Televizyonda veya gazetede haber yapıyorlar.

-Arabanın egzoz dumanı ile ısınmaya çalışan kız çocuğu herkesi ağlattı

-Yırtık ayakkabı ile okula giden küçük kız bütün memleketi ağlattı

-Oğlu tarafından sokağa atılan yaşlı nine bütün ülkeyi ağlattı

-Yerden çürük portakalları toplayıp yemeye çalışan kucağında çocuğu genç kadın herkesi ağlattı

Müthiş bir ağlama, ağlatma edebiyatı, felsefesi var.

"Kırk yıl sonra kızına kavuşan baba ağladı ve herkesi ağlattı….lösemi hastası bebeği ölen baba yürekleri dağladı….elektrik faturası ödeyemediği için sekiz çocuğu ile karanlıkta oturan dul kadın bütün dünyanın içini cız ettirdi….’’

Bu haberlerin sonu yok. Bu haberler neden yapılıyor? Bana bin tane sebep sayabilirler ama ilk sebebi haberi yapanların reytinglerini, satışlarını, izlenme rekorlarını arttırmaktır. Mevzubahis reyting ise gerisi teferruattır. Ortalık yerde ağlayan, ağlatan insanlardan pek hoşlanmadığımı itiraf edeyim. Çünkü bu arkadaşların aslında samimi, dürüst, duygusal olduğuna hiç inanmam. İnsanın hası kimse görmeden ağlar veya en fazla bir iki çok sevdiğinin yanında çözülür.

Ağlamak, ağıt, feryat…bunlar problemleri, sıkıntıları, dertleri on katına çıkartır. Ben ağıt yakmaya değil, durumu kurtarmaya, düğümleri çözmeye taraftarım.

Ancak; bir canlının (insan, hayvan veya bitki yada henüz keşfedemediğimiz başka bir tür)eğer birinci derece yakınını kaybederse, eğer ondan ayrılırsa üzülür, yıkılır ve bu uğurda gösterebileceği ağlamak dahil tüm davranışları samimidir ve buna saygı duymak gerekir.

Ama bu davranışların veya hoş olmayan davranışların, durumlarının başkalarının merhametlerini, vicdanlarını, şefkatlerini sömürmek yada kullanmak maksadı ile servis edilmesi, tezgahlaması benim için  kesinlikle samimi ve iyi niyetli değildir.

Karadeniz’in yoksul ve onurlu bir köyünde bir şehit cenazesindeydim. Herkes ağlıyordu, herkes yıkılmıştı. Sesimin tüm gücü ile bağırmaya başladım.

"Neden ağlıyorsunuz? Şehidimizin ruhunu neden yakıyorsunuz? Bugün şehidimizin bayram günüdür çünkü O ilahi yaratanına kavuştu ! Eğer inanıyorsanız bu kahpe dünyadan o asıl olan hakiki aleme göçtü! Ağlamak sadece şehidimizi üzer ve Ona bu kutlu gününü zehir ederiz. Bugün marşlar söylemeliyiz! Dağ başını duman almış marşını söyleyelim!’’

Marş söylediler, slogan atmaya başladılar. Ağlamalar bitti. Elbette ateş düştüğü yeri yakar. Elbette tok açın halinden hiç anlamaz. Elbette sıcak kürklerinin içinde yağlı vücudu ile kasım kasım kasılanlar, karda kışta kıyamette yalın ayak, başı kabak titreyerek dolaşanları bilemezler.

Bilseler ne olur? İşte sorun burada! Bilseler ne olur? Bilseler veya bilmek isteseler zaten bu dünya bugün böyle bir dünya olmazdı.

Nazın hikmet ne diyor?

-Ölenler dövüşerek öldüler! Vaktimiz yok onların matemini tutmaya

Dövüşmek ille de tekme ile, yumruk ile, tabanca ve bıçak ile insanlara saldırmak değildir. Hayat da kalmak, yaşamaya çalışmak, var olmak için direnmek…bunlarda bir dövüştür, kavgadır, harptir. Sanattır.

Ama insan asıl savaşı kendisine karşı verir. Bu doğru olanı yapmak, dürüst davranmak, iyi insan olmak savaşıdır. Bu savaşı kazananlar binde bir, milyonda bir bile değildir. Kibir, saltanat, ihtişam, intikam, kin, nefret  peşinde koşanlar ve rüzgar olsun olmasın egolarını dağlar gibi şişirenler bu savaşı kaybederler.

Bu tür haberleri yapan, yani vicdanlarımızı sömürerek reyting peşinde koşanlar da bu savaşı kaybedenlerdir. Bu haberi yapacağına milyar dolarları geçen gelirlerinden bir avuç verseydin Ona! Ama veremezsin, o zaman zoruna gider! Ama seni tehdit eden mafyaya, teröriste verirsin değil mi? İşte mesele burada! Korkarak ve menfaatlerin, egoların, saltanatın gereği iş yapıyorsun! Doğru ve dürüst ve samimi olamazsın sen! Bu çok zor meseledir!

Bu yüzden günümüzdeki  göz yaşlarının (bebekler ve çocuklarınınki hariç) hepsi timsah gözyaşlarıdır. Hatta bazen çocuklar ve bebekler bile, annelerini, babalarını kullanmak, onların şefkat ve ilgilerini arttırmak için bu yolu kullanırlar. Yani daha bebeklikten başlayan pis bir sahtekarlıktır bu.

Taş gibi olalım demiyorum. Taş gibi yaşayalım diyorum. Taş olmadığımızı da sadece kendimiz bilelim.

Duygusallık, şefkat, merhamet, vicdan mı dediniz? Bunu iyi bilirim! Ama Mustafa Kemal Atatürk bunu en iyi bilenlerin arasındadır ve tüm gözyaşlarını şu dört kelimeye bağlamıştır ‘’ Ya Ölüm! Ya İstiklal!’’

Doğru bir söz! Ya adam gibi yaşayın veya ölün! Ama gözyaşı ticareti sakın yapmayın!

Çünkü nasıl yaşarsan yaşa, bu dünya Kaf dağı değil, sen de Kaf Dağı müdürü değilsin!

Eninde sonunda bize ruhundan üfleyip bizi biz yapan ilahi Yaratanın karşısında isteyerek veya zorla diz çökeceğiz ve ötmeye başlayacağız!