Kimi insan var, önüne kâinatı serseniz mutlu olmaz ama kimi insan var en küçük narin bir jestten bile mutluluktan uçar. İşte bende narin bir jestten dolayı gazeteci, mesai arkadaşım, sırdaşım ve aynı zamanda sevimli maskotum Mecit kardeşime yürekten teşekkür ederim. Dördüncü romanımı bir günde okuyup aynı günde romanla ilgili duygu ve düşüncelerini paylaşan ilk okuyucum da Mecit oldu.

 

                Sözü uzatmadan Mecit’in duygularına yer vermek istiyorum. İşte Mecido’nun yorumu:

               

Değerli Gazeteci Yazar, Yüreği Güzel İnsan Cüneyt Alphan,

"Dede! Dede! Babamı İdam Ediyorlar" isimli romanınızı okuma şansını elde ettiğim için kendimi bahtiyar hissediyorum.

Romanınız dili oldukça sade ve akıcı olup romanın geçtiği bölgenin bir insanı için daha sıcak bir yönü mevcuttur. Okurun kendi dilini kitabınızda görmesi; onun toplum içinde on yıllarca konuşmaya çekindiği dilini, heybetli bir aslan kükremesini andırır bir şekilde romanınıza serpiştirmeniz, özel anlamda romanınızın duygulanarak okunmasına vesile olacaktır. Bununla beraber samimi bir arkadaş, dost gibi içinizden geldiği gibi, resmiyetten biraz uzak bir dil kullanmanız okura ayrıca bir güven vermektedir.

Kurgunuz, Osmanlı İmparatorluğu'nun Kürd Bölgesi'ndeki son dönemlerine ışık tutmuştur. Osmanlı'nın bölgeye uyguladığı siyaset ve bu siyaset karşısında birikimi, kültürü, inançları ile Kürdlerin sergilediği tavır aydınlatılmıştır.

Şeyhdod'un baskın sonrası Yüzbaşı Dilaver' sarfettiği; "Yüzbaşı Dilâver ben size inanıyorum. Şikayet olayı da namus davası idi. Eğer tüm Kürd aşiretleri isyan etmek isteselerdi, Çoktan isyan ederlerdi. Eğer ayrı devlet kurmak isteselerdi, Osmanlıyla omuz omuza değil, kafirlerin yanında yer alırlardı. Artık bu korkularınızı aşın. Bu halka da güvenin. İki de bir bize korkularla gelmeyin, ne kendinize ne bize böylesi acılar yaşatmayın." bu cümleler, Kürdlerin yaşadıkları acı tarihin bir sebebini bize gösteriyor.

O da şudur ki: Kürd milleti kendisini ifade etmekte oldukça zorlanmıştır. Bu durum, muhatabının kendisine güvenmemesine ve bu güvensizlikle kendisine saldırmasına sebep olmuştur. Ama elbette yüzyıllık tarihe şekil veren sadece bu sebep olamaz. Bu sebep, diğer bütün sebepler arasındaki ciddi yerini korumuştur.

Yine kurgunuz ışığında diyebiliriz ki (Burda sadece Kürdleri gözönünde bulunduruyorum) Kürdler inançlarına yetersiz bilgi ve siyaset ile bağlı kalmıştır. Zira "Zulmetme" diyen bir inanç kendine de zulmettirmemesi gerektiğini de ortaya koyar. Zira kendisine saldıranın inançlı olduğunu kabul ediyor ama onun da inancı icabı zulmetmemesi gerektiğini düşünmekten uzak durmuştur. Bununla beraber dini otoritelerin kendisi üzerinde egemenlik kurmasına bilmeden yardımcı olmuştur. Ayrıca Kürdlerin birbirine bağlı olmadığını yani birlik sağlamadığı da görülüyor romanınızda.

Bilgi ve gelişimin en büyük kaynağı, merak ve soru sormak... Karşındakinin aklını ve ruhunu ortaya döken ve bundan istifade etmeye vesile olan ise isabetli soru sormak... Birin'i Birin yapan en önemli özelliğidir bu.

 

Yeni çağda şiddetin, sorunların çözümü olmayacağını, en büyük çözümün fen ve felsefe ile mümkün olduğunu; Şeyh Said olayına katılım istişaresinde daha doğru münakaşasında, Birin ve Babası Şeyhdod'un diyolagu ve Şeyh Said olayının sonucu ile okurunuza iletmek istemişsiniz. Ama aynı zamanda Birin'in de haksız olmadığını, olaylar ve gelişmelerin toplum üzerinde oluşturdu etki ve tepki ile, Birin'in bu yönde davranmak durumunda olduğunu iletmektesiniz.

