Eski Başbakanlardan Tansu Çiller'in bir dönem sahibi olduğu BTV'de çalıştığı yıllarda iktidarın sesi olan gazeteci İlhami Yangın, Uğur Dündar ve 28 Şubat ile ilgili çok çarpıcı bir yazı kaleme aldı.

İlhami Yangın, o kritik günlerde Uğur Dündar'ın Mesut Yılmaz ve Tuncay Özkan gibi isimlerle Çiller ailesi ve hükümete karşı kurduğu kirli kumpasları deşifre ediyor. İlhami Yangın'ın yazısında 28 Şubat'ın karanlık günlerine ışık tutan çok enteresan detaylar var.

İşte İlhami Yangın'ın o yazısı:

28 Şubat 1997 darbe döneminde Öncü gazetesi ve BTV televizyonlarında haber müdürü olarak görev yapmaktaydım.

Türkiye’deki iktidarı her ne pahasına olursa olsun ellerinde tutmak isteyen iki zıt kuvvet (Amerikan ve Alman derin yapılanmaları); bu odaklara bağımlı hareket eden para babaları, medya baronları, siyasetçiler, gazeteciler; devletin içinde ve dışında yer alan derin bürokratik güçler; MİT, asker, JİTEM, polis, yargı, mafya kıyasıya bir iktidar kavgasına tutuşmuştu.
 Her iki taraf da kendi bünyelerinde mini birer istihbarat teşkilatı oluşturmuş; dinleme, izleme, takip vs. faaliyetlerinde bulunuyordu.  Bu yapıların görünen yüzü gazete, dergi, televizyon şeklinde işliyordu.

Biz, sırtımızı hükümete dayamış karşı tarafı izliyor, dinliyor ve takip ediyorduk. Helikopterlerle evlerinin fotoğraflarını çekiyor, yurt içinde ve yurt dışında peşlerinden ayrılmıyorduk. 
Karşı tarafın bizden aşağı kalır yanı yoktu; aynı faaliyetleri hattâ daha fazlasını onlar da yapıyordu.
Gazetecilik faaliyetleri aşılmış, sınırsız imkânların kullanıldığı, ülke sınırları dışına taşan bir savaş söz konusuydu.

Bu dönemde çok korkunç olaylara şahit oldum. Türkiye’nin en zenginlerinin işlediği ve üstünü örttüğü cinayetler, yolsuzluklar, hırsızlıklar, yabancı servislere hizmet eden siyasetçiler, patronlar, gazeteciler… 

Elimdeki imkânları kullanarak Almancı kanadı perde ardından yöneten iki önemli ismi deşifre ettim. İkisi de Alman vatandaşıydı. Dahası, Çetin Emeç ve Abdi İpekçi cinayetlerini çözmek üzereydim. Tehlikesini bildiğim için bu olayları kimseye açmadım. Derinlerde yaşanan gelişmeleri biraz daha teferruatlı incelemek maksadıyla, Öncü gazetesi ve BTV televizyonu kadrolarından bağımsız, özel bir araştırma ekibi oluşturmayı aklıma koymuştum. Bu arada Almanya’ya gidecek, detaylı bilgiler alacağım bazı çevrelerle görüşecektim.
Bizim yayın grubunun yöneticileri ile görüştüm, teklifimi kabul ettiler. Haber müdürlüğünden ayrıldım, yerime bir haber müdürü getirdik. 

Özel bir araştırma ekibi oluşturma telaşı içinde koştururken, bir ay sonra, tuhaf bir davranış sergileyerek, özel ekip kurmamı engellediler ve haber müdürü olarak göreve devam etmemi istediler.
Bir aydır bu işe hazırlanıyordum. Ekibe alacağım isimleri seçmiş, ne zaman başlayacaklarını söylemiştim. Yerime bir haber müdürü getirilmişti. Üstelik yeni haber müdürü görev başında kalp krizi geçirmiş, hastaneye zor yetiştirilmişti. O halde bile geri gelmiş işin başına geçmişti. Şimdi onu çıkartacaklar ben aynı göreve döneceğim. Olacak iş değildi. Kabul etmedim. 
Yönetimle anlaşamadık ve işten ayrıldım. Ondan sonra da olaylar çığırından çıktı.

