Bırakın geleceği, sol adına hiç kimsenin bugüne dair bile politika üretecek takati yok. Neyse, nerede kalmıştık, 'Deniz Gezmiş orducu muydu'?

Siz hiç bugünün Türkiyesi’nde kendisine solcu diyen birinin 2047 yılında yani bundan 35 yıl sonra nasıl bir dünyada yaşayacağımıza kafa yorduğunu, fikir ürettiğini gördünüz mü? Mesela iki farklı sol fraksiyon arasında gelecek ütopyası adına bir görüş ayrılığı olduğunu, bu konuların ekranlarda tartışıldığını, gazetelere manşet olduğunu hayal bile edebiliyor musunuz? Kusura bakmayın ama ben edemiyorum. Birbirini yemekten, hizip üretmekten ve kendi geçmişi ile bir türlü hesaplaşamamak gibi çıkmaz bir sokakta debelenmekten bunlara zaman kalmıyor. Bildiğiniz gibi Türk solunun yeni gündemi 35 yıl öncenin 1 Mayısı’ndaki Taksim olayları. “Kim ateş etti, nereden ateş etti”den başlayıp “Bana solcular adam öldürdü dedirtemezsiniz”e kadar giden çetin bir hesaplaşmanın ortasında kaldık. Solun bu siyasi kabızlığına CHP’nin içindeki durumu da ekleyebiliriz. Ortalık süt meselesi, astsubay meselesi ile yıkılırken muhalif soldan vizyoner tek bir cümle bile duyamıyoruz. Dün hâlâ Gürsel Tekin’in İstanbul çıkarmasını konuşuyorduk, düşünün artık. İnanın 70’li yıllarda fraksiyonlara ayrılsa bile sol hareketin hâlâ bir devrim ve gelecek hayali vardı. Hatta geleceğe yani ‘devrim sonrası’na dair kurulan hayaller en büyük çatışma noktasını oluşturuyordu bile diyebiliriz. Artık hiçbiri kalmadı. Bırakın geleceği, sol adına hiç kimsenin bugüne dair bile politika üretecek takati yok. Neyse, nerede kalmıştık, ‘Deniz Gezmiş orducu muydu’? Durmak yok, hararetle tartışmaya devam! 

Orgenerallerin astsubay muhtırası 
Genelkurmay’da bazı şeyler hiç değişmiyor. Mesela kime karşı yapılırsa yapılsın muhtıra gibi duyurulara sinen demode hamaset edebiyatı, toplumun farklı kesimlerine yönelik paranoyalar, kendilerinin hedefe konuluyormuş korkusu ile kullanılan kelimelerin hoyratlığı hiç ama hiç değişmiyor. Bu dil ancak harp okulundan itibaren subayların kapalı bir çevrede yaşamasının formatladığı hayatların, kısıtlı bir bakış açısının ürünü olabilir.
En son TSK’nın astsubaylara yönelik yaptığı mecburi açıklamada da aynı üslubu kelimesi kelimesine gördük. Türk ordusunun emekçileri diyebileceğimiz, sayıları 95.000’i bulan astsubaylar pek çok haktan mahrumlar. Durum böyleyken ne beklersiniz, mesela yeni göreve gelen Genelkurmay Başkanı’nın ilk iş böylesine kangrene dönüşmeye meyilli bir soruna el atıp, çözüm üretip, hükümetle paylaşıp çözmesini değil mi? Hayır, bizde işler öyle yürümüyor. Bizim askeriyemiz yıllarca memleketteki siyaseti dizayn etmekle uğraşmaktan, kendi içinde önemli yer tutan bu tür ‘teknik’ meselelere bir türlü zaman ayıramıyor. Düne kadar işleri kolaydı. Yazarlar korkuyor, gazeteciler büyük komutanlarla memleketi kurtarmaktan astsubayların özlük haklarını konuşmaya fırsat bulamıyorlardı. Zaten görevdeki astsubaylar da basına konuşamadıkları için bir-iki emekli astsubay derneğinin çıkışı güdük kalıyor, arada kaynayıp gidiyordu. 

Oysa çağımızın yeni mecrası sosyal medya ile astsubaylar seslerini hem basına hem de kamuoyuna öyle bir duyurdular ki sonunda Genelkurmay’daki orgeneraller bile sessizliklerini bozup bir açıklama yapmak zorunda kaldılar. Yapılan açıklamaya gelirsek... Muhtıramsı bir hayal kırıklığı. TSK bu duyurusunda astsubayların tahrik edildiğini iddia edip, tepeden bakan bir dille “Bu şartları bilerek astsubay oldunuz” diyerek söze başlıyor. Ardından astsubay derneklerini, gazetecileri tehdit ediyor. Son olarak da sorunları sıralayıp hepsini TBMM’nin üzerine atıyor. Elbette bunu yaparken biraz önce bahsettiğim o kibirli ‘duyuru’ dilinden milim taviz vermiyorlar.
Eskiden olsa böylesine bir açıklama bile başlı başına lütuftu ancak baktılar açıklama sonrasında tepkiler dinmiyor, bu sefer konuyu çözmek için müthiş bir ara çözüm ürettiler. Konuyla ilgili yazılar yazan Umur Talu gibi yazarların yazılarına askeriyenin internet sistemlerinden erişimi engellediler. Bu bile Genelkurmay’ın meseleye nasıl yaklaştığını göstermeye yeter de artar. Yasaklar ve tehditlerle bu devirde hiçbir şeyi çözemeyeceklerinin farkında değiller. Hâlâ! Hiç kimsenin Türk ordusundaki astsubayları tahrik etmek gibi bir niyeti yok. Tam tersi, gazeteciler haklarını arayan insanların hak mücadelesinde seslerini duyuruyor, o kadar. Bu yüzden TSK bütün bu boş lafları, nutukları, tehditleri ve yasaklamaları bir kenara bırakıp bu konu üzerine çözüm üretmeli. Basın olarak askerlik ile ilgili böylesi önemli bir mağduriyetin nasıl çözüleceğini bile sormayacaksak neyi soracağız? Oturup ‘paşa’ fıkrası mı yazalım? E, sonra ona da kızıyorlar! 

Bayram ve kurtuluş müsamereleri nihayet bitti 
Avrupa Birliği’ne girmek için sıraya girmişken Avrupalı ülkelerin işgalinden kurtuluşu canlandırmalar bitti. Şakacıktan koltuklara 23 Nisan icabı çocukları oturtup Beyaz Show’a çıkan Osman muamelesi yapmak bitti. Kuzey Kore’ye taş çıkartan rap rap askeri geçit törenleri bitti. Resepsiyonda komutanlar gazetecilere ne diyecek stresi bitti. Milli bayram adı altında bugüne kadar bize dayatılan milli ezberlerin sonuna geldik nihayet. Şimdi sıra bayramları gerçekten bayram gibi kutlama törenlerinde. Evet, Türkiye’de iyi şeyler de oluyor.

(Radikal gazeteden alınmıştır)