Bu Pargalı\'yı tırnak içine almam gerekirdi. Bizim kuşak onu \"Makbûl ve Maktûl\" İbrahim Paşa olarak tanır.

Hayat hikâyesi yüzyıllardan akarak bir ibret örneği olmuştu. Bulunduğu, daha doğrusu \'yükseldiği\' mevkide başı dönmüşler hep Makbûl ve Maktûl İbrahim Paşa\'ya benzetilirdi.

Büyüklerimizin çoğu İbrahim Paşa\'nın kim olduğunu galiba pek bilmiyorlardı. Bilinen, padişahın -hangi padişahın?- gözde adamıyken, yani makbûlken, ihtirasına yenik düştüğü ve maktûl olduğuydu. \"O kadar makbûlmüş, paldır küldür maktûl olmuş\" denirdi.

İtiraf edeyim ki, maktûlün ne anlama geldiğini öğrenememiştim. Bunlar çocukluğuma, ilkokul çağıma rastlayan yıllar. Makbûlüyse az çok kavrıyordum. Çünkü komşularımızdan Makbûle Hanım emekli general eşiydi. Ona da, \"İsminin mânâsı hayatına aksetmiş\" denirdi. Doğrusu, Makbûle Hanım da \"Paşa\"sından hep iftiharla söz açardı...

Tarihi çok geç sevdim. Çocukken ailecek gittiğimiz Topkapı Sarayı Müzesi gezintimiz, sarayı gezişimiz, Cellât Çeşmesi için falan anlatılanlar, ürküntülere yol açmıştı. Tarih dendi mi, çocukluğum boyunca, kanlı giysiler, kanlı gömlekler gelirdi gözümün önüne. Bazı korkunç rüyalar hatırlıyorum ayrıca.

Ortaokuldaki Tarih ders kitaplarımız üçüncü hamur kötü kâğıda kötü basılmış kitaplardı. Resimlerine, illüstrasyonlarına bakakalırdınız. Bu berbat kitaplar kim bilir kaç kuşağı tarih sevgisinden uzak tuttu.

Ancak lise ikide tarih öğretmenim, romanlar sevdalısı Zehra Tapman\'ın yol göstericiliğinde, geçmişin, yüzyılların o kadar zengin dünyalarına açılabildim. Rahmetli öğretmenimizi Cumartesi Yalnızlığı\'ndaki \"Türküsüz\"de bir öykü kişisi kılmaya çalışmıştım. Nezihe Meriç ve Bilge Karasu\'dan esinlerle yüklü bu öyküyü şimdi yeniden yazmayı ne kadar isterim!..

Ablamın kitaplığında benimle yaşıt bir kitap vardı: Osmanlı Padişahları. Vasfi Mahir Kocatürk yazmış. Vasfi Mahir Yedi Meşale şairlerinden. Osmanlı Padişahları popüler tarih yazımlarının örnekleri arasında sayılabilir. Yazarı, o günlerin ideolojik yaklaşımlarına bağlı kalmış.

Sık sık sayfalarına dalıp giderdim Osmanlı Padişahları\'nın. İbrahim Paşa ilk kez orada karşıma çıkmış olmalı:

\"İbrahim Paşa Rum\'dan dönme idi. Sultan Süleyman\'ın büyütmesi olup şehzadeliğinden beri yanında bulunuyordu. Kanunî padişah olduktan sonra onu has odabaşısı yapmıştı. Kendisine çok itimat ettiğinden, kudret ve zekâsını da gördüğünden, devlet teşkilâtındaki ananeye rağmen, bir müddet sonra odabaşı İbrahim ağayı sadrazamlığa çıkarıverdi ve kızkardeşiyle de evlendirdi. İbrahim Paşa sadrazamlık vazifesini on dört yıl büyük bir başarıyla yaptı ve devlete yüksek hizmetlerde bulundu.

Fakat son yıllarında padişahın teveccühü ve kendi kudret ve haşmetiyle fazla şımardı. Gitgide kendini padişah kadar ve hatta ondan daha kuvvetli görmeye başladı. Şimdiki Sultanahmet meydanında bulunan haşmetli sarayında oturduğu yerde kabul ettiği Avusturya elçilerini bir müddet ayakta durdurduktan ve el etek öptürdükten sonra kendilerine şu sözleri söylemişti: (...)\"

O sözler, özetin özeti, İbrahim Paşa\'nın kendini padişahla eşit, hatta Kanunî\'den üstün gördüğüne dairdir. Başka tarihlerde de epey tekrarlanmış; hatırlıyorum. Kanunî, \"eski kulu ve eniştesi olan Sadrazamın hareketlerini tam bir uyanıklıkla fakat belli etmeden takip etmiş\", Kocatürk\'e göre.

Beş aşağı beş yukarı, başka popüler tarih yazmışlara göre de. Sonunu usul usul kendi hazırlamış. Popüler tarih yazarları böyle demeye getirmişler.

İbrahim Paşa\'yla yıllar sonraki karşılaşmam, yine bir Topkapı Sarayı gezintisi sırasında olmuştu. Alay Köşkü\'nün altından Sirkeci yönüne yürüdüğümüzde, kılavuzumuz, kunt dış duvarlara gömülmüş küçük bir kapıyı göstererek, bu kapının Maktûl ve Makbûl İbrahim Paşa için açılmış olduğunu söylemişti.

