Bürüksel, Türk asıllı Belçikalıların yoğun yaşadığı bir şehir. Bu Türk asıllı nüfus içinde toplu halde Brüksel’in merkezinde bulunan mahallelerde dayanışma içinde organize olan Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesinden gelenlerin sayısı bazı tahminlere göre 40-50 bini buluyor.

 

Avrupa’daki Türk göçmen grupları arasında aynı bölgeden gelen insanların bu kadar yoğunlaşmasını başka yerde görmediğini söyleyen Sosyolog Ural Manço, “Bu insanlar hem Türklüklerini, hem de bunun üzerinde Emirdağlıklarını yaşatıyorlar.” diyor. Brüksel’deki Türk asıllılar, ülkenin diğer bölgelerindeki göçmenlerden daha toplu halde yaşadıkları için Belçika toplumuyla daha az temasta bulunuyor.

 

“Emirdağlılar Türkmen geleneklerine çok bağlı”, bu sözler daha önce Emirdağlılar hakkında birçok çalışma yapan Rabia Kaçar’a ait. Kaçar, Brüksel’deki Emirdağ‘lıları birbirine çok yakın, misafirperver, komşularına ve çocuklarına büyük önem veren bir toplum olarak tanımlıyor.

 

ENTELEKTÜEL BİR KESİM OLUŞUYOR

 

Emirdağlıların toplu halde yaşamaları son 50 yıldır çok tartışıldı. Ancak uzmanlar toplumun hızla değiştiğini, Türk asıllı Belçikalılar arasında entelektüel bir kesimin oluştuğunu belirtiyor.

 

Avrupa Birliği Konseyi’nde finans kontrolörü olan Murat Çelik değerlerine sahip çıkmaya çalıştığını belirtse de, kendini bir Emirdağlı olarak tanımlamıyor. Başarısını başta ailesinin kendisine verdiği terbiye ve disipline bağlıyor ve sadece çok çalışarak başarıya ulaşıldığının altını çiziyor. Türk mahallelerinde ikamet etmeye devam eden Çelik, kendini Belçika toplumunun bir parçası olarak gördüğünü, hiç bir zaman dışlanmadığını, ırkçılığa maruz kalmadığını söylüyor. Murat Çelik bu konuda : “Kendi başarısızlığımızı ırkçılığa bağlar olduk. Ayrımcılığı kendimizi sorgulayarak karşı tarafa verdiğimiz güvenle giderebiliriz. Öğrenci çalışkan olursa, öğretmen onunla övünür, bakış açısı değişir. Ayrımcılık donanımlı insanı fazla etkilemez.” diyor.

 

KENDİ KALIP BELÇİKALI OLMAK ZOR AMA MÜMKÜN

 

Türk asıllı Belçikalıların hayat ile mücadelesi anaokul döneminde başlıyor. Zira evde Türkçe, okulda Fransızca veya Flamanca konuşan çocuklar küçük yaşta kimlik ve aidiyet sorunu yaşıyor. Çocuk her iki tarafa da uyum sağlamaya çalışıyor. Bu zenginliğin farkına varması ve kimlik sorununu aşması halinde genç, kendini geliştirip güçlü bir kimlik ortaya koyabiliyor. Aksi taktirde bu ağır yükü hayatı boyunca taşıyor.

 

52 derneği birleştiren çatı kuruluşu Fedactio’nun Yüksek İstişare Kurulu Başkanı İsmail Cingöz, “her Belçikalı gibi tüm vazife ve görevlere talip olan donanımlı birer fert olarak bu ülkeye hizmet edebilme potansiyelimizi sürekli olarak en üst seviyeye yükseltmeliyiz. Kendi olarak kalıp Belçikalı olmak zordur ama kesinlikle mümkündür ve zaruridir.” diyor.


“TÜRKLER KADERİNE TERK EDİLDİ”

 

Bir milyon nüfuslu Brüksel’de dünyanın dört bir tarafından gelen farklı kültür, dil ve dine mensup insanlar yaşıyor. Belçika’nın karışık siyasi yapısı, idari bölgelere ve topluluklara ayrılması, üç resmi dilin olması, ülkenin ayrımcılık ve ırkçılık açısından bazı Avrupa ülkelerine göre daha iyi durumda olmasını sağlıyor. Ancak son yıllarda Avrupa genelinde olduğu gibi ırkçı parti ve söylemler burada da da hız kazanmış durumda. Vlaams Belang adlı parti geçtiğimiz aylarda ırkçı bir kampanya başlattı. Ayrıca vatandaşların yabancı asıllı insanlara yönelik şikayetlerini bildirmeleri için bir de internet sitesi kuruldu.