İşten ayrıldığımın ertesi günü gazeteye benim adıma mahkeme tebligatı gelmiş. 

Davaları açanlar; o dönem Türkiye’deki medya piyasasının büyük bölümünü elinde tutan, meşhur medya patronu Aydın Doğan ile ünlü televizyoncu Uğur Dündar'dı. 
Uğur Dündar, o tarihte, Aydın Doğan’ın sahibi olduğu medya grubunda üst düzey görevler yapıyor, Aydın Doğan’a ait olan Kanal D televizyonunun haber genel yönetmenliğini yürütmekle beraber aynı kanalda Arena programını hazırlıyordu. Ayrıca, yine Aydın Doğan’a ait olan, Hürriyet gazetesinde günlük köşe yazıları da kaleme alıyordu.
İşten ayrıldıktan bir gün sonra tebligat gelmesi çok ilginçti. Yönetimle anlaşamadığım ve işten ayrılacağım belliydi. Sanki dava açanlar işten ayrıldığımın ertesi günü tebligat göndermeyi özellikle seçmişti.

Daha da ilginç olan, işyerini arayıp en üst seviyedeki yönetici ile görüştüğümde tebligattan haberi olmadığını söylemesiydi. Oysa işyerinde çalışan iki arkadaşım tebligatı gözleri ile görmüş, açıp okumuşlardı. 

İlginç bir durumdu. Bir iki gün bu olay üzerinde düşündüm. Bu arada gazetenin künyesinden ismim çıkartılmamıştı. Telefon açarak durumu bildirdim. Künyeden ismimin çıkartılmasını istedim. Yine de çıkarmadılar. Bir iki kez daha telefon açmama rağmen ismimi çıkartmadılar.
Durum yavaş yavaş netleşiyordu.

Görevimden ayrıldığım halde, bütün ısrarlarıma rağmen, gazetenin künyesinden ismim çıkartılmıyordu. Hem Öncü gazetesinde hem de BTV televizyonunda halen haber müdürü olarak gösteriliyordum.

Aydın Doğan koskoca medya patronu, Uğur Dündar senelerdir bu işlerde; ikisi de gazete ve televizyonda herhangi bir hukuki sorumluluğum olmadığını gayet iyi biliyor. Bu işlere bakan tecrübeli avukatları var. Bana sebepsiz yere dava açmış olmaları, tebligatın ben işten ayrıldığımda gelmesi, işyerindeki müdürün bu olayı benden gizlemesi pek hayra alamet görünmüyordu.
Demek ki, beni bunaltmak, köşeye sıkıştırmak için, hukukî yönden tahakkümde bulunuyorlardı. 

Hadiselerin bu şekilde cereyan etmesine, görev yaptığım medya grubundaki üst düzey yöneticinin, çift taraflı çalışmasının, sebep olduğunu öğrenmekte gecikmedim. 
Daha açık söylemek gerekirse, görev yaptığım kurumdaki yönetici beni karşı tarafa satmıştı.

Netice itibarı ile çok büyük tazyik altında kaldım. Milyarlarca liralık tazminat davaları, yıllarca sürecek hapis cezaları kapının önünde beklemekteydi. 

Kaç dava açıldığı, ne tür davalar açıldığı, mahkemelerin hangi aşamada olduğu da belli değildi. Çalıştığım gazete ve televizyonda iki taraflı oynayan yönetici, açılan davaları benden gizlemekteydi.
O tarihte, hukuk sistemi, bana baskı yapmakta olan, kanadın emrinde hareket ediyordu. Dolayısıyla, açılan davalardan çok büyük cezalar almam kaçınılmazdı.
Bu arada devreye Tuncay Özkan girdi. Aynı okuldan mezun olmuştuk. Ortak arkadaşlar vasıtası ile haber göndererek yardımcı olmak istediğini, İstanbul’a giderek kendisi ile görüşmem gerektiğini söylemiş.

