Doğu’dan büyük yürüyüşün gerçekleşeceğini, milyonlarca insanın Batı’ya doğru harekete geçeceğini yazmıştım.

Bununla elbette övünmüyorum.

Zira beş yüz yıldan daha fazla zaman önce Nostrodamus böyle bir kehanette zaten bulunmuştu.

Üç milyon kara adam Doğu’dan Batı’ya doğru yürüyecek. “Güney’den ve Doğu’dan üç milyon kara adam Avrupa’yı istila edecek.”

İşte başladı.

Zamanında da kavimler göçü işte böyle bir şeydi.

Milyonlar yerlerinden oynadılar. Birkaçı yerinden oynayınca diğerleri de oynadı…

Avrupa böylece yeni bir mozaiğe kavuştu. Yeni kavimler zuhur etti.

Karışmış kavimler…

Bugünün Avrupa’sı aslında doğudan göçen kavimlerin melezleridir.

Çok uyarmıştım.

Kilis’teki kampı da bir grup gazeteci ile birlikte ziyaret etmiştik.

Çok başarılı bir kamp yönetimi vardı. Şehirlerimizin siluetini bozan binaları diken TOKİ burada çok hayırlı bir hizmette bulunmuştu.

Mahallelerin adları bile anlamlıydı. Mehmet Akif Mahallesi, Cumhuriyet Mahallesi, Atatürk Mahallesi vs.

Okullar, kreşler, yuvalar, parklar hepsi düşünülmüştü. 

Sonra ne oldu?

İleriyi göremeyen yöneticilerimiz yüzünden göçmen sayısı bir anda milyonları buldu.

Ben elli bin kişilik kampı gördükten sonra bu kampı Edirne’ye taşıyalım diye yazmıştım. Polis Akademilerinde verdiğim konferanslarda da ikaz etmiştim. 

“Niçin yakalıyorsunuz? Ülke değiştirmenin ne suçu var? İnsanın seyahat özgürlüğünün önündeki bütün engeller kaldırılmadıkça insan haklarından bahsedilemez. 

Küreselleşmenin gereği sadece bilginin ve paranın mı serbest dolaşımı olmak gerekirdi?

Bilgi ve para da insan için değil mi?

İnsanın serbest dolaşamaması tamamen medeniyetimizin çöktüğü anlamına gelmez mi?”

İşin bir tuhaf tarafı ‘The Day After Tomorrow’ gerçeğinde olduğu gibi büyük iklim değişikliği sonrası yaşanacak en ehven mıntıka olarak Akdeniz ve Ortadoğu bölgesi insanlarının istikballerinden kaçmaları…

İslâm âleminden kaçıyor insanlar…

Bu ne yaman bir çelişki…

Bir zamanlar huzurun, suyun, şiirin, ahlâkın, emniyetin, güvenin hâkim olduğu ülkelerde şimdilerde korku, pusu, kan dökücülük, kötü yönetimler, irtikap, hile, desise, yalan, riya, iftira, haksızlık, yolsuzluk, yoksulluk ve gerçekte iman kılığına girmiş imansızlık kol geziyor.

Edirne’de polis yürüyenlerin önüne geçmiş.

Niye geçiyorsun?

Bırak gitsin.

Türkiye üç milyon göçmeni misafir ettiğinde bıyık altından gülüyorlardı.

Bizi uluslararası göçmen kampı yapmaya karar vermişlerdi.

Bunun için göçmen iade anlaşmasını imzalattılar.

Bunun için birkaç bin göçmene bile tahammülleri yok.

Ama artık iş zıvanadan çıktı.

Önüne set çekenler bir bir yıkılacak.

Bundan emin olabilirsiniz.

İlahi adalet bu…

Herkesin, her müessesenin, her oyun kurucunun hilesi ortaya çıkacak.

İnsanlık suların önüne bent kurmakla tufanın önlenemeyeceğini biliyor.

Gün gelecek insanlık yeniden durulup, dinginliğine kavuşacak ama şimdi büyük dram, çözümü olmayanların ipliğini pazara çıkarana kadar sürecek…

Sürmeli…

İyice dibe vurmalıyız.

Dibe vurmadan bazı kafaların akıllanacağı yok çünkü…

Göçmen kaçakçılığı suçunu inşa eden medeniyetin bu suç karşılığı sadece mağdur olan, çaresiz kalan, canının derdine düşmüş insanlara eziyet etmesine ne demeli?

Göçmen kaçakçılığının suç olarak addedilmesinin gerçekte bu sektöre hiçbir caydırıcılığı olmadığı âşikâr.

Daha büyük tedbirler almak da çözüm değil. Daha doğrusu daha büyük tedbirler almaya kalkışmak…

Bu garibanların, zavallı göçmenlerin, her ne şart altında olursa olsun bir kere göçmeye karar vermişlerin işini zorlaştırmaktan ve göçmen kaçakçılarının ekmeğine yağ çalmaktan öte bir şey ifade etmiyor. Göçmen kaçıranların, göçürenlerin bu işi daha yüksek fiyata gerçekleştirmesine yarıyor her uygulama…

Şimdi de gemilerin batırılmasına karar vermiş Batı.

Macar kadın kameraman, bir yandan kamerasıyla göçmenleri çekiyor; aslında kamerasının ve ardındaki yayının o zavallı göçmek zorunda kalan babanın dramını bütün dünya kamuoyuna aktarmak ve soruna insanlığın bir çözüm yolu bulmasını temin etmek gibi bir görevi varken o öte yandan kucağında çaresiz koşan babaya çelme takıp yere düşürüyor.

Utanmadan da çekmeye devam ediyor. Bir başkası da onu çekiyor.

İşte bu Batı’nın çöküşüdür.

Batı çöktü diye sevinelim mi?

Hayır! Daha evvel biz çöktük ne gam!

İslâm âlemi çöktü…

Bütün karışıklıklar, iç savaşlar, kötü yönetimler, her ne melanet varsa İslâm âleminde değil mi?

Cemil Meriç’e eskiden hak veriyordum, artık vermiyorum.

“Bu ülke yaşanmaz diyenler, aslında bu ülkeyi yaşanmazlaştıranlardır.”

O, o zamandı. Bizim zamanımız. Batıcı, sonradan görme, güya sol ve / veya güya entel kesim hem bu ülkenin bütün nimetlerinden yararlanır, hem de şikâyet ederlerdi. Bir tür yabancılaşma…

Fakat şimdi gerçekten bu ülkede yaşayan milyonların, masum milletin bu ülkenin yaşanmazlaştırılmasında ne günahı var?

Ümmetin ülkeleri kan ağlıyor.

Ümmet kendinden kaçıyor.

Yok mu ümmetçi bir edebiyat?

Dilini mi yuttu yoksa?

Evet, Edirne Avrupa Birliği’nin sınırında…

Evet, bütün kamplar Edirne’ye kurulmalı…

Ve polisimiz Avrupa’nın bekçisi değildir.

Fakat bütün ümmet aydınlarının da oturup kaçışın sosyal psikolojisini araştırmaları gerek…

Önüne takke mi koyar, şapka mı koyar, orasını bilemem…

(Vahdet'ten)