 

Belçika’nın ekonomisi diğer birçok Avrupa ülkesine göre daha iyi durumda olsa da, Brüksel’de her beş kişiden biri işsiz. Yabancı asıllı gençler arasında bu oran iki kat fazla. Birinci kuşak 80’li yıllarda madenler kapanınca kendi hallerine bırakıldı. Belçika’da doğup büyüyen, dil sorunu olmayan ikinci ve üçüncü kuşak da halen istihdam sorunu yaşıyor.

 

Belçika’da ırkçılığın, ayrımcılığın net bir şekilde var olduğuna işaret eden Avrupa Irkçılık ile Mücadele Ağı’nın Direktörü Michael Privot, Türk toplumunun uyumuna yönelik, Belçika’nın şu ana kadar hiç bir somut adım atmadığını, 50 yıldır Türkleri ve diğer göçmen grupları kaderine terk ettiğini, ancak ikinci ve üçüncü kuşaklarda görülen gelişme ile durumun hızla değiştiğini ve böylece entelektüel bir kesimin oluştuğunu söylüyor. Michael Privot yabancı kökenli insanları topluma kazandırmanın en güzel yolunun istihdamdan geçtiğini, ancak Belçika’nın bu konuda yeterince çaba sarfetmediğini belirtiyor. Belçika’daki eğitim sistemini de eleştiren Privot, Belçika genelinde Türk kökenli insanlar tarafından açılan 8 okuldan övgü ile söz ediyor ve bunun gelecekte çocuklar üzerinde pozitif etkileri olacağını belirtiyor.

 

Çoğu işçi olarak Belçika’ya gelen birinci kuşak, genelde okuma yazma bilmiyenlerden oluşurken, bilenler ise en fazla ilkokul mezunu. Brüksel’de yaşayan Emirdağ‘lılar çoğunlukla çocuklarını evlerine yakın okulları tercih ederek, onları göçmen çocuklarının gittiği okullara yazdırıyor. Hükümetlerin, yabancı kökenli öğrencilerin çoğunlukta olduğu, kültürel karışımın olmadığı okullara olan olumsuz bakışı, bu okulların elitist okullar ile arasının açılmasına neden oluyor. Bu da Brüksel’deki Türk kökenli öğrencilerin gelecekteki başarı şansını bir hayli düşürüyor.

 

Brüksel Üniversite’sinde çalışan sosyolog Dirk Jacobs, Türk asıllı Belçikalıların eğitim sistemindeki ayrımcılığın kurbanı olduğunu, bu ayrımcılığın iş arayışı sürecinde de devam ettiğini, bunun da Türklere, toplum tarafından dışlanma hissi vererek, kendi içlerine kapanmalarına sebep olacabileceğini belirtiyor.

 

GENÇLER EĞİTİM SÜRECİNDE IRKÇILIĞA MARUZ KALARAK ENGELLENİYOR

 

Kültür Bulyonu adlı dernekte hayatının 24 yılını Türklerin de aralarında bulunduğu yabancı kökenli öğrencilere adayan ve Okullarda Irkçılığa Maruz Kalanlar için Koruma Kollektifi CODİRE’yi kuran Belçikalı Dominique Dal (64) okullarda yaşanan ırkçılığın had safhada olduğunu, anaokullarında bile çocukların sınıfta bırakıldğını veya okuldan atıldığını belirtiyor. Dal, çocukların psikolojisinin düşünülmesi ve korunması gerektiğine işaret ediyor ve çocukların kültürel farklılıklarının yeterince dikkate alınmamasından şikayet ediyor. Dal eğitim sisteminde tamamen değişikliğe gidilmesini savunuyor. Belçika’daki dünya sıralamasında ilk yüze girebilen üniversitelere sahip olsa da , uzmanlar ülkedeki eğitim sistemini ayrımcılığı tetiklediği gerekçesiyle sık sık eleştiriyor. Durumun vehametine dikkat çeken Belçikalı eğitim gönüllüsü: ‘‘Bir gün çalışacak yeterince Belçikalı kalmayacak. Belçika’da yeterince mühendis, hemşire, doktor yok. Hükümet vasıflı insanları dışarıdan getirmek zorunda kalacak. Yeni bir göç dalgası yaşanabilir. Ancak sistemin değişmesi ile buradaki gençler değerlendirilebilir. Birçok gencin eğitim sürecinde ırkçılığa maruz kalarak engellendiğine inanıyorum. Yeni politikalarla gençlerin başarmasına şans tanınabilir” diyor.