Tuncay Özkan da Aydın Doğan grubundaydı, Uğur Dündar’la birlikte Kanal D’de çalışıyordu.
Mecburen İstanbul’a giderek Tuncay Özkan ve Uğur Dündar’la yüz yüze görüştüm. Basın yayın hukukundan, benim olaylarda sorumlu olmadığımdan bahsettim. Uğur Dündar da Tuncay Özkan da yazılan haberlerde mesuliyetim olmadığını pekâlâ biliyordu.

Nihayet ağızlarındaki baklayı çıkardılar. Kanal D televizyonunda Uğur Dündar yönetiminde yayımlanmakta olan Arena programına çıkararak, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Tansu Çiller ve eşi Özer Çiller aleyhinde açıklamalarda bulunursam, benim açımdan bütün problemler sona erecek, aleyhimde açılmış olan mahkemeler durdurulacaktı.
Bu teklifi asla kabul etmeyeceğimi ama günün birinde bunun hesabını mutlaka soracağımı söyledim.
Uğur Dündar da aleyhimde açılan ve açılmakta olan davalar bu kadarla sınırlı kalmayacağını söyledi.
Olmadık tekliflerde(!) bulundular. Hepsini reddettim, çıktım gittim.
Ankara’ya döndüğümde bir haber aldım ki, inanılır gibi değil.

Biz, BTV televizyonunu yayına geçirmeye uğraşırken, Doğru Yol Partisi il ve ilçe yöneticileri, çanak antenler kurarak, yayınların daha geniş kitlelerce izlenmesi için çaba harcıyordu.
Bu arada Refahyol koalisyonu devrilmiş yerine Mesut Yılmaz’ın başbakan olduğu yeni bir hükümet kurulmuştu.

Mesut Yılmaz ile Tuncay Özkan’ın arası çok iyiydi, çok yakınlardı. İzleme ve dinleme yaptığımız için aralarında ne türlü dalavereler döndüğünü çok iyi biliyordum.
Mesut Yılmaz, vali ve kaymakamlara talimat vermiş, onlar da çanak antenlerle ilgili tutanak tutarak yasadışı yayın muamelesi yapmaya başlamışlar.
Olayın beni ilgilendiren kısmına gelince; söz konusu çanak antenler dağda bayırda kurulmuş. İnsanların kolay ulaşamayacağı yerlerdeydi. 

Bana iletilen bilgilere göre, birileri gidip bu çanakların ayarını değiştirecek, PKK televizyonunu izletmeye başlayacak, dolayısıyla benim hayatım kayacaktı. Çünkü, halen tv de haber müdürü olarak görünüyor, o kadar söylememe rağmen ne tv’den ne de gazeteden ismim silinmiyordu.
Davalar mahkemeler derken PKK yanlısı yayın yapmaktan hapse girmem an meselesiydi. 

Ayrıldığım gazete ve televizyon yönetiminin bana karşı takındığı kalleşçe tavır, ismimin halen gazetenin künyesinden çıkartılmaması, karşı tarafın uyguladığı hukukî baskılar neticesinde; Arena programına çıkarak, yaşadığım olayların bir bölümünü anlatmak zorunda kaldım.

Başka yolu yoktu. Karşımda olağanüstü bir yapılanma vardı. Adamlar meşru hükümeti bile yıkmıştı. Başımdaki belalardan ancak böyle kurtulabilirdim. 
Bir metin yazdım. İlk sayfada bazı durumlardan bahsettim ve şartlarımı yazdım. 
Programda bu metnin dışına çıkmayacağımı belirttim. Ankara’da bu metni noter huzurunda imzaladık Arena programına çıktım.
Uğur Dündar 21 Eylül 1997 tarihli Hürriyet gazetesinde bir yazı yazarak olayı kamuoyuna duyurdu. Yazının altına da “Bu arada Türkiye'de yürekli savcılar olduğuna inanıyor ve bu tüyler ürperten ‘Özel Büro Çetesi’ iddialarının ihbar kabul edilerek, soruşturma başlatılmasını bekliyorum” yazdı. 

