Geçenlerde, televizyon ekranlarında yayınlanan bir haber, bu kadar da olmaz dedirtecek cinstendi.  

Adana’da 7 yıllık eşinden ayrılarak şiddet gördüğü gerekçesiyle boşanmak isteyen genç kadın, kocası tarafından temizlik için gittiği mahallede bulunur ve küçük evladının gözleri önünde, bıçak darbelerine maruz kalarak yaralanır.  Genç kadın ağır bıçak darbeleri almasına rağmen can havli ile, imdat çığlıkları atarak kaçar ve çevredekilerin duyarlılığı sayesinde bir hastaneye kaldırılır. 

Amacına tam olarak ulaşamayan, gözünü kan bürümüş olan kocası olay yerinden kaçarak izini kaybettirir.  Üç ayrı büroda görev yapan polislerden bir ekip oluşturarak saldırgan kocayı aramaya başlarlar fakat bulamazlar ve araştırmayı derinleştirirler. 

Polis, nihayetinde saldırgan kocayı bir tarla içindeki barakada, suç aletiyle birlikte bulur ve adliyeye sevkeder.  Mahkeme’de karısını çok sevdiği ve o’ndan ayrılmak istemediği için böyle birşey yaptığını ve pişman olduğunu söyleyen adam, tutuklanarak cezaevine sevk edilir. 

Durun, adalet yerini buldu diye sevinmeyin hemen... 

Avukatının, tutuklama kararı için bir üst mahkemeye yapmış olduğu itiraz üzerine, saldırgan ara kararla  özgürlüğüne kavuşur. Zanlı  artık yeniden katil olmaya teşebbüs edebilecek kadar özgürdür! 

Saldırgan kocanın serbest kaldığını, hastanede polis koruması altında tedavi gören genç kadın, öğrenince, çocuklarını da yanına alarak apar topar Adana’yı terketmek zorunda kalır.

Artık genç kadın için hiçbir sığınak yoktur ve kaçak bir hayat yaşamak zorundadır.  İşlediği en büyük suç(!) sadece şiddet gördüğü kocasından ayrılmayı istemek. Ancak yasaların azizliği sonucu, müebbet ölüm korkusuna çarptırılır

Belki devlet korumasıyla(!) bir sığınma evine yerleştirilir, belki de çocuklarını yurt’a bırakmak zorunda kalır.   Hayatın karanlık yüzünde, yalnız bir kadın ve anne olmanın en çaresizliğini yaşar. 

Artık, akşamları yüzüne taktığı mutluluk maskesiyle, iyi geceler öpücüğü eşliğinde çocuklarını uyuttuktan sonra, kendi iç dünyasıyla başbaşa kalan bu genç anne, kendi başına kalmışlığın en korkutan yüzeyinde en ufak bir tıkırtı duyduğu zaman bile korkudan yerinden kıpırdayamayacak kadar panikleyecek. 

Sabahları kalbi yerinden fırlayacakmış gibi dehşet bir korkuyla uyanacak, sokağa her çıktığında, ensesinde arkasından gelmekte olan bir katilin soluğunu hissedecek.  Artık, sırtını hiçbir yöne dönemeyeceği kadar kimsesiz ve sığınaksızdır yüreği. 

Ailesi bir telefon kadar uzağında bile değildir artık...  Kendisini kimsesiz ve çaresiz hissettiği zamanlarda her limanı kendisine yaren bilmek isteyecek ama hiç bir güverteye çıkamayacaktır.  Çünkü, çıktığı her güvertede muhtemelen cellatının simasını görecek. 

Bir an için böyle bir hayatı yaşadığımızı yada kızımızın yaşadığını düşünürsek, kendimizi nasıl hissederiz?  

Elbette bunu aklımızın ucuna dahi getirmek istemez, böyle bir ihtimali söz konusu bile yapmayız diye düşünüyorum, yanılıyor muyum?

Diğer tarafta, tehditler savurmaya ve yarım bıraktığı işini tamamlamak için iz sürmeye çalışan bir cani.  Muhtemeldir ki, o bile gülüp geçmiştir hakkında verilen karara.  

Eşine şiddet uygulayıp, hayatını hapishane köşelerinde geçirmekten korkan birçok koca, bu örneği görüp, “nasıl olsa cezası onbeş gün” diye düşünerek, teşebbüs etmeseler dahi eşlerine kan kusturmayacaklar mı?

“Yaşamın benim elimde!” 

“Ben izin verdiğim kadar yaşarsın!” 

“Kan dökerim!”

“Seni öldürürüm!” 

“Seni ömür boyu sakat bırakırım!” 

“Seni süründürürüm!”

Ve nihayetinde haberlerde izler, gazetelerden okuruz... 

“Karısını sokak ortasında bıçaklayan koca güvenlik kameralarına takıldı.”

“Orman yolunda bir kadın ceseti bulundu.”  

“Mahalledeki çöp kutusunda kadın bacağına rastlandı.”  

“Leyla’nın, Ayşe’nin, Zuhal’in... kocası tarafından öldürüldüğü ortaya çıktı.”  

“Gözü dönen koca, karısını ve ailesini kurşuna dizdi.”

Peki sonra ne olur?

“Karısını sokak ortasında bıçaklayan cani koca onbeş gün sonra tahliye oldu."

Hayatın ve insanlığın bu kadar ucuzladığı, cinayet ve adaletsizliklerin zirvelere tırmandığı bir ülkede, kadına neden sahip çıkamadığımızı, kendi içimizde sorgulamamız gerekmez mi? 

Hz Muhammed (s.a.v), “Erkeğin hanımına harcadığı her şey sadakadır, sizin en hayırlınız hanımına karşı en hayırlı olandır” diye buyururken, “kadın şeytandır” diyerek hayvan muamelesi yapan din sömürücüleri... 

Kadın, annelik gibi kutsal bir sıfatla şereflenmişken, tek gecelik şehvetleri için tüm değerlerini ayaklar altına alan namus avcıları... 

“Babacığım kurtar beni” diye inleyen kızlarını, “bu evden gelinlikle çıktın ve ancak kefenle girebilirsin” diyerek ölüme mahkum eden babalar... 

“Boşanma hakkını kullan” “kocanın kahrını çekmek zorunda değilsin” diyerek akıl veren ve sonrasında ölümden koruyamayan kanun ve dernekler... 

Bu sözlerim sizlere... 

Sahi, siz gerçekte ne işe yararsınız?