Generallerin mal varlıkları ve maaşları okundu…


Sanık generallerin, subayların ve diğer sanıkların mal varlıkları okunmaya başlandı. Komutanların en düşük maaşları 5 bin TL idi. Kiminin maaşı 16 bin TL idi. Adlarına kayıtlı olan ev, arsa, araba, yazlık ve kışlık villalar tek tek okundu. Adres tespitleri yapıldı. Tabii birinci derecede yakınlarının adlarına kayıtlı olan menkul ve gayrimenkul varlıklar okunmadı.


Paşaların mal varlıkları okunurken; wey maşallah dedim. Hayatım boyunca 5 bin TL’yi bir arada görmezken paşalarımızın en düşük maaşı 5 bin TL’dir. Bu paşalar yoksulluk, açlık, elektrik, su, gaz ve çocuğa harçlık verememenin, çocuğu okutamamanın acısını nereden bilecekler ki...


Tüm paşalarının çocuklarının elinde İPAD ve son model telefonlar vardı. Her bir telefon en azından 2 bin TL’dir. Benim elimdeki telefonu satsam Türk parasıyla kimse beş kuruş vermez dedim.


Kirli savaşta gariban yoksul Anadolu evlatları dağlarda birbirini boğazlamış, öldürmüş, Kürt köyleri yakılmış, insanlar temmuzun cehenneminde, kışın zemheririn de evlerinden, barklarından olmuş, köklerinden koparılmış, şehrin amansız varoşlarına salınmış, paşaların umurunda mı?


Ancak masa başında ve kışlalarında ahkam keserler. Hele bir asgari ücrete talim olsunlar görürüz o zaman kahramanlıklarını dedim. Paşa hanımlarının sadece giydikleri ayakkabı ve taktıkları gözlük benim iki aylık maaşımdır. Diğer bakım malzemelerini vs saymıyorum da.


İşte sosyal devlet, eşitsiz, sömürüye dayalı ve adil paylaşım olmadığında ülkede her türlü adaletsizlik, zulüm ve isyan kaçınılmaz olur. En nihayetinde herkesin bir izzeti nefsi ve onursal hakları vardır.


Duruşmada Cumhuriyet Savcısı söz aldı. Özetle davayla ilgili Savcı;


Devletin düzenine, anayasal düzene karşı işlenen suçların, sanıklara isnat edilen anayasal düzene göre bir suç olduğunu belirtti.


“Anayasanın 143. maddesinde Genel Kurmay Başkanlarının ve Kuvvet Komutanlar ile Jandarma Genel Komutanların görevleriyle ilgili suçların yüce divanda yargılanması belirtilmişse de, Anayasanın 165/146 maddesi düzenlenmiştir.


Türkiye Cumhuriyeti icra vekillerini cebren iskat veya vazife görmekteyken, cebren men etmek, cebir ve şiddete kalkmak, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya, görevlerini tamamen veya kısman engel teşebbüs suçunun, bir eylemleri olmadığı anlaşılmaktadır.


Bu hususta mal bildiriminden rüşvet ve yolsuzlukla mücadele kanunun 17. maddesi düzenlediği, irtikap, rüşvet ve zimmet görevleri sırasında resmi ihaleye fesat, devlet sırlarını açıklamak, memurlar ve diğer görevlileriyle ilgili yargılanmaya belirtilmiştir. Yargılama konusunda sanıkların görevleriyle bağdaşmayacağı, kabul edilmeyeceği ortaya çıkmaktadır. Yargılama konusunda ve Hasan Celal Güzel dışında yüzlerce müşteki(mağdur) dilekçe vermiştir.


TMK 10. Madde Görevli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılmış soruşturmanın Hasan Celal Güzel’in dilekçesine ilişkin koğuşturma, yeni soruşturma olduğu, Hasan Celal Güzel’in dilekçesi delil mahiyetinde dosyaya konulduğu.


Konunun 173 maddesi sadece Hasan Celal Güzel açısından tartışma konusu yapılan belgeyi; olay tarihinde müşteki Hasan Celal Güzel Ankara DGM belirttiği hususların araştırılarak gerekli araştırma yapılması sonucunda karar vermesi gerekirken takipsizlik kararının verilmesi, CMK’ya uygun bir soruşturma yapılmadığı anlaşıldığından.


