Cezayir asıllı, 23 yaşında, 18 sabıkası olan araba tamircisi Menah\'ı \"terörizmin nefret tohumlarını ektiği bir zihniyet mi?\" yoksa \"ayırımcılığın, yoksulluğun, adaletsizliğin ektiği tohumlar mı\" terörist hale getirdi sorusu hepimiz için önem taşıyor. \"Terörist\" damgası basıldığında meselelerin çözülmediğini yakinen biliyoruz. Besbelli ki Menah hasta bir ruha sahip. Ancak onu hastalandıran gerekçeler terör zihniyeti üst başlığında geçiştirilecek kadar basit mi?

Menah hapse girip çıktıktan sonra dini görüşleri radikalleşen, arkadaşları tarafından işe yaramaz birisi olarak tarif edilen birisiyken Fransa\'da 4\'ü Yahudi olmak üzere 7 kişiyi öldürdüğü söyleniyor. Batı medyasında bu saldırıyı analiz eden yorumlarda \"İslam ve terörizm\" ilişkisi yeniden sorgulanmaya başladı bile. Analizciler teröristin hoşgörü, uyum ve dinler arası diyalog gibi Avrupa\'nın kültürel değerlerini hedef aldığını söylüyorlar.

Menah\'ın dünyasında bunların bir karşılığı olup olmadığı sorgulanmıyor bile.

Bu cinnet geçirme hallerinde devletlerin hataları ve vahşetine tanık olmanın hiç mi rolü yok? Filozof Hannah Arendt, \"sıradan kötülük taklit, propaganda ve hayalcilik mekanizmaları tarafından besleniyor\" derken, başta devlet olmak üzere aslında tüm toplumu bundan sorumlu tutuyor.

Fransa\'da ki bu saldırı dünyayı \"neden Müslümanlar terörist oluyor?\" gibi kaba bir soru üzerinde konuşmak yerine insan olmanın onurunu hissetmedikleri koşullarda yaşayan işsiz, umutsuz, haysiyetleri incinmiş çocukların geleceği üzerinde bizi daha fazla düşünmeye sevk etmeli. Bu arada eminim ki Fransa\'ya diz çöktürdüğü için kendisiyle gurur duyduğunu söyleyen Menah, şimdiden Müslüman banliyölerinde kahraman ilan edilmiş, posterleri duvarlara asılmıştır.

Refah toplumunda yaşamak haysiyetlerin ezilmesinin ruhlarda açtığı yaraları onaramıyor.

Bu vesile ile hapisteki çocukları, gençleri düşünerek olayları sebeplerine bakmadan terörist şablonuna sığdırmanın dünyevi ya da ilahi hiç bir adalet kapsamına girmediğini söylemek isterim.

GÜNEY AFRİKA VE TÜRKLER

Geçen hafta Güney Afrika\'da dünyanın en ırkçı rejiminden en demokratik devletine uzanan yolun hikâyesini dinlemek umut vericiydi. Güney Afrika yöneticileri 1994\'ten beri ayrımcılığın izlerini yok etmeye adamışlar kendilerini. Apartheid rejiminin acılarını silmeye, öncelikle anayasa yapımına halkın tüm kesimlerini dahil ederek başlamışlar. Bugünkü Anayasanın ilk cümlesi ise \"biz Güney Afrikalılar...\".

Çoğunluğu okuryazar olmayan siyahî halkın anayasa yapım sürecine katılımını sağlamak için TV reklamları dâhil her yolun denendiği bu süreç gerçekten ibret verici. Herkesin ikna olması değil, itirazı olmaması önemsenmiş. Anlaşma yerine uzlaşı ve taviz konmuş. Bunu da demokrasi kültürünü yerleştirmek olarak tanımlamışlar.

On bir resmi dilin olduğu Güney Afrika, beyazlar ve siyahlar arasındaki ayırımcılığın sonuçlarını yok etmek için hala mücadele veriliyor. Tam tersi siyahlara beyazlar gibi davranılıyor, pozitif ayırımcılık uygulanıyor. Bir beyaz bir siyah ile ortak olmadan iş açamıyor, işyerlerinde siyahların çalıştırılması esas; beyazların ve diğer ırklarınsa kontenjanı var. Üniversitelere ve tüm okullara anne babalarının eğitimsiz olduğu gerekçesi ile siyahlar daha düşük puanla girebiliyor.

Dünyanın en iyi demokrasi modeline sahip bir ülke olduğu söylense de burada da sorunlar bitmiyor. Yönetim ve bürokrasi kademelerinde zenciler hâkim. Zengin zenciler lüks mahallerde yaşarken yoksul halk teneke evlerde yaşıyor. Ülkede suç oranı ise çok yüksek. Soweto\'dan gelip Johannesburg\'daki Türk okulunda, Türkiyeli Müslümanlarla tanışan Nicholas, kendini Diyarbakırlı; eski Diyarbakır valisi Efgan Ala\'yı da yakın dostu olarak görüyor. Nicholos 9 kardeşi ile teneke evlerde yaşayanlardan. İki kardeşi hapiste, ikisi ölmüş. Geri kalanları ise çalarak hayatını sürdürüyor. \"Eğer buradaki okul ile tanışmasaydım ben de onlar gibi olacaktım\".

Nicholos Türk okulunda geçirdiği beş yılın ardından Müslüman olmuş, üniversiteyi bitirmiş. Şimdi Türk okullarında öğretmenlik ve yöneticilik yapıyor. O bunları bize Türkçe anlatırken teneke evlerden yaşayan çocukların gelecek umutlarının olmadığını öğreniyoruz. Nicholas onlara bir umut olmuş.

Bir milyona yakın AİDS hastasının bulunduğu, güvenlik sorunları yaşayan Güney Afrika\'da üçü Johannesburg\'da, biri Cape Town\'da olmak üzere 4 Türk okulu- Hıristiyanından Müslümanına- uyuşturucu, AİDS, hırsızlık sarmalından uzak, güvenli eğitim kurumları olarak tercih ediliyor.

Tabii bu arada bölgede az sayıda iş adamı olduğunu da söyleyelim. Johannesburg\'da büyük bir kömür madeni işletmesinin Türk iş adamlarına ait olduğunu, Cape Town\'da Afrika kıtasını en büyük battaniye imalatçısının Türk olduğunun altını çizelim.

Ve bölgeye gelen ilk Osmanlı âlimi Ebubekir Sıraceddin\'in mezar yeri ile ilgili durumun da çözüme yaklaştığını söyleyelim.

(Yeni Şafak)