etkilendiğini ifade etmiştir. Bu noktadan sonra Grant, Kübist akımında kolajlar yapmıştır.  

 

Serginin İkinci bölümünde ise, Wyndham Lewis (1882-1957)’ın eserleri bulunmakta. Kendi stilini yaratmış olan Lewis, 1902 ve 1908 yılları arasında Paris’te avangard bir hayat yaşamıştı. Picasso ile bizzat tanışıp tanışmadığı tam olarak bilinmese de 1907 yılındaki ‘Les Desmoiselles d’Avignon’ isimli eserin etkisinde kalındığı net bir şekilde görülmekte.

 

1919 yılına gelindiğinde ise, Picasso’nun Birleşik Krallıktaki en büyük etkisi görülebilmektedir. 22 Temmuz 1919 yılında sahneye konacak olan  ‘The Three-Cornered Hat’ isimli balesi için kostümlerin desen çalışmalarını yapan Picasso, Diaghilev ile çalışmalarını sürdürür. Savoy Otel’de kalan Picasso Floral Street, Covent Garden’daki stüdyolarda çalışır Picasso.

 

Bir diğer bölümde ise Ben Nicholson ve Picasso’nun eserleri yer almakta. Picasso’nun Birleşik Krallıktaki ünü 1930 yıllarında giderek artar. Dougles Cooper, Roland Penrose ve Hugh Willioughby gibi pek çok ünlü koleksyoner , Picasso’nun eserlerini almaya başlar.


Serginin belki de en canlı ve renkli iki bölümünde Henry Moore ve Francis Bacon’un eserlerinin Picasso ile karşılaştırmasını görüyoruz. Henry Moore, 1920lerin sonuna doğru sanat dünyasında oldukça bilinen ve takdir edilen bir isim haline gelmişti ve özellikle 1924 yıllarında Picasso’nun desenlerini ve resimlerini incelediğini bilmekteyiz. Picasso’nun neo-klasik çalışmalara olan bakışı, Moore’un Greco-Roman ve Rönesans dönemi heykeline daha derin bir şekilde bakmasına yol açtı. Picasso’nun insan vücudunu soyut bir şekilde ortaya koyması özellikle 1934 yıllarında Moore’u etkiledi ve bu yaklaşımı heykellerine yansıtmasını sağladı.


Francis Bacon’un bölümüne baktığımız zaman ise, Bacon’un, Picasso’nun  eserlerinin sergilendiği Paul Rosenberg’in Paris’teki galerisini gördükten sonra,  iç mimari desenlerini bir kenara bırakıp tekrar resim yapmaya başladığını öğreniyoruz. Picasso, Bacon için her zaman tüm 20.yy ressamları arasında en değerli ve önemlisi olarak yer alır.


1937 yılına  gelindiği zaman ise, Picasso’nun meşhur Guernica resminin Paris Uluslar arası Sergisinde sergilendiğini görüyoruz. 1938 yılında ise, resmin ve diğer resimlerin propaganda olarak tur şekilde gezmesine karar verilir ve ilk durak Londra olur.  Mayfair’deki New Burlington Gallery’de açılır sergi. Politik bir ifade olarak,  Nazi bombalamasına protesto olarak var olan resim 15.000 kadar izleyiciye ulaşır Whitechapel Gallery’e gittiğinde.


1945 ve 1960 yıllarında ise, Picasso’nun sanatının Birleşik Krallıkta tamamen tanındığını ve kendisini ifade edebildiğini görmekteyiz.  Barışı yaşayan tüm dünya ülkeleriyle beraber Picasso’nun eserleri Victoria ve Albert Müzesinde sergilenir. 1950 yılında ise, Tate Modern Müzesinde, retrospektif sergisi ile, yaklaşık  500.000 izleyiciye ulaşır. Bu dönemden etkilenen David Hockney’in resimleri de serginin son bölümünde yer almaktadır.


Picasso’nun İngiliz sanatı ile olan ilişkisi, tek taraflı bir aşk gibi neredeyse. Adeta sergideki tüm sanatçılar kendisine sınırsız sevgi ve aşklarını sunarken  aynı zamanda da pek çok  hediye veriyorlar Picasso’ya. Yeni bilgiler öğrenmenin mutluluğu ve sevinci ile, renklerin ve Picasso’nun dünyasına veda ediyorum.

Neşe ve huzurla kalın!:)