Gelinen noktada; iddianamenin okunması ve diğer taleplerin yerine getirilmesi kamu adına talep olunur.”dedi


Fişleme suç değildir!


Bir sanık avukatı yaptığı savunmada fişleme işleminin yasalarımıza göre suç olmadığını belirtti.


Aslında avukat bir noktada haklıdır. Çünkü her ne kadar yapılan kanun değişikliklerinde fişleme suç sayılsa da, her ne kadar Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Sözleşmelerine imza atsa da idare mahkemelerin nezdinde fişleme bir suç olarak kabul edilmiyor.


En bariz örnekte gerek Ankara 16.İdare Mahkemesinin fişlendiğimi kabul etmesi ancak mağdur olmadığıma karar vermesi, gerekse 16. İdare mahkemesinin kararını onaylayan Danıştay 10’uncu dairenin fişlemenin hukuki ve yasal bulması, söz konusu sanık avukatını doğrulamaktadır.


Daha duruşmanın ilk saatlerinde sanık avukatları sanıkların tahliyesini istemesinden dolayı mahkeme başkanı “daha mahkeme başlamadan tahliye talebinde bulunuyorsunuz, tahliye istiyorsunuz.”diyerek tepki gösterdi.


Mahkemede en çok hararetli tartışılan konulardan biri de mahkemenin görevi, yetkisizliği ve sanıkların sıfatından dolayı sanıkların yüce divanda yargılanması gerektiği konusuydu. Örneğin sanık avukatlarından Av. Ali Vural “yargılamanın yeri yüce divandır. Askeri mahkemeler, Genel Kurmay Başkanlarının yargılama yeri anayasa mahkemesidir.” dedi


Av. Fethi Öztürk; “Hasan Celal Güzel’in takipsizlik kararında maddi hatalar var, doğru değildir.”dedi.


Bir başka avukat “35.Maddenin kaldırılmasının hiçbir anlamı yoktur. Subaylar yemin ettiği için 35. Maddesinin kaldırılmasının hiçbir anlamı yoktur. MGK 28 Şubat’ta 18 maddelik karar aldı. 28 Şubat belgeli imzada Mesut Yılmaz’ın imzası vardır. Hedef siyasi iktidar değildir.”dedi.


Avukatlar mahkeme başkanıyla tartışmaya başladılar. Ancak mahkeme başkanı son derece soğukkanlı, insancıl ve anlayışlı davrandı. Olabildiğince ortamı esprileriyle yumuşatmaya çalıştı. Sanıklara ve sanık avukatlarına karşı hitabı son derece kibardı.


Bir sanık avukatı “sanıklar 18 aydır tutukludur. RP’nin kapatma davası AİHM’e gitmiştir. Genel Kurmay Başkanları, Jandarma Genel Komutanlarının yargılanma yeri, makamı, yüce makam sıfatıyla Anayasa mahkemesidir. Anayasa’nın 148 maddesinde bu vardır. Görevi sırasında suçu ne olursa olsun yargılama yeri Anayasa mahkemesidir.”dedi.


Hüsnü Dağ’ın Avukatı Av. Metin Yıldızhan; “iç ve dış tehditleri önleme görevi MGK’ya aittir. 35. Maddenin kaldırılmasının hiçbir anlamı yoktur.”dedi.


Ancak sanık avukatların bütün itirazlarına mahkeme sanıkların yüce divanda yargılanma taleplerinin reddine karar verdi. Duruşmanın ikinci gününde Jandarma eski Komutanı Teoman Koman fenalaştı. Zaten ilk günde hep uyukluyor ve sağlık durumu iyi değildi. Akşama doğru fenalaştı. Avukatların talebi üzerine mahkeme önce Teoman Koman’ın tam teşekküllü hastanede yatırılmasına ve tedavisinin yapılmasına karar verdi. Ardından avukatının tahliye talebini değerlendiren mahkeme yarım saat sonra Koman’ın tahliyesine karar verdi.


Tahliye kararının duyulmasıyla duruşma salonunda bir alkış tufanı koptu.