 

GAYRİMENKUL ZENGİNİ OLDULAR

 

Genellikle inşaat işlerinde çalışan Brüksel’deki Emirdağlılar gayrimenkul zengini olmuş durumdalar. “Çocuklarıma da birer daire alayım” diye çalışıp didinen babalar çoğu zaman bu amacına ulaşmış.

 

Divan Pastahanesi işletmecisi Vehbi San, sistemin başarısına dikkat çekerken, Türk asıllı Belçikalıların bulunduğu nokta konusunda oldukça karamsar: “Nüfus ile ortaya çıkan başarıyı kıyasladığımız zaman birbiri ile örtüşmüyor. Gayrimenkul zengini olanlar çok, ancak hırsla zengin olmuşlar. Bu, sistemin başarısı. Avrupa’daki hayat standardının yüksek olması insanların buradaki hayat standardlarını yükseltti.” diyor. Murat Çelik ise konuyla ilgili: “Gayrimenkul alan anne babalar, kredi ödeyeceğim, işlemleri takip edeceğim diye çocuklarına vakit ayıramıyor. Bunun da bir sınırı olmalı.” diyor.

 

TÜRK AASILLI BELÇİKALILAR: HEM MUHAFAZAKAR HEM MODERN BİR TOPLUM

 

Pideci Metin lakaplı Metin Edeer ise baba mesleğini Brüksel’de sürdürüyor. Restoran işletmeciliği işini çok seven ve işini itina ile yapan Edeer 1980’li yıllarda Schaerbeek’te ilk pideci dükkanını açanlar arasında. İlkokul mezunu olmasına rağmen çok kitap okuduğunu söyleyen Edeer, çocuklarının okuması için elinden geleni yapıyor. Edeer uyum ve entegrasyon sorununun bir sebebinin de Türk asıllı Belçikalıları tembelliğe sürükleyen işsizlik maaşı olduğunu, kimilerinin bu gelirden 30 yıl boyunca çalışmadan faydalandığını, ardından da emekli olduğunu söylüyor.

 

Brüksel’de Türk asıllı Belçikalılar hayatının büyük bölümünü Brüksel’in Schaerbeek ve Saint-Josse bölgelerinde yaşayarak geçirdi. 50 metre karelik evlerde aileler en az iki veya üç çocuk büyüttüler, tuvaleti banyosu olmayan yerlerde kaldılar. Birinci kuşak para biriktirmek, çocuklarına iyi bir gelecek sunmak için canını dişine taktı. Türkler 50 yıl sonra artık yavaş yavaş Brüksel’in ferah mahallelerine taşınırken, eski Türk mahallelerine Bulgaristan, Romanya gibi Doğu Avrupa ülkelerinden gelen yeni göçmen gruplar yerleşiyor.

 

ÖZDEMİR 50 YILDA ÇOK ŞEY DEĞİŞTİ

 

Birçok Türk asıllı Belçikalının seçilmesi ile siyaset, Belçika’daki Türklerin ilgi ile izlediği bir alan haline geldi. Halk arasında siyasetten söz açılınca akla gelen ilk isimler arasında Brüksel Hükümeti Devlet Bakanı Emir Kır ve Brüksel Bölge Milletvekili Mahinur Özdemir geliyor.

