27 Ocak 2008 tarihinde yayınlanan “Vakıfların Maraş’taki Mallarına Sahip Çıkma Zamanı Geldi” başlıklı yazımda (bakınız http://www.ataatun.org/vakiflarin-marastaki-mallarina-sahip-cikma-zamani-geldi.html ) “Aresti’nin dedesi Mavrodi Haji Hambi Mavreli, 15.09.1913 tarihinde Mülhak Vakıf olarak kayıtlara geçmiş Abdullah Paşa Vakfının söz konusu malını evraklarda sahteleme yaparak hile ile tapuda adına kaydetmiş. Bu malı da 35 yıl sonra 5.10.1949 tarihinde kızı Anna Mavroudi Haji Hambi’ye bağışlamış. Bayan Anna da söz konusu malı kızı Mira Xenidu’ya yani Mira Xsenti-Arestis’e 28.02.1974 tarihinde hibe etmiş.

İşte dolandırıcılığın ve Türk Vakıf Mallarını gasp edilmesinin kısa hikâyesi bu şekilde. Ama biz bunu bir türlü bizim Vakıflar İdaremiz ile üst düzey yöneticilere anlatamadık. Aslında anlattık da anlamak istemediler. Bütün uyarılarımız ve çağrılarımıza rağmen Vakıflar idaremiz ile üst düzey yöneticilerimizin konuyu ciddiyetle ele almadılar ve söz konusu dava AİHM’de görüşülürken Aresti’ye ait olduğu iddia edilen taşınmazın Abdullah Paşa Vakfına ait olduğu hususunda yeterli veriler her nedense zamanında Mahkemeye sunulamadı. Bu ihmalden dolayı da Aresti davasında, ata mallarımız sahtecilikle gasp edilmiş olmasına rağmen haksız bulunduk ve tazminat ödemeye mahkûm edildik” diye yazarak konunun vahametini ortaya koydum ama dönemin Cumhurbaşkanının bana gönderdiği mesaj farklıydı. “Maraş’taki Vakıf Malları konusunu ortaya atmakla müzakerelerin gidişatını sabote ediyorsun” şeklindeki mesajla Cumhurbaşkanlığından destek beklerken köstek görmeye başladık aniden ve önümüzdeki tüm kapılar kapandı.

 

Arkasından ne kadar dedikoduya ve şehir efsanesine inanan ve araştırma yapmak tenezzülünde bulunmayan bilge kişi varsa bana mesajlar göndermeye başladılar. 

Bana hep söyledikleri “1960 Kıbrıs Anayasası’nın “EK U” (Annex U) içeriğine göre dönemin liderleri rahmetlik Dr. Fazıl Küçük ve Rauf. R. Denktaş, İngiliz sömürge İdaresinden bir buçuk milyon Sterlin aldılar ve Vakıf mallarımızdan vazgeçtiler” şeklindeydi. Yalanın, iftiranın ve gerçek dışı konuşmanın daniskasıydı söyledikleri. Üşenmedim ağır bir politik dille yazılmış “Ek U”da yer alan gelen mektubu ve verilen yanıtı Türkçeye çevirdim ve hepsine tek tek gönderdim. Gönderdiğim çeviri, Kıbrıslı Türklere ödenecek olan bir buçuk milyon Sterlin’in ne amaçla verildiği ve nerelere harcanacağı tek tek yazmaktaydı.  

 

Ruhları şâd, mekanları Cennet olsun, rahmetlik Rauf R. Denktaş ve Dr. Fazıl Küçük beylerle hayattalar iken, yüz yüze yaptığım görüşmede konuyu dile getirmiş ve sormuştum. Bana ayrı ayrı zaman ve mekanda verdikleri yanıtta;

a-     Dönemin valisi tarafından Kıbrıs Türk Cemaatinin liderleri olarak kendilerine gönderilen mektubun üzerine kendi el yazıları ile yazdıkları “Vakıf Malları ile ilgili Kıbrıs Türk Cemaatinin mülkiyet haklarının baki kalması koşulu ile” kabul ettiklerini belirtmişler,

b-     Toplum liderleri olsalar da atalarımızdan kalan Vakfı mallarının sahipliliği veya da mülkiyeti hakkında söz söylemeye herhangi bir hakları olmadıklarını özellikle vurgulamışlardı bana. Devamla Vakıfların mülkiyet haklarından vazgeçmiş olsalardı bile bunun yasal olarak hiçbir geçerliliği olmayacağını da söylemişlerdi.

Zaten Vakıflar İdaremiz ile Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı ve Dışişleri bakanlığının müştereken yaptıkları araştırma da rahmetlik liderlerimizin sözlerini ve beyanlarını tamı tamına doğrulamaktadır.     

 

Çok önemli değildi Kıbrıs’taki kapıların kapanması. Osmanlı Devleti dünyanın en iyi arşivci devletlerinden bir tanesiydi ve Kıbrıs Vakıf malları ile ilgili kayıtlar hem Ankara’daki T.C. Başbakanlık Osmanlı arşivlerinde, hem İstanbul’da bulunmaktaydı. T.C. Lefkoşa Büyükelçiliği kanalı ile T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivlerine yaptığım başvuruya anında olumlu yanıt geldi… (devam edecek)