İddianamenin okunmasına karar veren mahkeme TRT’den getirilen iki spiker tarafından iddianamenin okunmasına başlandı. 1309 sayfalık iddianameden şimdiye kadar 250 sayfası okundu.


Perşembe günü mahkeme sanıkların tahliye taleplerini, sanıkları ve sanık avukatlarını dinleme kararını verdi. Mahkeme isteyen bütün sanıkları ve sanık avukatlarını dinledi. Kimi sanık avukatları muhteşem savunma yaptılar ve belli ki çok iyi hazırlanmışlardı.


Bu sırada bende müşteki olarak Mahkeme başkanlığına bir dilekçeyle başvurarak söz almak istediğimi beyan ettim. Mahkeme başkanı bana sanıkların savunmalarını aldıktan sonra söz vereceğini söyledi.


Duruşmada en çok ilginç konuşmalarından biri de MGK eski Genel Sekreteri İlhan Kılınç’ın yaptığı savunma ve tahliye talebiydi. Merhum başbakan Erbakan’ı öven Kılınç özetle “ben sürekli merhum Erbakan’la konuşur, görüşürdüm. Hiçbir anlaşmazlığımız olmadı. Eğer rahmetli sağ olsaydı, sanırım en iyi şekilde o beni anlatırdı. Belli makamlardan geçmiş biri olarak benim kaçmam söz konusu olamaz. Bu yaştan sonra nereye kaçabilirim. Benim vatanım burasıdır.”dedi.


Konuşmasının birçok yerinde “Türklük” vurgusu yapan eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz’de “ben Türk’üm. Yurtdışında kaçmam bir yana, dünyanın neresine gidersem gideyim en son geleceğim yer yine Türk vatanıdır. Başka hiçbir yerde yaşayamam.”dedi.


Bir paşanın yutkunarak ve ağlayarak savunmasını yapması salondaki herkesi ağlattı. Onun duygusal ve ağlamaklı konuşmasından başta mahkeme başkanı olmak üzere bütün heyetinde etkilendiğini gördüm.


Yalan yok, benim de gözlerim doldu. Kendi kendime değer miydi onca yapılanlar… Millet olarak kendi kendimize acı çektirir ve zulüm ederiz. Yine birbirimizi gömen biz oluyoruz. Düşman dediklerimizle aynı toprağa veriliyoruz. Gavurlar bize ağlamıyor. En sonunda yine biz birbirimize ağlıyoruz. Bunu bile bile yine kendi kendimize hayatı haram etmekten vazgeçmiyoruz dedim.


Duruşmaya ara verildiğinde bir mağdur avukatla ayaküstü sohbet ettim. Avukatında eşi türbanlıymış. Kazandığı üniversiteyi okuyamadığı için bunalıma girmiş ve intihar etmiştir.


Bir başka mağdur da bana sırf evinde Kur’anı Kerim okunduğu ve evinde Kur’anı Kerim okundu diye şikayet edildiği için ordudan atıldığını söyledi.


Duruşmada Çevik Bir’in avukatı Atilla Bingöl; Görev suçu; Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren düşürmeye yönelik suçlamanın ve Kuvvet Komutanlarının Yüce Divanda yargılanmaları gerektiğini söyledi.


Mahkemenin bu davada görevli olmadığını, görevsizlik kararının vermesi gerektiğini söyleyen Bingöl; “görev suçu kavramının net olarak tartışılması gerekir. 145. madde Askerin görev alanı, Anayasanın 148/3 fıkrasının özel nitelikli hükmüdür.”dedi.


Bingöl; Prof. Ergün Özbudun’u referans göstererek Özbudun’un 148 maddesinin hükmü geçerli olduğunu söylediğini aktardı ve suç tarihinin net olarak belirlenmesinin talebi yapıldı.


Genel Kurmay eski Harekat Daire Başkanı Çetin Doğan’ın avukatı ise mahkemeyi bir Yassı Ada mahkemesine benzeterek, mahkemenin mevcut siyasal iktidarın iklimine göre hareket ettiğini iddia etti. “Yassı Ada’da mahkeme başkanı Salim Başol’un ‘sizi buraya getiren güç böyle istiyor’ sözünü hatırlattı.


Bu ithamlara kulak asmayan mahkeme başkanı soğukkanlılığını yitirmeden duruşmaya devam etti.