 

Yılların tecrübesi ve başarılı çalışmaları ile hem Türklerin hem Belçikalıların kalbinde taht kuran Emir Kır kendisinden sonra aynı yolu izleyen siyasetçilere örnek oldu. Kendini çok kültürlü biri olarak tanımlayan Emir Kır da başarısını ailesinin kendisine verdiği eğitime bağlıyor: ‘‘Aile çok önemli. Babam benim için modeldi. Belçikalılarda siyasetten konuşmak tabudur, biz farklıydık. Babam hep, sadece baba veya eş olamayacağımızı, toplumda da sorumluluk sahibi olmamız gerektiğini söylerdi. Siyasete atılmam, sorumluluk sahibi olmamın zamanı geldiği anlamına geliyordu. Olaylar kendiliğinden gelişti.’‘

Emir Kır’ın babası da tıpkı diğer göçmenler gibi madenlerde çalıştı. 9 yaşına kadar Belçika’nın Charleroi kentinde büyüyen Emir Kır, daha sonra Brüksel’e taşındı. Dernekçilik hayatı kişiliğini geliştirmesini ve potansiyelini ortaya koymasını sağladı.

Dünyanın dört bir tarafından gelen insanların bir arada buluştuğu başkent Brüksel, çok kültürlülüğün simgesi haline geldi. Bu hoşgörü sisteminin getirdiği avantajlar ile Avrupa Birliği’nin ilk ve tek başörtülü Brüksel Bölge Milletvekili Emirdağ kökenli Mahinur Özdemir, Türk toplumunun siyasetçilerden yetki ve görev alanlarının çok ötesinde beklentilere girdiklerini söylüyor. Özdemir: “Siyasiler olarak yetki ve görev alanlarımızı belki de yeterince net olarak açıklayamıyoruz. Manavdan et istemeye gitmiyoruz ama siyasetçileri her sorunun çözümünden sorumlu tutabiliyoruz. Bunun en büyük nedeni umut tacirliği yapan, söylemler üreten bazı siyasetçiler”. Belçika’nın özgürlükler ülkesi olduğunu söyleyen Özdemir, başörtüsünden dolayı zaman zaman hedef alındığını ancak bunun çalışma alanıyla ilgili olmadığının altını çiziyor. Özdemir, 50 yıl içinde Belçika’daki Türk toplumunun inanılmaz başarılara imza attığını belirtiyor.

 

Metin Edeer, altyapısı olmayan, bazen dil bilmeyen insanların politikaya soyunduğunu, bunun da halka bir faydası olmadığını belirtiyor. Yıllardır yaşadığı sıkıntıları dile getiren Edeer, seçilenlerin yeterince aktif olmadığını, Türk mahallelerini kendi haline bıraktıklarını söylüyor. Edeer örnek olarak mahallelerdeki emniyet ve park sorununu gösteriyor. Birçok şikayet olmasına rağmen belediyenin sorunlara çare bulamadığının altını çiziyor.

 

Yıllardır siyasetçileri yakından takip eden Murat Çelik derin çalışmalar yapmayarak, sadece “görsünler, desinler” diye hareket eden siyasetçileri şiddetle kınıyor. Çelik seçilen insanların kendi becerileri, tecrübeleri veya birikimleri ile değil tanıdıklarının oyları ile seçildiklerini söylüyor. Çelik “ Siyasetçiler şu ana kadar neyi başardı?” sorusunu sormadan da geçemiyor.

 

BRÜKSEL’DE TÜRK DERNEKLERİNDE PATLAMA YAŞANIYOR

 

1963 yılından itibaren Belçika’ya çalışmak için akın eden birçok Türk için dini vecibelerini yerine getirmek ve akrabanın olmadığı bir ortamda dayanışma içinde yaşamak önem arz ediyordu. Bunun için de birçok dernek açtılar. Bugün ise Belçika genelinde Türklerin işlettiği 200’ü aşkın dernek bulunuyor. Kimi dernekler devlet yardımları ile, kimiler ise halkın desteği ile ayakta duruyor. Son 10 yıldır dernek çalışmalarında adeta patlama yaşanıyor.

 

Zamanla Türkiye’deki farklı siyasi görüşler Belçika’ya da yansıdı. Farklı görüşleri yansıtan onlarca dernek açıldı. Halk böylece kendisine çayını kahvesini içecek ve sohbetini yapacak alanlar oluşturdu. Öncelikle Türkler arasında organize olunmaya çalışıldı, bu süreçte Belçikalılara tanıtım eksik kaldı.

 

1980’li yıllarda kurulan ve halk arasında Milli Görüş olarak bilinen Belçika İslam Federasyonu özellikle birinci nesil için toplumu şekillendiren önemli bir aktör olmuş. Göç alan Belçika bu duruma hazırlıksız yakalandığı için dini vecibeleri yerine getirme ihtiyacı ön plana çıkmış.

