Rahatsız edici bir kontrast, birbirinden ilham alan ve yekdiğerine güç veren iki zıt kutup; sanki birbirini açığa çıkartmak ister gibi aynı anda karşımıza çıkıyor: Ordu gibi partiler ve parti gibi ordular.


Hilmi Özkök'ün iki gün süren ve tarihe kayıt düşer gibi ortalığı sarsan ifadeleri bir zamanların partileşen ordularını birinci ağızdan resmediyor. Ya ordulaşan parti? Katkılarla büyüyen ve verimli bir mecrada süren "İslâmcılık" tartışması, Mehmet Ocaktan'ın sert ve nobran müdahalesi ve Ali Bulaç'ın buram buram zarafet ve rikkat kokan cevabı ile, ordulaşan bir partinin "yüksek güvenlikli" labirentleri arasında kaybolma riski taşıyor.


Parti partidir, ordu değil. Ordu da parti gibi olmamalıdır.


Önce Özkök'le başlayalım. Özkök'ün iki gün ve toplam dokuz saat süren ifadesini, uzun soluklu bir askerî reformun dibacesi veya gerekçesi olarak okumak lâzım. Ordu, ordu olmaktan çıkmış; bir siyasî parti merkezine dönüşmüş. Generaller işlerini güçlerini bırakmış, siyasetle meşguller; daha doğrusu asıl işlerinin darbe yapmak olduğuna karar vermişler, Özkök, Ordu'nun bir numaralı ismi iken, altında görev yapan generallerin darbe planları yaptığını, muhtıra önerdiğini ve plan seminerlerinin darbe organizasyonuna dönüştürüldüğünü söylüyor. Daha ne desin? Asker boş zamanlarında, uzun sıkıcı karargah nöbetlerinde, askerî gazinolardaki akşam muhabbetlerinde değil komuta toplantılarında, plan seminerlerinde bir siyasî parti merkezinde olduğu gibi siyaset konuşuyor, iktidar hesapları ve planları yapıyor. Tek fark: Seçim sandığı yerine o kocaman ağır tankları kullanmayı düşünüyorlar. Bu tablo bir bataklıktır. Bu bataklıkta ancak hukuku ve "milletin devleti ile bölünmez bütünlüğünü" çiğneyerek iktidar olursunuz. Faili meçhul cinayetler, Kürt sorununu Kürt vatandaşlarımızla devlet arasına korku dolu bir travmaya dönüştüren işler bu bataklıkta gerçekleşti. Güneydoğu'da Gaffar Okkan, Bahtiyar Aydın gibi devlet görevlilerine yönelik suikastların yine bu karanlık bataklıkta icra edildiği ortaya çıkıyor. Sonuçlanan Atabeyler davası, bu kirli ortamın subayları nasıl yoldan çıkarttığını gösteriyor. Orgenerali plan seminerinde darbe provası yapıyorsa, genç üsteğmen "devlet elden gidiyor" gerekçesi ile çevresindekileri ikna edip devlet büyüklerine suikastlar planlamaya girişiyor.


İktidar oyununda topuyla, tüfeğiyle yer almak üzere siyasî parti gibi hareket eden bir ordu ülke için yakın ve sıcak bir tehdide dönüşüyor. Partileşen bir ordu yüzünden karşılaştığımız belayı, Kürt sorununda vardığımız nokta göstermiyor mu?


Gelelim ordulaşan partiye.


Parti (fırka) adı bile, partilerin bir ordu disiplini ve hiyerarşisi içinde yönetilmelerinin yanlışlığını göstermek için yeterli. Parti bir kısım, bir parça; hiçbir zaman bütünün tamamı değil. Bir partinin eline iktidar gücü geçtiği zaman, doğal olarak parti lideri kimin ne kadar pay alacağına karar veren tek merci haline geliyor. At sinekleri çoğalıyor. Siyasî mücadelede yüksek idealler çoğu yerde karşınıza çıkarları gizlemek için çıkıyor. Bizim saf ve masum İslâmcılık tartışmasının, bu dar labirentlerde oluşturduğu sıkışıklık ve yol açtığı rahatsızlık bu yüzden olmalı.


AK Parti bir siyasî parti; ordu değil. Keskin bir hiyerarşi ve disiplin içinde bir kitle partisinin ordu düzeni içinde iş görmesi kendisine de ülkeye de zarar verir. Farklılıklar olacak, bu farklılıklar kendi arasında rekabet edecek, hem parti, hem ülke en iyiyi en doğruyu bulacak. Bunu sağlayacak olan yegane kaynak ise demokratik bir eleştiri ortamının bulunmasıdır. Bir ordunun, topuyla tüfeğiyle iktidar oyununa dahil olması nasıl ülkeyi bir bataklığa çeviriyorsa, bir siyasi partinin emir-komuta zinciri içinde ordu gibi hareket etmesi de aynı ülkeyi üzerinde ot bitmeyen bir çöle dönüştürür. Başbakan'ın partisi üzerine titremesi, onun kurumsal kimliğini çok önemsemesi, bir süvarinin bindiği atın bakımıyla ve performansıyla ilgilenmesi gibidir. Sonunda zafer bu atla kazanılacak.


Ben hiçbir zaman "İslâmcı" vasfını, bir siyasî kimlik olarak benimsemedim. Söylediğim her söz eleştiriye açık. Yasin Aktay'ın dün Yeni Şafak'ta çizdiği öküz resmini bu yüzden "Bana öküz mü demek istiyor?" diye üzerime alınmıyorum. Ama Ali Bulaç Türkiye'de İslamcı düşünceye çok ciddî katkılarda bulunmuş, daha ötesi bir zamanların İslâmcılarının bugünün politikacılarının kişilikleri ve donanımları üzerinde ciddi emeği ve katkısı olan bir aydın ve bir âlim. Dünkü yazısında AK Parti'ye dönüp "Rızık Allah'tandır" isyanını dile getiriyorsa, AK Parti'yi veya liderini seven bütün kalem sahiplerinin ellerindeki kalemin sağını solunu tepeden tırnağa gözden geçirmesi gerekmez mi?

(Zaman gazetesinden alınmıştır)