Haber önce Hürriyet gazetesinin manşetine "Diyanet'te mele dönemi" başlığı ile çıktı.

Bu başlığı biraz, "kötü niyetli" demek istemiyorum ama "problemli" buldum.
Ne anlaşılıyordu bu başlıktan?
Diyanet yeni bir dönem başlatıyor ve bu dönem "mele dönemi" oluyordu.
"Mele" kelimesini bilen insan sayısı kaçtır diye sorabiliriz. Habertürk televizyonunda bunun denemesini Pakize Suda yapıyor ve "Mehmet Akif kimdir" şeklindeki bir soruyu bilen insan sayısı parmakla gösterilecek kadar az çıkıyor.
Mehmet Akif bu. İstiklal Marşımız'ın yazarı. Türkiye'de ilkokul mezunu her insanın bilmesi gereken bir isim. Ama yok; bilinmiyor.
Peki "mele" ne?
Endişe duymamız gereken bir kelime mi? Ne?
Aslında dönem mönem yok. Sonuçta Diyanet'e bin kişilik bir kadro veriliyor ve bu kadrolara, Doğu-Güneydoğu'da, medreselerde ilmi eğitim görmüş, rahatça imamlık yapacak niteliğe kavuşmuş ancak diploması olmayan insanların alınması öngörülüyor.
Doğu-Güneydoğu'da bu insanlara "molla" anlamına "mele" deniyor. Molla kelimesi de, bizim bildiğimiz "hoca"dan başka anlama gelmiyor. Hatta geçmişte, "Molla Cami" gibi büyük alimler de "molla" olarak anılmış.
"Mele" kelimesi, sonunda bir kesme ile "mele'" şeklinde Kur'an'da da var. "Yönetici topluluk" anlamına geliyor ama Doğu-Güneydoğu'da kullanılan şekliyle "mele" "molla"nın dönüşmüş hali.

Bir çarpıklığın düzeltilmesi

Diyanet'in, devletle iletişim halinde yapmaya çalıştığı şey, aslında bir çarpıklığı düzeltmek.
Devlet, örgün eğitim sistemi içinde, din adamlarını da kendi kontrolü altında yetiştirmek istemiş. İmam hatip okulları, ilahiyat fakülteleri bu şekilde tesis edilmiş. Bu arada, medrese sistemine son verilmiş.
Doğu-Güneydoğu'da ise medrese sistemi, bir şekilde devam etmiş. Oralarda gerçekten kendisini iyi yetiştirmiş alimler var. Onlar ders halkaları oluşturmuş ve eğitimi sürdürmüş. Bu bir realite.
Bu ders halkalarından yetişen genç ilim adamları ve mollalar var.
Bunlar, halk üzerinde etkili. Yer yer halkın dini sorularını cevaplandırıyor, dini hizmet veriyorlar. Ders halkaları halen devam ediyor.
Zaman içinde terör örgütü, bu insanları da etkilemek ve onların halk üzerindeki tesirlerini kullanmak istemiş.
Alternatif cuma hesapları bununla ilgili.
Devlet, birçok konudaki saplantılarından-yanlışlıklarından kurtulmak isterken, Doğu-Güneydoğu'nun bu gerçeği de gündeme geliyor.
Kaldı ki bu gerçek, "Kürt sorunu" dediğimiz hadisenin de bir parçası.
O sorun çözülürken, bu soruna el sürülmemesi düşünülemezdi.

Diyanet ne yapacak?

1000 kişilik kadro tahsisi soruna çözüm için formül arayışının sonucu.
Diyanet imtihan açacak.
İmtihanı kazananlar, ayrıca bir hizmet içi eğitimden geçecek ve bölgede hizmet verecek.
Bölge insanlarının büyük kısmı Şafii mezhebine bağlı.
Şafii mezhebi de, İslam'ın köklü, meşru mezheplerinden birisi.
Şafii, Hanefi vs... Bunlar, mezhep diye nitelenen ve İslam içinde yer alan dini oluşumlar...
Temel inanç konularında büyük farkları yok. Ancak içinde yaşanılan şartlar, bazı dini hükümleri farklılaştırmış. Bunlar tarih içinde birbirine saygı duyarak gelmiş. Bir devlet kurumu olarak Diyanet, hizmet verecekse, bütün oluşumların ihtiyacını görecek.
Diyanet aynı şekilde, mesela Alevi-Bektaşi dini metinlerini de yayınladı.
Bunlar, bence normalleşme, yanlışları telafi etme ve devletin toplumla ilişkilerini düzeltme girişimleri.
Eminim ki, Doğu-Güneydoğu'da, medreselerde yetişen hocaların da istihdamı ile, önemli bir sancı alanı daha tedavi edilmiş olacak.
Caferiler'in sözcüsü Selahattin Özgündüz'ün bu vesileyle ilgili "asimilasyon" kaygısını seslendirmesi, bence peşin bir reddi değil, bir hassasiyeti ifade ediyorsa sağlıklıdır. Peşin retler yerine diyalog tercih edilmelidir.