 

Belçika İslam Federasyonu’nun Genel Başkanı Zeki Bayraktar Anadolu’nun köyünden dilini, dinini, alışkanlıklarını bilmedikleri bir ülkeye çalışmak için gelen göçmenlerin zor günler yaşadığını hatırlatıyor. Bayraktar ölüleri anavatana göndermek üzere cenaze fonu oluşturduklarını bunun yanında ihtiyaca göre birçok yardım faaliyeti geliştirdiklerini, ayrıca kurban etlerinin yoksul Belçikalılara da dağıtıldığını söylüyor. Birçok faaliyette öncü olduklarını söyleyen Bayraktar, Belçikalılara kendilerini daha iyi tanıtmayı planlıyor.

 

Son iki yıldır Merkezi Brüksel’de bulunan ve 52 derneği bünyesinde barındıran Fedactio çatı kuruluşu Belçika’da adından sık sık söz ettiriyor, zira hem Belçikalıları hem Türkleri kucaklayan dev projelerle dikkat çekiyor. Fedactio Yüksek İstişare Kurulu Başkanı İsmail Cingöz devletin yetmediği yerde insanlara ufuk kazandıracak projeler geliştirdiklerini, buna örnek olarak 50. yıl etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen Belçika-Türkiye dostluğu temalı karikatür yarışması ve “Birlikte Yaşama Sanatı” konulu resim çalışması gibi iki kültürü birleştiren projeler geliştirdiklerini söylüyor. Bunların dışında girişimciliği teşvik etme kursları da ilgi görüyor. Cingöz, insanların sorun olmaktan öte çözümün bir parçası olduğunu söylüyor. Belçika’daki Türklerin bugün geldikleri noktayı olağanüstü bulduğunu belirten Cingöz, tıpkı Belçika gibi Türkiye’nin de bugüne kadar Türk göçmen grubuna sahip çıkmadığını, onları döviz kaynağı olarak gördüğününün altını çiziyor.

 

Her gün onlarca farklı müşteri ile karşılaşan Chaussee de Heacht’taki Divan pastahanesi işletmecisi ve İstanbul Üniversitesi sosyoloji fakültesi mezunu Vehbi San: “Örgütlenmek bir başarıdır, insanların kendi içinde hareket edip belli hedefler doğrultusunda bir güç birliği oluşturması, bir başarıdır.” diyor. Bu düşünceye katılan Schaerbeek Belediye Başkanı Bernard Clerfayt Türk asıllı Belçikalıları kurduğu dernek çalışmalarından övgü ile bahsediyor. Brüksel Üniversitesi’nde çalışan sosyolog Dirk Jacobs da Türklerin dernek konusunda çok aktif olduklarını belirtmeden geçemiyor.

 

“GÖÇMENLER AB’YE ÖNEMLİ KATKILAR DA SUNDU”

 

Avrupa’da genellikle Müslüman göçmenler için kullanılan uyum ve entegrasyon kelimeleri popülaritesini koruyor. Konu açıldığında hemen hemen herkesin söyleyecek bir sözü oluyor.

 

Brüksel hükümeti Bölge Bakanı Emir Kır: “Avrupa’da Müslümanların ekonomik krize sebep olduğu intibasının verilmek istediğini belirtiyor. Bir araştırmanın yapılması halinde göçmenlerin AB’ye önemli katkıda bulunduğunu açıkça görülecektir.” diyor.

 

 

Bazı televizyon, radyo ve gazetelerin işlediği konulardan rahatsız olan Murat Çelik bunu kırmanın yollarını arıyor. Çelik “Birileri göçmen ve Müslümanlara yönelik korkuyu yaşatmak için çabalıyor. Müslüman suç işleyince “İslamist” oluyor ancak Hıristiyanlar suç işlediğinde onlara dinlerine yönelik bir vurgu yapılmıyor. Bunu kırmak için ne yapmalıyız? Belki biz de toplum olarak kendimizi onlara anlatamadık. Şahsi olarak kültürler arası köprüleri kurmayı bazen başarıyoruz. Tatlı dille anlatıldığında size saygı duyuyorlar. Kültür ve din konusunda iki tarafında birbirinden öğrenecek çok şeyi var” mesajını veriyor.