Ve aşk...

Kim durmuştur ki karşısında, şefkatten sonraki en keskin duygunun, en tehlikeli duygu olan aşkın. Birin'i ve torunu Cem'i sürükleyen, evrenden evrene yolculuğa çıkaran aşk...

Cem'in gözlerini karartmıştır ve ayrıca ona yeni ufuklar açmıştır, insanları daha iyi görmesine ve anlamasına vesile olmuştur aşk. Aynı zamanda yenilmesine sebep olmuştur.

Cem'in aşkı, Cem'e feodalite ile aydının çatışmasını yaşatmıştır.

İnsanlar birlikte bir düzen içerisinde yaşamak için kanunlar koyarlar. Eğer bu kanunlar bir gücün eliyle ortaya konulursa, ister istemez güç ve iktidarın devamına odaklı olarak hazırlanırlar. Bundan dolayı insani duygulardan ve vicdan olgusundan uzak olabilirler bu kanunlar, kaideler, örf ve adetler. Bu kanunlar, dayanışma ve yardımlaşma temelleri ile yürütülmesi gereken hayatı, mücadele ortamına ve daha ileri giderek hayatı savaş alanına çevirir.

Aydınlanma ile feodalitenin temellerinde boşluklar meydana gelir. Zira aydınlanma müsbet bilim ve insani değerlerin anlaşılması ve kabul edilmesi ile mümkündür. Feodalitenin varlığını devam ettirmek için çiğnediği "insan hakları" aydınlanma ile değer kazanınca feodalite direnmeye başlayacaktır.

Feodalite bu durumda ilkel benliğe sarılarak varlığının haklılığını göstermek için insan fıtratına bulunan saldırganlık ve cinsel dürtüleri ön plana çıkaracaktır. Menfaat temelli kendine ortaklar bulunca gücünü korumaya devam edecektir. Böylece aydın ile feodal amansız bir çatışma içerisinde olmaya devam etmektedir.

Bu bağlamda romanda görülüyor ki; bürokrasi sermayenin emrine girmiştir ve bürokrasi ile sermaye arasındaki çatışma, bürokrasinin sermayeye mahkum olmasıyla sonuçlanmaktadır.

Romanda aşkı ifade etme tarzınız yani tüm içten ve samimi duygularla aşkı anlatmanız, okuyucu duygulandırmaktadır. Romandaki aşk bana Anadolu Tezenesi Neşat Ertaşın “Türkü söyleyen birini gördüğünde ondan emin ol ve yanına otur; zira türkü söyleyen insandan zarar gelmez.” sözünü hatırlattı ve şunu düşündürdü “Aşkı böyle masum anlatan/yaşayan insan, duyguların insanıdır ve kirli amacı yoktur.

Lakin geçenlerde sizin siyasi bir makalenizi okudum. Orda çok keskin ve sert bir dil kullanmıştınız. Kendi kendime dedim acaba aşkı böyle anlatan insan, bu yazısındaki dili kadar siyasi(tehlikeli) olabilir mi? Sonra o makalenizin sonundaki paragraf aklıma geldi;

“Sayın Başbuğ; sizin hayatınızın 26 ayı sizden çalındı ve hayat çalmanın, karartmanın ne kadar da acımasız olduğunu da öğrendiniz. Peki sizin komutanınız beni fişleyerek 23 yıllık hayatımı benden çalarak, benden dolayı ailemin ve daha dört yaşındayken ayrılmak zorunda kaldığım evladımın hayatını çalıp karartan sizlerin ve komutanlarınızın vicdanı hiç mi hiç sızlamadı? Diye sormak istiyorum.” ve yine Neşet Ertaşı rahmetle andım…

Bu bi saat içinde yazılmış bir teşekkür yazısıdır. Laf kalpten geldiği gibi yazıldı, hiçbir libas giydirilmedi, bir kusur olsa bağışlana inşallah. Eminim romanınızı hayatımın çok alanlarında hatırlayacağım ve istifade edeceğim.

Siz hep yazın…

Dostluğunuza layık görmenizi temenni eden Mecit.”