İbrahim Paşa bazı geceler geç saatlere kadar \"Harem\"de kalırmış ve sarayın bütün öteki kapıları çoktan sıkı sıkıya örtülmüş olduğundan, bu küçük, göze batmaz, özel kapıdan çıkar, kendi sarayına dönermiş. Çok etkilenmiştim.

Dahası, uzman tarihçi kılavuzumuz öyle bir tablo çiziyordu ki, şimdinin Muhteşem Yüzyıl\'ına öncüldü. Çünkü Kanunî, İbrahim Paşa, Hürrem, şehzadeler, hanım sultanlar filan hep birlikte oturuyorlar, söyleşe söyleşe, akşam yemeği yiyorlar...

1970\'lerin sonunda Prof. Nurhan Atasoy\'un bir emek ve \'buluş\' emeği olan İbrahim Paşa Sarayı adlı eserini hayranlıkla okudum. Atasoy, yarısı yıkılıp gitmiş İbrahim Paşa Sarayı\'nı eski minyatürlerden yola çıkarak ve eski minyatürlerin görsel malzemesinden yararlanarak, \'yazı yoluyla yeniden inşa eder\'. \"Pargalı\"nın görkem düşkünlüğü artık iyice sezilir.

Tabiî Halûk Y. Şehsuvaroğlu\'nun İstanbul kitabındaki önemli bilgilendirmesini de eklemeliyim. Şehsuvaroğlu, Budin dönüşü, İbrahim Paşa\'nın Kral Sarayı\'ndan, tunç heykelleri, Herkül\'ü, Diana ve Apollon\'u getirtip kendi sarayının önünde ele güne açık açık sergilediğini yazar. Maceranın gerisinde, bu açık teşhirle alay eden bir şairin birkaç mısraı yüzünden öldürtülmesi trajedisi var...

İşte, ara ara -ve akıcılığını, çekiciliğini asla inkâr etmeyerek- Muhteşem Yüzyıl\'ı izlerken, \"Pargalı\" bir kez daha karşıma çıkacakmış. Bu kez ciddi bir tarihçinin yazısında! Bu yazının varlığını geçtiğimiz hafta Zaman Gazetesi\'nde yayınlanan bir haberle öğrendim. Sonra da yazının bulunduğu kitaba yöneldim.

Yapı Kredi Yayınları, İsmail Hakkı Uzunçarşılı\'nın makalelerini, değerli Nuri Akbayar\'ın titiz çalışmasıyla, bugünün okuruyla buluşturuyor. İkinci kitap Osmanlı Hanedanı Üstüne İncelemeler. Bu çok önemli makaleler kitabının 293. sayfasında \"Kanunî Sultan Süleyman\'ın Veziriâzamı Makbûl ve Maktûl İbrahim Paşa Padişah Damadı Değildi\" başlıyor.

Ne saklamalı; kitabı baştan sona tararken bu makaleyle yüz yüze gelince, apar topar okumaya başladım \"Pargalı\"nın \'izdivaç hikâyesi\'ni. (Muhteşem Yüzyıl dizisinin asıl yararı bu soy okumalar olsa gerek.)

Benim bu yazıdaki amacım diyor Uzunçarşılı, \"İbrahim Paşa damat mıdır, değil midir? Şüphesi hakkında bir tetkik(...)\" Hemen ekliyor: \"Pargalı\"nın yüzyıldaşı tarihlerde \"bu zatın damatlığı hakkında hiçbir kayıt\" yokmuş. Sonraki kaynaklarda yokmuş. Bırakın damatlığı; \"zevcesinin de saltanat hanedanına uzaktan veya yakından mensubiyetine dair de bir mütalaa\" yokmuş. Âli, Peçev1î, Solakzade... hiçbirinde yok!

Peki nerden çıkmış padişah damatlığı? Müneccimbaşı \"(C. 3, s. 481) İbrahim Paşa\'nın 930 h 1524 m\'de damatlığı için bir sûr-ı hümayun tertip olunarak padişahın Atmeydanı\'ndaki İbrahim Paşa Sarayı\'na gittiğini beyan\" etmiş. -Namık Kemal\'in yabana atılamayacak kaygılarına rağmen bizim tarihçilerin pek itibar ettiği- ünlü Hammer, tabiî Müneccimbaşı\'nı \"mehaz göstermeyerek\", \"Pargalı\"nın padişahın kızkardeşini aldığını \"zikrederek, düğün hakkında tafsilât\" vermiş!

Ayrıca Uzunçarşılı kendisinin de yanıldığını belirtiyor. Kendi Osmanlı Tarihi\'nde Uzunçarşılı, İbrahim Paşa\'yla Yavuz Sultan Selim\'in kızlarından Hatice Sultan\'ın evlendiğini yazmış. Bu da epey bir kişi tarafından tekrarlana gelmiş. Uzunçarşılı şimdi eldeki mektupları, özellikle mektupları, ama başka kaynakları, hatta en küçük bir kayıt bilgisini değerlendiriyor: Hanımın ismi Muhsine, Kumkapı\'da 1532\'de bir cami yaptırtmış...

Mektuplardan alıntılar dönemin gerçek çehresini \'görmek\' isteyenler için olağanüstü ipuçları veriyor. Elbette \"Pargalı\"nın gerçek kişiliği için de. Uzunçarşılı, incelemesini 1965\'te yayımlamış. Ne denir?!

ZAMAN