 

ENTEGRASYON YAŞAMSAL BİR ZARURET

 

Fedactio YİK Başkanı İsmail Cingöz’e göre entegrasyon Avrupada yaşayan göçmenlerin varlığı üzerinden iç politika malzemesi haline getiriliyor, birileri bundan nemalanıyor. Bu da İslamofobia’yı tetikliyor. ‘‘Sorunların açık yüreklilikle ele alınması ve çözme iradesinin sergilenmesi zamanı gelip geçmektedir’‘ diyen Cingöz, entegrasyonu asimilasyon olarak görmemek ve algılamamak gerektiğini ifade ediyor. Bunun kazananı ve kaybedeni olan bir mücadele olarak görülmemesi gerektiğini ve yaşadığımız ülkede toplumsal hayata ve birlikte yaşamaya katkının öneminin çok iyi anlaşılması gerekir diyor. Empati kültürü geliştirmeyi ve anlamaya çalışmayı öncelikli vazife olarak belirlemeyiz diyen Cingöz, Avrupa Birliği’nin bir değerler birlikteliği olduğunu, batıyı batı yapan envrensel değerleri anlamakla beraber toplumun hassasiyetlerini, kültür-sanat-müziğini, tarihini ve edebiyatını öğrenmeye ve anlamaya çalışmalıyız ve yürekten saygı duymalıyız diyor. Bunun Belçika’daki topluma kendimizi anlatabilmenin ve anlaşılabilmenin ön şartı olduğunu vurguluyor. Uyumun aynı ufkun ve vizyonun paylaşılması ile elde edilebileceğini belirterek, yaşadığımız yerde konuşulan lisanın öğrenilmesi gerektiğine işaret ediyor. Cingöz burada doğup büyüyen gençlere çok kültürlüklerinin birer değer olduğunu, bu yüzden Belçikalı kimliklerine sahip çıkmaları gerektiğini belirtiyor.

 

Kültür Bulyonu adlı dernekte çalışan Dominique Dal, gençlerin her iki dilde de kendilerini iyi yetiştirmeleri, Belçika’daki gelişmeleri yakından takip etmeleri gerektiğini söylüyor. Dil, din ve tarih konusunda yeterince bilgi sahibi olmayan gençlerin, konuları derinlemesine araştırıp ona göre düşüncelerini yapılandırmalarını tavsiye ediyor.

 

Avrupa Irkçılıkla mücadele Ağı’nın Direktörü Michael Privot, dil sorununun özellikle birinci kuşakta görüldüğünü ancak Belçika’da doğup büyüyen 2. ve 3. kuşakta bunun bir sorun olmaktan çıktığını söylüyor. Zira Türk toplumun hızla değiştiğini ve binlerce okuyan genç olduğunu söylüyor.

 

Çocukluğunun büyük kısımını Türk komşuları ile geçiren İtalyan Yazar Daphis Boelens, “İtalyanlarda olduğu gibi Türklerde de yıllar önce göç edenler bile hala ülkelerine bağlı. Belçika’da yaşayan ancak Türkiye’de dağlık bir köyden olan bir arkadaşım, ara sıra oraya gitse de kendini evinde hissetmediğini ancak bunun Belçika’da da geçerli olduğunu söylüyor. Belçika’da Türk, Türkiye’de Belçikalı olmak. Hiç bir yere ait olmama duygusu konusunda birleşiyoruz arkadaşımla. Türkiye’deki şehirlerdeki mentalite Avrupadaki şehirlerle örtüşüyor. Londra’da, Brüksel’de, Ankara’da aslında her yerde Mc Donalds, Star Wars devri yaşanıyor. Ancak küçük köylerde mordern hayattan uzak duruluyor, gelişmeye kapalı olunuyor.’‘diyor. Boelens’a göre şehirler halkları birbirine benzetiyor, insanların kapitalist ve teknolojiye dönük sürekli konfor arayışında olmalarını sağlıyor bu da dini inançlar dahil insanlığın gerçek değerlerini ortadan kaldırıyor.

Schaerbeek Belediye Başkanı Bernard Clerfayt: “Eskiden İtalyanlara söylenen sözler, artık Türkler için geçerli. Entegrasyon zaman alan uzun ve meşakkatli bir süreç. Farklı bir kültür olduğu için biraz daha uzun zaman alabilir. ” diyor.

