1955’leri, 57’lileri, 63’leri, 64’leri, 67’leri ve 1974 Barış Harekatını yaşayan jenerasyonun içinden kaç kişinin Sayın Mehmet Altan’ın dediği gibi Rumcayı iyi bir şekilde konuştuğunu, okuyabildiğini ve yazmayı bildiğini çok merak ediyorum doğrusu. Rum okullarında okuyan veya jimnasyoya (Rum Lisesine) gitmiş olan hiçbir arkadaşım yok benim. Benden önceki jenerasyonda da bu sayının yok denecek kadar az olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

 

Bu dönemi yaşamayanların kafadan attıkları veya da hayal dünyalarında yaratıp zenginleştirdikleri gibi Kıbrıslı Türklerle Rumlar arasında ortak bir kültür ve yaşam hiç olmadı bu adada.

 

Karma köylerde, Kıbrıslı Türklerin kahvehanesi ile Rumlarınki ayrı ayrıydı. Bakkalları da, fırınları da, kebapçıları da, dülgerleri de, ayakkabı tamircileri de, köy kooperatifleri de, köy muhtarları ile destebanları da (kır bekçileri) ve diğer halka hizmet veren, mal satan işletmeler ve kuruluşlar da hep ayrı ayrı idi. Hiçbir şey, hiçbir iş ve hiçbir görev ortak değildi. 

 

Kız alıp vermek bile neredeyse hiç olmadı. 1960 yılında öylesine bir anayasa kabul edilmişti ki, Kıbrıslı bir Rum ile Kıbrıslı bir Türk’ü evlendirmek, deveye hendek atlatmaktan daha zordu. Zaten 1960 öncesinde de adadaki mevcut ve yaşamlarını sürdüren iki halk (Türk ve Rum) ile 3 azınlık (Ermeni, Maronit ve Latin) arasındaki evlilikler bir elin parmaklarını bile aşmayacak sayıdaydı. Kıbrıslı Türk ile Kıbrıslı Rum hasbelkader birbirine aşık olmuşsa, toplum tarafından dışlanır, yaşamlarını ancak ada dışında sürdürebilirlerdi. Karışım olmadığı için asimilasyona uğramadık ve erimedik. Yüzyıllarca kimliğimizi, geleneklerimizi, örf ve adetlerimiz ile dinimizi korumayı da başardık.

 

1974 öncesi bir Türk köyü ile bir Rum köyünü sormadan ve adına dahi bakmadan ayırabilmek çok kolaydı. Hangi köyün yolu asfalt, elektrik direkleri mevcut, damlarda TV antenleri bulunuyor ve evlerindeki çeşmelerden su akıyorsa, o köy kesinkes bir Rum köyüydü. Makarios hükümeti hiçbir şekil ve koşulda Türk köylerinin yolunu yapmamış, elektrik götürmemiş ve su bağlatmamıştı. Hangi köyün yolu topraksa, bilin ki Türk köyüydü orası. Ne yolu vardı, ne elektriği ne de suyu Türk köylerinin.

 

1974 yılına kadar Mağusa’da ikamet eden Kıbrıslı Türklerin kullandıkları tüm arabaların plaka numaralarını ezbere biliyor, sahiplerini de ismen tanıyordum. Birçok ailede araba alacak para bile yoktu. Alabilenlerin sayısı da çok azdı.  

 

Ve şimdi birileri çıkıyor ve Türkler 1974 öncesi refah içinde yaşıyordu diyor. Bu sözlere çocukluğumun unutulmaz arkadaşları “Kantara’nın (yaban) keçileri” bile güler, hem de kahkahalarla.

 

1963 yılında, Rumların Kıbrıslı Türkleri adadan yok etmek amacı ile silahlı saldırılara başlamasından ve BM’nin yüzkarası 4 Mart 1964 tarihli ve 186 No.lu kararından sonra Makarios Kıbrıs Cumhuriyetine el koymuş ve Rumlar da bu şekilde adanın mutlak yönetimini ele geçirmişlerdi. Makarios hükümeti Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Dünya Bankasından aldığı hibe ve kredilerinin yüzde 30’unu Kıbrıslı Türklere vermek yerine Rum yatırımcılara yüzde sıfır faiz ve 20 yıl vade ile vermeye başlaması ile Mağusa’nın Maraş bölgesinde oteller yükselmeye başlamış, Maraş’ın her köşesini bir inşaat furyası kaplamıştı.

 

1970’li yılların başında, bu beklenmedik yatırım gelişmesinden sonra Mağusa Rum Belediyesi, izinlerin verilmesi ve yapılan inşaatların kontrolü için bir İnşaat Mühendisi istihdam etmek gereksinimini duydu ve yerel gazetelere “İnşaat mühendisi alınacaktır” başlığı ile ilan verdi, “Rumca, İngilizce veya Türkçe dillerinden herhangi ikisini iyi konuşan ve yazan” diye başlıyordu ilan…

(Devam edecek…)