Yani savcıyı devreye soktu.

Programda da aynı kelimeyi defalarca tekrarladı.
Mizansen hazır, savcı hazırdı.

Davet tebligatı ev adresime ulaştı. İfademe başvurulmak üzere, Ankara Adliyesi’ne çağrılıyordum.
Savcı bana iki soru soracak, ikisine de “evet” cevabını verecektim.  
Belirlenen günde savcının yanına gittim. Savcı sadece şunları söyledi:
- Size sadece iki soru soracağım: Çiller ailesinden herhangi bir tehdit alıyor musunuz?  Arena’da söyledikleriniz gerçek mi?
Prosedüre göre “evet” diyeceğim, daha sonra Tansu ve Özer Çiller’i tutuklayacaklar.
“Yalnız bir iki kelime eklemek istiyorum” diye başladım, Uğur Dündar ve Tuncay Özkan’la aramızda geçen olayları anlattım (başka olaylardan, ses kayıtlarından, belgelerden ve evraklardan da bahsettim). Sistemin dokunamayacağı adamların ismini vermek tek güvencemdi. 

Konuşmayı bitirince savcının yüzüne baktım sapsarı olmuş düşünüyordu. Bu arada ben de düşünmeye başladım. Karşı tarafa dokunamayacağını, bu sayede bana da bir şey yapamayacağına emindim, ama yine de heyecanlanmıştım. Her an tutuklatabilirdi. Kolay değil, içeri girsem en az beş on sene yatardım.
Ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum, savcı bir kâğıt uzattı “şunu imzalayın ve çıkın” dedi.

Hemen imza atıp gittim.

Sonraki iki üç gün gözümü televizyondan ayırmadım. Savcı beni dinleyip bir yerlere baskın yapabilirdi, fakat beklediğim gibi olmadı.
Bu arada beklemediğim başka bir şey oldu. Tuncay Özkan heyecanla, o tarihte çalıştırdığım cafeye geldi.
“Ya sen ne yapmışsın, savcıya şunları şunları anlatmışsın” diye bir başladı. Savcıya ne söylediysem aynısını anlattı. Sonra da, “ne güzel Kızılay gibi yerde cafen var, otur paranı ye, bu işlerden uzak dur” dedi.

Bu arada Tuncay’ın koruması koşarak geldi ve elindeki telefonu uzatarak “başbakan Mesut Yılmaz arıyor” dedi.
Tuncay telefonu alarak kaldırıma geçti ve konuşmaya başladı.
Öyle sinirlendim ki, neredeyse elime bir sopa alıp savcının yanına gidecektim.

Tuncay konuşmasını bitirip yanıma gelince bir arkadaşım cafeye geldi. O da bizim masaya oturdu. Tuncay’a, “siz Kemaliyelisiniz değil mi” diye sordu. Sonra ikisi uzun uzun hemşerilik muhabbeti yaptılar. Ben tek kelime etmedim. En sonunda Tuncay vedalaşarak ayrıldı.

Savcının yaptığını asla unutamadım. Madem olayı soruşturmayacaksın, mahkeme açmayacaksın, o halde benim söylediklerimi neden gidip karşı tarafa anlatıyorsun? Hem de kelimesi kelimesine…
Savcı bu hareketiyle hayatımı tehlikeye atmıştı ve mutlaka bunun bilincindeydi. 

Notlar:  

1. Arena programından sonra Uğur Dündar ve Aydın Doğan açtıkları davaları geri çekti. 
Çanak antenlerle ilgili olarak beni baskı altında tutmak için 120 vali ve kaymakamın açtığı mahkeme iki sene kadar devam etti (PKK olayını karıştırmadan, izinsiz yayın yapmak olarak açılmıştı). Karşı tarafla anlaştığım için ceza almadım. Mahkemenin sonucunda, aynı suçu beş yıl içerisinde tekrar işlememek kaydıyla, beraat ettim.

