Ey yar deyip sebebim kıldığım...

Ey nefesim...

Ey kalemimin sazı sözü...

Ey bilinir yanım...


Gözlerindeki hüzne bin kitap, gölgesindeki gülüşüne sonu gelmez destan yazdığım yar!


Aşk aşk olalı böylesine anlam bulmamıştır; bendeki senin bulduğu kadar.


Yüzüm sana dönük; varlığının her halini zihnime kazırcasına ve  sırtım sensizliğe. Aşk mabedime yüz sürdüğünden beri dokunmadı başka öz özüme.


Aşk olmama sebep olan gülüşüne, geceler boyu kaleme akmayan, yazıyla kalınır kılınmayan nice şiir akıttım.  Sen demeyi seçtiğimden beridir aşk oluşum.


Sen gözlerindeki duru akan hüzünle, asi çağlayanlara çevirsende susunluğumu, gülüşünün yanağında yarattığı bir kıvrım; geçemi gündüze, kederi sevince dönüştürme sebebim.


Aralıksız baktığım suretinin gecesinde, hüznün en yakışmadığı insan ilan ettim seni. Yüzüne düşen zamansız gölgelerin dudağında, alnında, göz kenarlarında yarattığı etki bin cenazeye dökülen gözyaşına eş acı yükler yüreğime.


Oysa uslanmaya direnen bir yaramazlıkla  beslenen  bedeninin yansıması gözlerin; hala bilinmeyen bir aşkın bilinmeyen açısında savrulduğunu öyle güzel anlatır ki. Eline aldığın silahı dayasanda şakağına; yüreğine dayamadıkça sana ait olmuyor hiç bir görünen sonuçta. Yüreğiyle yaşayan biri beynine sıkılan bir kurşunla ölür mü sence? Aşktan ölmek için evreni sarsan çığlıklarla göğsüne kazığın kaderine sen bile inanmazken ey yar, kim inansın senin yüreksiz yaşadığına.


Çocukluğunla çocuksuluğun kolkola dans eder dokunuşlarında.


Sahi sen hangi oyunda ebe bıraktın çoculuğunu? Hala saklananları arar belki yıllardır. Ebe olmak zor iştir, gizin hazzını yaşamak yerine, sobelenmesi gerekenleri kovalamakla geçer mi bir ömür? Gel sen iyisi mi gizlenenleri bırak, unut gitsin. Yoksa yaşamak yerine aramakla bitecek hayat dediğin. Yüzünün kıvrımlarında gezerken gözlerim, sözlerim, ellerim; cevabının önemini düşünmediğim sorular çözülür dilimden.


Hangi ilk aşk elini kaleme bulaştırdı?


Yüzündeki çizgilerde kaç aşk, kaç hüzün, kaç kavuşma, kaç ayrılık gizli?


Kim bilir?


Öldürmek için böyle hırçın, ölmek için böyle savunmasız, sevdiği bir omuzda böyle uzak durmak için kaç azlığı çok yapmış olmalısın acaba?


Kollarında sevdiğim dediğinle sabahlarken ne kadar uzağa gitti ruhun?


Kimin saçlarını okşadı yüreğin, ellerin başkasına dokunurken?


Bir kadeh kırmızı şarapta kaç sevda öldürdün?


Göğsünde uyumanın huzurunu anlamasada kimse, hüznün ahenginde dans ediyor ruhum seninle.


Gülüşünle can bulan tüm çizgiler yüzünde gözlerinin gölgesinde.


Ne dünümsün ne yarınım sadece anımsın.


Aşk dediğim, aşkı seçtiğim, sevdanın anlamını ince ince gülüşüne işleyip, hüznünü bir bir çarmıha gerdiğim.


Güne aydın deme sebebim, yıldızlara romantizm öğrettiğim…


Kör oluşum başka yüreklere, sen oluşum her bedende.


Ne gelişini beklediğimsin nede gidişine kaygı düşürdüğüm.


Ben olduğum sürece nefessin sebebime.


Hangi tanrı hangi mitolijik zaman diliminde doğurdu seni bilmem ama bilirim ki kahpece can bulmamış bedenin evrende.


Gizlice dokundum yüreğine. Müsaitmisin bilmem ama aşk olmaya geldim kapina!