Alçaklık zirve yapmıştı. İftiralar havada uçuşuyordu. Bir kısım asker, medya ve siyaset erbabı el ele vermiş, komplolar kuruyor, operasyon üzerine operasyon gerçekleştiriyordu.
Başbakan'ın dediği gibi dört bir yanımız "kukla" ve "piyondan" geçilmiyordu. O günleri bizzat yaşadım ve gelinen noktada açıklamak zorundayım...
28 Şubat süreci mücadeleler, sıkıntılar ve baskılarla geçmişti. O dönemde üzeri çizilen, ancak yerini koruyan medya mensuplarından biriydim. DSP-MHP Koalisyon Hükümeti kurulmuş, ama aynı anlayış devam ediyordu.
Asker, yine oldukça etkiliydi.
Medyada ise, yeni bir takım isimler türemişti.
Muhabirliği tartışmalı insanların ellerine kalem verilip, "yazar" diye ortaya çıkarılmıştı. Üstelik, çalıştıkları kurumlarda "prens" yapılmıştı.
Haklarında ilginç yazılar yazılıyor, önemli iddialar ortaya atılıyordu. Meslek etiğini ayaklar altına aldıklarına ilişkin ciddi suçlamalar yapılıyordu. Havada uçuşan isnatlar, yenir yutulur gibi değildi. Bazı gazeteci cemiyetleri, hop oturup hop kalkıyordu...
Bunlardan biri de bizim gazetede "yazar" sıfatı kazanmıştı. Hakkındaki iddialar umurunda bile değildi. Sürekli olarak "patron arkamda" diyerek, ortalıkta geziniyordu.
Gerçekte, patrondan çok daha güçlü bir desteğe sahip olduğu zamanla ortaya çıktı.
Dönemin MHP'li Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz, özel bir sohbette pek çok kişinin önünde açıkladı:
-Mecburdum, korumak, kollamak ve destek vermek zorundaydım.
Ardından "mecburiyetinin" sebebini açıkladı. O ismi, kendisine Genelkurmay Karargâhı'ndaki son derece etkili bir askerin emanet ettiğini söyledi:
-Koru, kolla ve destek ver...
Söz konusu "gazeteci" de o etkili askeri ve Genelkurmay'ın gücünü sürekli olarak kullandı.
Hep, askerle birlikte "iş pişirmek" isteyen patronların yanında oldu. O patronlar da kendisini el üstünde tuttu.

* * *
O "gazetecinin" yeni ortaya çıktığı günlerinde, Akşam Gazetesi'nin Ankara Temsilcisiydim. Meslek etiğini korumaya çalışıyor, tavrımı sürdürüyordum...
İlginçtir, bir sabah Çukurova Grubu'nun en güçlü şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı, özel olarak Ankara'ya geldi. O "gazetecinin", başında bulunduğu şirketin çıkarları açısından ne kadar önemli olduğunu anlattı. Aynen şu ifadeyi kullandı:
-Ne gazeteciliği, ne yazarlığı kardeşim!
O, bizim hak ve menfaatlerimizi korumak için yazı yazacak!
Ben tavrımı sürdürünce ipler koptu...
Genelkurmay'daki bazı isimlerin de devreye girmesi ile Akşam Gazetesi'nden kovulmam kararlaştırıldı. O günlerde neler olup bittiğini çözen birkaç isimden biri, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'ti. Bizzat telefonla arayarak, bu operasyonun arkasında "askerlerin olduğunu" bildirdi.
En ilginç olanı da...
Yıllar boyunca "dost" ve "arkadaş" bildiğim MHP'nin bazı etkili isimleri bile askerle birlikte hareket etti. Bunlardan biri benim için aynen şu ifadeyi kullandı:
-Gönderin ....'yı, biz de destekleriz!
Artık, sıfırdan var edip büyüttüğümüz Akşam'dan ayrılmanın vakti gelmişti.

* * *
TV 8'de Ankara Temsilcisi olarak göreve başladım. Aradan kısa bir süre geçti, eski bakanlardan Gürcan Dağdaş telefonla aradı:
-Emin, Habertürk'ü gördün mü?
İnternet
'i açtım. Beynimden vurulmuşa döndüm. İğrenç ifadeler vardı: "Emin Pazarcı, Akşam Gazetesi'nden kovuldu. Çünkü, yakında Vurgun İddianamesi'nde adı geçecek."
Belli ki operasyonu devam ettiriyorlardı.
Öylesine kin ve nefretle doluydular ki, basında herhangi bir yerde olmamı bile hazmedemiyorlardı. İftira kampanyası ile itibarsızlaştırmaya, yok etmeye çalışıyorlardı. "Kukla" ve "piyonları" da "arkadaş" ve "meslektaş" dediğim isimlerdi!
Ama olmadı. TV 8'in sahibi Mehmet Nazif Günal ile Serdar Özkazanç dimdik arkamda durdular. Olay yargıya intikal etti. İftiracılar cezalandırıldı, tazminata mahkûm edildi.
Biliyorum, şimdi bunları yapanların kim olduklarını merak ediyorsunuz! Medyadakiler de siyasettekiler de Genelkurmay'dakiler de silindi, yok oldu, gitti.
Ama, Başbakan haklı. Bunlardan hesap sorulmazsa aynen dediği gibi olacak. Belki yenileri türeyecek, belki yeniden ortaya çıkacaklar.
Aynı felaketi çocuklarımız da yaşayacak!

(Takvim gazetesinden alınmıştır)