2. İşin asıl tehlikeli kısmı savcı olayından sonra ortaya çıktı. Benim ve tüm ailemin soyadları nüfus kütüğünden değiştirildi. Bu değişikliği, Arena’da imzaladığımız mektubu noterden almamam için yapmışlardı. Sırf bu yüzden karşı karşıya kaldığımız problemleri anlatamam. 
Aradan on seneden fazla zaman geçti. Bu arada Ergenekon tutuklamaları başladı. Tuncay Özkan’ı da gözaltına aldılar. Durumun değiştiğinden emin olunca Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER)’e müracaat ederek, “bir örgüt tarafından” aile nüfus kütüğümüzün değiştirildiğini; babamın, annemin ve diğer aile üyelerinin geriye dönük resmî evraklarının incelenmesi halinde bu durumun belli olacağını, gereğinin yapılmasını resmî olarak -22/08/2010 tarih ve 361119 başvuru ile- istedim.  

3. Nüfus kayıtlarımız düzeltilince notere giderek söz mektubu almak istedim. Noterde yoktu, çalındığını söylediler. Bu kadar olaydan sonra mektubun çalındığına şaşırmadım. Halen yaşıyor olduğuma bile şaşıyordum.
Söz konusu evrakın noterdeki kaydı şöyle: Ankara 44. noter 12483 tespit 1997 yılı.

4. Ergenekon tutuklamaları başlayıp arkasından 28 Şubat döneminin soruşturulacağı ortaya çıkınca Uğur Dündar, her yerde Arena’da imzaladığımız mektuptan bahsetmeye başladı.
Tv programlarında, gazete röportajlarında, seminerlerde vs. Aklınca bu konular ortaya saçılırsa, olayı araştıracak kişiler bu mektuba önem vermesin, “ya, bunu zaten Uğur Dündar sağda solda okuyordu” desin.
TBMM, 28 Şubat sürecini araştırmak için bir komisyon oluşturmuştu, oradaki konuşmada bile, kendisinden bahsettikten sonra hemen bu mektuptan bahsetti.
Uğur Dündar’ın 30 Mart 2012 tarihinde komisyonda yaptığı konuşmanın ilgili giriş bölümünü şöyle;
“Efendim, bir de burada, hatırlayacaksınız, belki hatırlamayanınız da olabilir, ben kısaca hatırlatayım: Tansu hanım’ın Başbakan olduğu, Başbakan yardımcısı olduğu dönemde ÖNCÜ gazetesi diye bir yayın organı çıkıyordu ve BTV diye de bir televizyon vardı. ÖNCÜ gazetesinde Haber Müdürlüğü yapan İlhami Yangın bana kendi el yazısıyla… Çünkü bu televizyon ve gazetede, burada da göreceksiniz İzin verirseniz okuyayım bunu da okuyayım efendim…”
“TBMM Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu” tutanaklarından okudum. Uğur Dündar, İki sayfa benden bahsetmiş. Benim yazdığım mektuptan paragraflar okumuş.
Ve, ne yapmış biliyor musunuz? Benim o tarihlerde yayınlanan “Cümbür Cemaat” adlı kitabımı komisyona vermiş. 
Daha sonra da, “Yalandan Kim Ölmüş” adında bir kitap yazdı, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’nda yaptığı açıklamaları da“tam metin” olarak bu kitaba ekledi. Gören de zanneder ki, ben Uğur Dündar’a mektup yazmışım, onu övmüşüm. Alakası yok. Ben, o günlere dair bir durum tespiti yaptım, o kadar. 
Kendisi hakkındaki düşüncelerime gelince, İstanbul’daki görüşmemizde kendisine söylemiştim, “sana bunların hesabını soracağım”demiştim. O da “mahkemelere devam edeceğiz, yenilerini açacağız” demişti.
Avukatı Vural Ergün aracılığı ile kendisine ilettiklerim de ortadaydı. Bazı belgeleri ve şu anda ortalıkta olan hangi evrakların sahte olduğunu gün gelince açıklayacağımı biliyor.
Hepsinden de ötesi, Tv’de milyonlarca kişinin önünde “namusuma kurşun sıkıyorlar” dediği adamın mektubunu sağda solda öne sürüyor. Aklınca, bir takım gelişmelere karşı ön almaya çalışıyor.