 

BELÇİKA’NIN LİMBURG BÖLGESİNDE EZAN

 

Belçika’da İslam dini 1974 yılından beri resmen tanınıyor. Türk asıllı Belçikalılar özgür bir şekilde dini vecibelerini yerine getiriyor. Devlet tarafından tanınan toplam 70 camii bulunuyor. Emir Kır’ın da desteğiyle , Brüksel’de, iki kültürün mimari yapısını birleştiren, hem doğu hem batıya uyan yeni bir camii yapılıyor. Mimarı ise Belçika’da ve dünya çapında bir çok başarıya imza atan ünlü mimar Şefik Birkiye. Bu arada, Belçika’nın kuzeyinde bulunan Limburg bölgesinde sabah ve yatsı namazları hariç 3 kez ezan okunuyor. Bu da Belçika’nın birçok Avrupa ülkesine göre ne kadar iyi niyetli ve hoşgörülü olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.


TÜRK ASILLI BELÇİKALILAR: “HEM MUHAFAZAKAR HEM MODERN BİR TOPLUM”

 

İtalyan Yazar Daphnis Boelens, Türk asıllı Belçikalılara bakınca muhafazakar ve modern kavramlarını birarada gördüğünü belirtiyor. Boelens şöyle devam ediyor: “Türk toplumu oldukça modern ve yeni fikirler üretebilen bir toplum, bunu özellikle sinema alanında görüyorum. Türk sinemasında çalışanlar modern toplumun sorunlarını ele alıyor. Mesela Fatih Akın gibi. Ancak bunun yanında din ile çok güçlü bir bağları var. Bu benim için çok doğal zira insanları geçmişe, tarihe, iyinin ve kötünün ne olduğunu ayırt etmek için ihtiyaç duyuyor.

 

Boelens, Türklerin kültürlerinin ve dini inançlarına bağlılıklarının yanı sıra, bulundukları ülkeye gelecek kaygısıyla uyum sağlamak istediklerini belirtiyor:

 

 “Türkler çocuklarını Frankofon veya Flaman okullarına yazdırmanın kaygısını yaşıyor. Belçikalılar bu soruyu kendilerine sormuyor bile. Türkler geleceğe dönük planlar yapıyor, bir şeyler inşa etme isteği bulunuyor. Güney Avrupalılar hala büyük ailelerde yaşamayı tercih ederken Kuzey Avrupa’da çoğunluğun geleceğe dönük planları olmadığı gibi çocuk dahi yapmak istemiyorlar. Bu inanç meselesi. İnanan insan geleceğe dair daha iyimser oluyor. Eğer Allah’ın iyi olduğuna ve birşeylerin yolunda gitmediği halde hayatımıza müdahale edebileceğine inanırsak, imparatorluk kurmak daha kolay olur. İnsan yalnız kalırsa uçuruma yuvarlanır. Yaşam tarzı, davranışlar kimileri için ışık olan kimileri için ise karanlık olarak nitelendirilen inanca bağlı.”

 

Daphnis Boelens senarist olarak bir Türk yönetmenle birlikte çalıştığını, bu sürecin dayanışma ve yardımlaşma çerçevesinde gerçekleştiğini belirtiyor. İtalyan yazar: “İşbirliğimiz güzel meyveler verdi. Türk yönetmen hem etkiliydi, hem de insanlara değer veriyordu. Bu tür insanları etrafımda görmeyi seviyorum. Çalışkan ve mükemmeliyetçi olması bana uyuyordu. Onunla hiç bir sorunum olmadı. Çok çalışıyorduk. Evet İtalyanlar ile Türkler olumsuz ön yargılara rağmen çalışkan insanlar. Çalışırken saatlerin nasıl geçtiğini anlamayan insanlar. Gece geç saatlere kadar çalışıyorduk ama mutluyduk. Bu çalışmadan dayanışma doğdu. Biz artık iki dostuz.” diyor.

