MUSTAFA KÖKER

Interaktif medyanın insan ve toplum hayatında daha fazla yer alması, “Youtuber” gibi yeni kavramlarla birlikte tanımlamaları da beraberinde getirdi.

Bilgiyi kolay yoldan edinen “Google kültürlü” kitleleri her türlü yanlış bilgi ile yönlendirebilecekleri gibi, işini ciddi yapan sorumlu ‘Youtuber’ların, hazırladığı belgesel ve benzeri çalışmalar “doğru”ya ulaşmak isteyenlerin de vazgeçilmezi.

Uzun emekler harcanarak hazırlanan bir çok bilgi, kolay ulaşıldığı için hoyratça tüketilmesine rağmen, sorumluluk üstlenen ciddi ‘Belgeselci’ ve ‘Youtuber’lerin kişi ve toplum bilinçlenmesinde üstlendiği roller takdire değer.

Eurovizyon, bir çok önemli belgeselde imzası bulunan Kaan Ünsal Alphan ile görüştü...

Youtube’da birbirinden çarpıcı ve kaliteli belgeseli izleyenlerle buluşturan Alphan’a, neden bu işi yaptığından, Youtuber ve belgeselciliğe kadar her soruyu yönelttik.

İşte o sorular ve aldığımız cevaplar:

Soru 1- Büyük ekiplerle hazırlanan belgesellere taş çıkartan yapımlara imza atıyorsunuz. Türkiye'de bu anlamdaki en kaliteli youtuber ve hatta belgeselcisiniz. Tek başınıza bu işi nasıl başarıyorsunuz? Bu işin sırrı nedir?

İlk olarak bu nazik davetinizden dolayı teşekkür ederim.
Ben en kaliteli belgeselci olduğumu düşünmüyorum. En iyi Youtuber olduğum ise hem göreceli, hem de genel göstergeler açısından şimdilik tartışmalı. Ancak “en iyi Youtuberlardan biri” derseniz, bunu samimi bir motive etme şekli olarak kabul edebilirim. O meşhur “parfüm” benzetmesini bilirsiniz. Ben de bu iltifatınızı alayım, koklayayım ama yutmayayım.


Her şeyi tek başına yapmanın çok zor olduğu doğru ama bu, aynı zamanda yaptığınız işin de tamamen size ait, özgün bir çalışma olacağı anlamına gelir. Böylece çalışmanızı insanlara sunduğunuzda hissedeceğiniz o kıvanç duygusu da katlanmış olur.
İşin sırrıyla ilgili sorunuza kendi adıma cevap vermem gerekirse, işin asıl kısmı tabi ki anlatacağınız konuyla ilgili etkileyici bir metin ve metni daha çarpıcı hale getirecek olan kurgusu; yani konuya nasıl gireceğiniz, alt başlıkların sıralaması, sonunu iyi bağlamak. Yabancı dilinizin olması büyük bir avantaj; bu araştırma alanınızı genişletiyor. Konuyla ilgili bildiğiniz tüm yabancı dillerde toplayabildiğiniz kadar yazı topluyorsunuz, okumaya ve çevirmeye başlıyorsunuz. Sonra karşılaştırma ve doğrulama aşamasına geçiyorsunuz.  Çünkü Prof. Celal Şengör’ün de dediği gibi “ikinci el bilgi – çok tehlikelidir.”
Ancak çoğu insanın sandığı gibi internette her bilgi yok. Ben bazı belgeseller için çoğu kez kitapçılara gittim.
Yaptığımız işin en zor kısmı, sunum süresinin çok uzun olmasıdır; bazıları 80 dakikayı buluyor. Bu süre boyunca seyircinin dikkatini dağıtmamak, sıkmamak, konudan konuya “yumuşak” geçişler yapmak lazım. Fakat bu sırada heyecanı da en üst seviyede tutmak şarttır. Bu noktada da işin teknik tarafı devreye girer; yani donanımınız, seslendirenin ses tonu, kullandığı fon müziği ve uygun görüntüler. Mesela bazen biyografik bir belgeselde, hüzünlü bir olayı anlatırken olay, ses tonunuzdaki duygu ve fondaki müzik tam bir uyum içinde olursa, seyirci o anı yaşamaya başlar; tıpkı sinema filmlerinde olduğu gibi. Benim en büyük hayalim sinema filmi gibi belgeseller yapmaktı. Bunu hala söylerim.


