Bâzılarımız her konuyu saptırıp her tartışmanın cılkını çıkarmakda elhak pek mâhiriz. Buna hiç yokdan problem yaratma şehvetimiz de eklenince ortaya garâbet-bahş bir yaratık modeli çıkıyor: “Homo ridiculus” (maskara insan).

Halk arasında söylene söylene zamanla “CHP’li aydın” hâlini almış. Biliyorsunuz halk câhildir, öyle her kelimeye dili dönmez.

Şu Abdülmecîd Hân Sempozyumu dolayısıyla yazılıp çizilenlere bakınca gülsem mi ağlasam mı karar veremiyorum. Tevekkeli dememişler “Güleriz ağlanacak hâlimize!” diye. Bir dâvetiyenin, üstelik bilimsel bir amaçla planlanan bir toplantı için hazırlanan bir dâvetiyenin basıldığı kâğıtdan cumhûriyetimizin varlığına yönelik bir “sûikasd” niyeti vehmederek yaygayara başlamak bana, “Hava bulutlu.” diyen muhâtabına “Vay, sen bana ördek dedin!” sözleriyle diklenen adamın hikâyesini hatırlatıyor.

Bu nokta bir yana bir şahsiyet ve kimlik problemimiz bulunduğu âşikâr. Meselâ oruç tutmamak, namaz kılmamak ve İslâmiyete dâir hiç bir şey bilmemekle, yâni cehâletiyle öğünmek de bunun ayrı bir tezâhürü. Ama “uygulayıcı” Müslüman olmamak başka, Müslümanlığından âdetâ utanarak bunu örtbas etmeğe uğraşmak başka!

Ben de uygulayıcı değilim ama İslâmiyete biraz olsun nüfûz edebilmek için altı sömestir Arabca okudum.

Bu bahsetdiğim tipler genellikle İslâmiyeti de Osmanlılığı da küçük düşürmeye gayret etmekden marazî bir zevk alırlar ve işte tam bu yüzden bizzat küçük düşdüklerini fark etmezler.

Efendim, Sultan Vahîdeddîn Kasımın bilmem kaçında İstanbul’dan kaçmış, bu sempozyumcular ise toplantıyı işte tam o güne koyarak gizlice Osmanlıya hayranlıklarını ve monarşiyi geri getirme hayallerini çaktırmadan ifâde etmişler. Fakat bizim CHP’li “Zehir Hafiyeler” elbet kül yutmamışlar. Ne yazık ki o târih Vahîdeddîn’in kaçdığı târih bile değilmiş, ama olur artık o kadar.

Behey Tokmak Kafalılar, eğer maksad bu idiyse o zaman sempozyumu 10 Kasıma denk getirip Atatürk’ün can verdiği gün o sarayda Osmanlıyı tekrar diriltmek daha “sembolik” olmaz mıydı?

Bunlar öylesine câhiller ki Sultan Abdülmecîd’in, tıpkı III. Selîm, II. Mahmud, II. Abdülhamîd yâhut Abdülazîz gibi Atatürk’ün “öncülleri”nden biri olduğunu idrâkden dahî âcizler!

Onların reformları, tercüme etdirdikleri kitablar, açdıkları okullar olmasaydı bir Mustafa Kemâl Paşa yetişebilir miydi, a Gaafiller?

Nedir bu Osmanlıdan ürküntünüz? Kendi öz dedelerinden, büyükannelerinden böylesine nefret etmek hangi cenâbet hâlet-i rûhiyenin eseridir?

Sizler târihimizin 19 Mayıs 1919’da yâhut en geç 29 Ekim 1923’de başladığını sanıyorsunuz ama yanılıyorsunuz!

Biz Batı Türklerinin târihi 1040 Yılı’ndaki Dendânekan Meydan Muhârebesi yâhut en geç 1071 Malazgird Meydan Muhârebesiyle başlar. Selçuklu, Osmanlı ve Cumhûriyet ayrı ayrı devletler değil aynı devletin farklı görünümlerdeki devâmıdır!

Yarın başkanlık sistemine geçsek ayrı bir devlet mi kurmuş olacağız?

Sizin Osmanlıdan nefretiniz Osmanlıya vesîle-i iftihardır!

Osmanlı kadar tepenize taş düşsün!