 

Brüksel’de doğup büyüyen, ve kendini Türkçe olarak güçlükle ifade eden Murat Çelik, Emirdağlı olmanın kendisi için bir şey ifade etmediğini belirtiyor. Çelik değerlerine sahip çıktığını, Emirdağ‘daki yemek kültürünü sevdiğini, Türkiye’ye gelip gittikçe Emirdağ‘ını ziyaret ettiğini söylüyor. Ancak bu konunun abartılmaması gerektiğini, yer yüzündeki bütün insanların eş değerde olduğunu, dinimizi, ırkımızı, ülkemizi kendimiz seçmediğimizi, hoşgörü ve anlayış içinde yaşamamız gerektiğini belirtiyor.

 

YIKILAN YUVALAR TÜM TOPLUMU YIPRATIYOR

 

Belçika’da göç ağırıklı olarak evlilik yoluyla devam ediyor. Emirdağ‘dan yapılan evliliklerin çoğu ise yürümüyor. Murat Çelik Belçika’ya yerleşmek uğruna kurulan ailelerin giderek parçalandığına dikkat çekiyor: “Aile düzenimizin yıkılmasının sebebi ana prensiplerimizi unutmamızdan kaynaklanıyor. Dizilerin bunda büyük rolü var. Sevmeyi unutturdular bize. Aileler evliliğe ihtiyatlı yaklaşan gençlere oğlum evlen olmazsa boşanırsın diyorlar, evlenmeden önce boşanmak bilinç altına yerleştiriliyor, bir seçenek haline geliyor. Bir aile yıkılınca ise tüm toplumu yıpratıyor. ”

 

Brüksel’de yönetmen olarak çalışan ve Emirdağlılar hakkında belgesel çeken Rabia Kaçar ilk nesilin zorluklara göğüs gerebilmek için ikinci nesli yakın akrabalarıyla evlendirerek kurban ettiklerini belirtiyor. Ancak bunun artık gerçekleşmediğini, gençlerin Avrupa ülkelerinden insanlarla evlenmeyi tercih ettiklerini söylüyor.

 

İtalyan yazar Daphnis Boelens İtalyanlar ile Türkleri buluşturan noktanın aile değerleri olduğunu belirtiyor. “Gerçek Belçikalılarda” ailenin bir an önce kurtulması gereken bir yük olarak görüldüğüne işaret ediyor. Boelens, 18 yaşına basan gençlerin ailelerinden cüzzamlı gibi kaçtıklarını, İtalyanlar ile Türklerde ise aile herşeyin başı olduğunun altını çiziyor. Boelens: “Aile olmayınca, topallıyoruz. Geçmişten gelen gerçek değerleri aile aşılıyor.” diyor.

 

GERİ DÖNÜŞ İMKANSIZLAŞTI

 

Türkiye’de yaşamak çoğu için bir hayali gerçekleştirmek gibi. Erasmus öğrenci değişim programlarının son yıllarda yaygınlaşması ile üniversiteler öğrencilere Türkiye’de bir süre yaşama olanağı tanıyor. Ancak gençler kısa sürede Türkiye’dekiler ile aynı mantaliteye sahip olmadıklarını farkediyor. Birçok dil konuşan Avrupalı Türkler, Türkiye’de aksan sorunundan dolayı ötekileştiriliyor, sisteme ve kültürel kodlara hakim olmadıklarından ötürü bunalıma giriyorlar. Sonuç itibari ile doğduğu ve büyüdüğü ülkeye dönüş yapmak istiyorlar.

 

Emir Kır dünyadaki ekonomik krize ve Türkiye’deki olumlu gelişmelere rağmen Belçika’daki Türk toplumun artık buraya ait olduğunu kabullenmesi gerektiğini, zira Türkçeyi Türkiye’dekiler kadar iyi konuşmadıklarını, Türkiye hakkında yeterince bilgiye sahibi olmadıklarını, oraya yerleşseler bile uyum sağlamak için ekstra çaba göstermeleri gerekeceğini, bunun yanı sıra çocukları ve torunlarının Belçika’da bulunmasının anavatana geri dönüşü zorlaştırdığını söylüyor.

 

Giderek yaşlanan birinci nesil Belçikalı Türklerin çoğu, Türkiye’ye kesin dönüş yapmayı düşünseler bile, gelişlerinden 50 yıl sonra onlar da Türkiye’de bir takım sıkıntılar yaşayacaklarını biliyor. Bu riski göze alarak geçen yıl Türkiye’ye yerleşen Türk asıllı Belçikalı sayısı 130 civarında.

 

(Euronews - Gülsüm Alan)