Londra’nın Tottenham bölgesinde alevlenen ve birkaç gün içinde ülkenin önemli bir bölümünü saran “başkaldırı” ateşini, gelişmeleri dışardan izleyenler doğaldır ki anlamakta zorlanıyorlar.

 

Adına sosyal patlama da diyebileceğimiz bu olaylar, Yunanistan ve İspanya gibi bazı Avrupa ülkelerinin yaşadığı finans kriziyle aynı zamana rastlayınca, akıllara hemen “İngiltere de mi batıyor?” sorusunu getiriyor.

İngiltere’nin batıp batmadığı sorusuna ülkenin ekonomik göstergeleri cevap veriyor şüphesiz ama Ada’da işlerin pek de iyi gitmediği bilinmeyen birşey değil.

 

Hükümetin bütçe açığını gerekçe göstererek hayata geçirdiği tasarruf önlemleri sonucu geçen yılın sonundan itibaren  -aynı şiddette olmasa da-  başlayan toplu gösteriler birşeyler olacağının habercisiydi adeta.

Öncelikle üniversite öğrenci harçlarını üç katına çıkaran hükümet, ardından kamu kuruluşlarında ciddi kısıtlamalara gitmiş, bu da ilk etapta eğitim verenleri ve eğitim görenleri etkilemişti.

 

Bütçe açığı sorununa, işsizliği arttıran bir reçeteyle çözüm arayan koalisyon hükümeti için zaten böyle bir akıbet kaçınılmazdı.

 

Daha birkaç ay önce işini kaybeden veya kaybedeceğini fark eden eğitimciler, meydanlara inerek hükümete uyarılarda bulunmuşlardı.

 

Bilinen deyimle çarşambanın gelişinden perşembenin geleceği belliydi.

 

Herkesin merak ettiği soruyu ünlü aktivist Tarık Ali sordu, “Neden şimdi?”

 

Olacaklar belliydi ama neden tatil döneminde ve neden Ağustos ayında böyle bir patlamanın ortaya çıktığı tartışılabilir bu aşamada.

 

İşçi Partisi hükümetleri döneminde başlayan ve koalisyon hükümeti ile tamamen çalışan dar gelirli kesimlerin omuzuna yüklenen tasarruf önlemlerinin bir şekilde patlak vermesi öngörülüyordu.

Uzun süredir polisçe aranan Mark Duggan adlı siyah gencin polis kurşunu ile hayatını yitirmesi belki de beklenen toplumsal patlamanın ateşleyicisi oldu.

 

Polise ateş etmediği anlaşılan Mark Duggan’ın yakınları ve bölgedeki siyahların protesto amaçlı gösterisiyle başlayan olaylar, yağmacılık ve başkaldırı diye izah edilebilecek bir hal aldı artık.

 

Olayların Londra’nın fakir semtlerinden Tottenham ile sınırlı kalmayıp, ülkenin büyük kentlerinde de devam etmesi “siyahların başkaldırısı”nı aşmış durumda.

 

Başlangıçta polis ve itfaiyenin kayıtsız kalması ayrı bir tartışma konusu, ancak gelinen noktada hükümet ve ilgili kurumlar suçluların cezalandırılmasının ötesinde, asıl sorgulamayı kendi içinde yapmak durumunda.

Ülkesi huzursuz bir ülke başbakanın yapması gereken konuşmaları yapıyor David Cameron. Polisi cesaretlendiriyor, korku ve endişeli insanları rahatlatmak için güvenlik önlemlerinin sertleşeceği mesajını veriyor.

Hatta “suç işlemek için yaşın tutuyorsa ceza çekmek için de tutuyordur” sözleriyle, yağmacılara gözdağı da veriyor.

 

Cameron’un hükümetin ve güvenlik güçlerinin duruma hakim olduğunu söylemesi doğal. Çünkü bulunduğu konum, işgal ettiği makam bunu söylemeyi gerektiriyor.

 

Ancak gazete sayfaları ve ekranlara yansıyan yağma görüntüleri de Başbakan Cameron ve hükümetine başka sorumluluklarını hatırlatıyor olmalıydı.

 

Çoğunluğunun rengi siyah bile olsa farklı yaş gruplarındaki insanların yağma yapmasından da Cameron ve başkanlık ettiği hükümet sorumlu.

 

Bulunduğu konum, ülkenin farklı bölgelerinde benzeri ayaklanmaların meydana gelmesini basit polisiye bir olay diye geçiştirme lüksü vermiyor Başbakan Cameron’a.

 

Çünkü, siyahlar etrafı ateşe verirken polisin seyrettiği, itfaiyenin ise saatler sonra müdahale ettiği alevler, olayın meydana geldiği mekanı yakmakla ve geniş halk kitlelerinin endişelerini artırmakla kalmıyor...

Cameron’un ülkesinde hayatını idame ettirmek için iş kuran insanların devlete güvenini de yakıyor aynı anda.

Yanan binaların alevleriyle, fakir kitlelerin yarına olan hayalleri de küle dönüşüyor.

 

Daha da kötüsü ne biliyor musunuz?

 

Norveç teröristi örneği ile ortaya çıkan tehlikenin de ateşi oluyor bu olaylar.

Ülkesinde yabancıları, göçmenleri, ten rengi farklı insanları görmek istemeyen ırkçılara zemin hazırlıyor.

Olayların şiddetini artırdığı Pazar gecesi siyah bir British vatandaşının twitter’da yazdığı, “altı yaşındaki kızım televizyondan olayları izlerken ‘ne oluyor baba’ dedi. Ben kızıma ne olduğunu nasıl anlatacağım?” sözlerini ben de Başbakan David Cameron’a soruyorum...

 

Son yaşanan olayları halkınıza nasıl anlatacaksınız?

 

Sosyal adaletsizlikten mi başlarsınız anlatmaya yoksa?