Soru 2- Günümüz toplumunun gerçekçi temellere dayanmayan komplo teorilerine inanma eğilimi var. Özellikle genç kesim bu konularda araştırma inceleme yoluna gitmediğinden, farazi bilgiler ve iddialarla dolu youtube yayınları çoğaldı. Böylece bilgi kirliliği oluştu. Bu konu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Komplo teorilerini çok geniş kitlelere akıl almaz bir hızla yayması, Youtube yayıncılığının belki de en zararlı yanlarından biri oldu. Bu soruyu cevaplarken aslında iki soruyu birden cevaplamış olacağım. Çünkü beni izleyen insanlar da artık videolarımda komplo teorilerine neredeyse hiç yer vermememden şikâyetçi.
Aslında cevaplardan biri de sorunuzun içindedir. “Genç kesim bu konularda araştırma, inceleme yoluna gitmediğinden…”. Bağımsız bir şekilde araştırmamış, incelememiş kişi – donanımsız ve hazırlıksız kişidir. Komplo teorileri ise, bu akıma bahsettiğimiz anlamda “hazırlıksız yakalanan” insanların dünya görüşlerinde korkunç bir sarsıntıya ve deformasyona yol açıyor. Hiç bilginiz ve altyapınız yok ise, bir anda bu komplo teorileri tarafından “çarpılıyorsunuz” ve bu bilgiler sizi öyle bir dolduruyor ki, başka bir şeye yer kalmıyor. Yani komplo teorileri bu insanların bilincinde bilimin yerine geçiyor. Bunun bir diğer nedeni de, komplo teorisyenlerinin (ki bunlar genelde güçlü kaleme sahip bilim kurgu yazarlarıdır) anlatım dillerinin; daha kuru, nispeten yalın ve sıkıcı bir dile sahip pozitif bilimlere göre daha çekici ve sürükleyici olmasıdır. Anlatım sırasında kullanılan yarı bilimsel dil, bu etkiyi iyice kuvvetlendiriyor (“pseudoscience” veya “sözdebilim” dediğimiz şey de aynı noktaya çıkıyor)  ve bunun sonucunda da ortaya tamamen “Youtube’dan mezun”, anlamsız paranoyalara kapılmış, kafası karışmış gençler çıkıyor. Bu insanlarla tartışırken ciddi bir iletişim sıkıntısı çekiyorsunuz, çünkü konuştuğunuz dil artık aynı dil değil. Dünya görüşlerinde komplo teorileri, çılgınca iddialar artık pozitif bilimlerin yerini almış durumda ve neredeyse Antik Çağ Filozoflarından – XX. Yüzyılın bilim insanlarına kadar tüm bilim dünyasının, gerçekleri (!) insanlıktan gizlemek üzere yemin etmiş gizli bir tarikat olduğuna inanıyorlar.
Bu duruma ben bir isim koymak istemiyorum. İnsanlar isimlendirsin.

Soru 3- Sevenleriniz ve izleyicileriniz yapımlarınızın bazı kimselerce kopyalandığının farkında. Bu durum sizi rahatsız ettiği gibi onları da üzmekte. Sizce bu emek hırsızlığı nasıl engellenebilir?

Kolay yoldan şöhret ve zengin olmak isteyen, fakat üretemeyen; ilerlemek istediği alanda her hangi bir beceriye sahip olmayan ama yüzünün tanınması için bir şekilde dikkat çekmeye çalışan insanların başvurduğu yollardan biri budur. Bu insanlar her ne pahasına olursa olsun meşhur olma hırsıyla yola çıkmış insanlardır. İnsanlara bir şey vermeyi düşünmezler ve zaten - eskilerin deyimiyle “heybelerinde de bir şey yoktur.” İlk fırsatta bu platformdan bambaşka birine sıçramaya çalışarak ve orada da aynı şeyleri yaparak dikkat çekmek için uğraşırlar. Bizim yapabileceğimiz tek şey hukuki yollara başvurmak ve insanları bilinçli olmaya davet etmek. Bu tür şeyler, dediğiniz gibi dikkatli takipçilerin gözünden kaçmaz ve kaçmıyor da zaten. Takdir onlarındır diyelim.

Soru 4- Ekonomik olarak karşılığının zor alınacağı çalışmalar bunlar... Bu çalışmaların size maddi getirisi oluyor mu?
 
Youtuberların kazançlarını açıklamadıkları, açıklamalarının yasak olduğu yönündeki iddialar asılsızdır. Çünkü bu aslında saklayabileceğiniz bir şey değil. Hatta bazı kanal sahipleri “bakın kimse bunu söylemez ama ben ne kadar kazandığımı açıklıyorum” şeklinde garip açıklamalar da yaptı. Açıkça söylüyorum, benim aylık kazancım sabit olmamakla birlikte, Türkiye’deki asgari ücret kadar bile değil. Hatta bazı kanallar gibi ben de sırf buradan geçinebilir miyim diye denedim ama olmuyor. Bilmiyorum, belki de ben işin ticari tarafından anlamadığım içindir. Üstelik Youtube içinde sık sık oluşan sistemsel hatalar kazancımıza büyük zararlar veriyor ve kimse de size “affedersiniz, biz bir hata yaptık, buyurun kaybettiğinizi” demiyor.



Soru 5- Günümüz teknolojisinin alt yapısını oluşturan büyük deha Nikola Tesla'yi her yönüyle anlattığınız "Kimsin Sen Tesla?" isimli biyografik çalışmanız büyük takdir topladı ve pek çok eğitimcinin de dikkatini çekti. Zira bu çalışma komplo teorilerinden farklı olarak gerçekçi temellere dayanan ve gerçeği anlatan bir yapımdı. Bu tarz biyografik çalışmaların devamı gelecek mi?

Dediğiniz gibi, Tesla ile ilgili o internette dolaşan kadar akıl almaz iddia var ki, neredeyse bu insanın en gizemli yanının, onun İNSAN tarafı olduğunu düşünmeye başlamıştım. Çocuklara ve gençlere böyle insanları, haklarında uzaylı olduğu veya gelecekten geldiği yönünde iddiaları anlatarak değil; küçükken köy avlusunda kazları, tavukları kovalamış ve çatılardan düşmüş bir köylü çocuğunun çalışkanlığını, azmini, büyük başarılarını ve yüksek karakterini anlatarak örnek olabilirsiniz. Büyük ölçüde hayatıyla ilgili yazılan kitaplardan esinlenerek hazırlanan bu video eğitimcilerin hoşuna gitmişse (ki bundan onur duyarım) bu yüzden gitmiştir diye düşünüyorum. Belgelesin sonunda da dediğim gibi; “O bizden biriydi…”
Evet, biyografik belgeselleri severek hazırlıyorum ve şartlar izin verirse tarihe yön vermiş insanların öykülerini anlatmaya devam etmek istiyorum.

Soru 6- İlgili belgeselin baslığına nazire yaparak sormak isteriz ki: "kimsin sen Kaan?" Sevenleriniz sizi çok merak etmekte. Bize kendinizden bahseder misiniz?

Ben, eldeki tüm imkânlarla insanlara ve mümkün oldukça da yardıma muhtaç tüm canlılara faydalı olmadıkça, hayatın pek değer verilecek bir şey olmadığına inanan ve aynı zamanda da sıradan kalmaya çalışan bir insanım. Yaptığım her şeyin altında sadece bu düşünce yatar. Bence mutluluğun, huzurun tek formülü de, yaşadığım zaman ve ortam için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışarak, aynı zamanda kendimi arka planda tutmaya çalışmamın nedeni de budur. Kaldırıma oturup simit yerken veya çöplerin yanındaki sokak hayvanlara su, mama verirken; sokaktaki bir sanatçının yanına oturup şarkısına eşlik ederken bu muhitin veya doğanın bir parçası olduğumu hissetmek istiyorum; fark edilen, dikkat çeken, parmakla gösterilen biri olduğumu değil.



Soru 7- Son olarak bilgiye ulaşma, eleştirel düşünme ve kendini geliştirme konusunda sosyal medya kullanıcılarına neler söylemek istersiniz? Bu güzel söyleşi için teşekkür ederiz.

Eleştirel düşünme veya eleştirel bakış, bence bir ressamın resim çizerken arada bir adım geri çekilerek eserini sanki başkasıymış gibi incelemesi gibi bir şeydir. Bu yüzden eserinizi izleyen kişi, bir de o alana hâkimse, eserinizde başarılarınızla birlikte, hatalarınızı da görür. Alana hâkim olması dışında, çalışmayı sonuna kadar, dikkatlice izlemiş olması gerekir. Bu yüzden şevkinizi kırmadan, eleştiriyi şahsi şovuna çevirmeden (bir de böyleleri var) eksiğinizi düzeltmeniz için sizi uyarır. İşte yapıcı eleştiri budur. Yoksa 1 saatlik çalışmanızın 10 dakikasını izleyip eleştirenler, eleştirirken şahsınıza hakaret edenler, itham edenler de var. Bunun bir diğer nedeni de bence insanların yorum ile eleştiriyi birbirine karıştırmasıdır. Herkes yorum yapabilir ama herkes eleştiremez.

Tartışma kültürü, yani fikir tartışmaları, bir toplumun medeniyet düzeyini gösteren en önemli işaretlerden biridir. Bireysel açıdan da bilge bir insanın tartışma sırasında tanınabileceğine dair bir yazı okumuştum. Bu kültür maalesef bizim toplumuzda iyi bir düzeyde değil. İnsanlar tartışmaya girerken bunun bir fikir çatışmasından ileri gitmemesi gerektiğini unutuyor, kendini ringde zannederek “rakibini” her şekilde ezmeye, kendi fikirlerini dayatmaya çalışıyor. Bu yanlıştır. Senin gibi düşünmeyen herkes aptal değildir. Tartışmada yenen-yenilen olmaz, fikirleri uyuşmayan insanlar olur, bilgili/bilgisiz insanlar olur. Bazen fikirler farklı dünya görüşlerinden dolayı uyuşmaz;  o zaman tartışmanın durdurulması lazım. Belki tuhaf gelebilir ama çoğu zaman düzeyli bir tartışma, iletişim kurmanın en iyi yoludur. Bizim ülkemizdeki tüm sorunların kökünde bu var; biz tartışmayı bilmiyoruz. Bu da iletişim kurmamızı engelliyor. Bu nedenle birkaç defa sosyal medyadaki profillerimden de söylemişimdir:
Gelin konuşalım, sakince tartışalım.
Sandığımız kadar farklı olmadığımızı göreceğiz.

Ben teşekkür ederim.
Başarılar dilerim.