5. Uğur Dündar, 30 Mart 2012 tarihinde, Beyaz tv’de yayımlanmakta olan, Latif Şimşek’in sunduğu Dinamit programına telefonla bağlandı. Sonradan bu programı izledim. Yine aynı şey, konuşmasına benden bahsederek girdi. Evet, direkt olarak benden bahsederek girdi. Benim kaleme aldığım ve orijinali şu anda noterde olmayan, çalınan mektuptan pasajlar okuyarak kendisini temize çıkartmaya çalıştı. Latif Şimşek hem üniversiteden hem de gazeteden arkadaşım, Uğur Dündar’a, Arena programına çıktığımda yüklüce para aldığımı söyledi. Uğur Dündar para konusunu bile şekilden şekile sokarak, benim savcıya ifade verirken korktuğumu, para aldığımı iddia ettiğimi söyledi. Böylelikle olayı başka mecraya çekiyordu. Şaşırmıştım. Sadece kendi adına değil, benim adıma da yalan söylüyordu.

6. Hepsinden önemlisi, Dinamit programında, “ifade verirken korktuğumu, para aldığımı iddia ettiğimi” söyleyen Uğur Dündar, bunları nereden öğrendin, kaynağın nedir? Savcı ile benim aramda geçen “özel” bir konuşma nasıl oluyor da sana ulaşıyor?

7. Cemaat burada da karşıma çıktı. Benim yazdığım bir maile iki üç cümle ekleyerek olayı Ergenekon davasına havale etmişler. İddianame okununca olaydan haberim oldu. Hani, Uğur Dündar bir gece televizyonda bağırıp çağırmıştı ya, o olay. Uğur Dündar, ana haber bülteninde efelendi, aile namusuna kurşun sıkıldığını söyledi. Eşinin tek başına yurt dışına çıkışlarının iftira olduğunu iddia etti, “aksini ispat ederlerse intihar ederim” dedikten sonra Başbakanı ve Adalet Bakanı'nı göreve çağırdı.
Yine de sevinmiştim. Seneler sonra mahkemeye çıkıp bu olayı aydınlığa kavuşturma fırsatı doğmuştu. 
Fakat, Uğur Dündar, İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı ile görüştü. Bu görüşme neticesinde olay mahkemeye intikal etmedi.
Komediyi görüyor musunuz? Mahkemede hesap soracağım diyor, sonra da hadisenin mahkemeye ulaşmasını önlüyor.
Uğur Dündar mahkemeye çıkartıp benden haber sormadı ama başkalarına mahkeme yağdırdı. 
Uğur Dündar, ilk olarak, söz konusu mailin Ergenekon iddianamesine girmesi üzerine, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanlığı'na avukatı aracılığıyla dilekçe göndererek, iddianameyi hazırlayan Cumhuriyet Savcıları Ercan Şafak, M. Ali Pekgüzel, Fikret Seçen, Mehmet Murat Yönder, Zekeriya Öz ve Nihat Taşkın'dan şikâyetçi oldu.
Bu konuda haber yapan Vakit gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ahmet Karahasanoğlu'na 6 yıl hapis istemiyle dava açtı, muhabir Kemal Gümüş ve Hüseyin Kulaoğlu hakkında suç duyurusunda bulundu.
Dahası, Vakit gazetesi yazarı Hasan Karakaya'yı iki sene hapis istemiyle mahkemeye verdi. Bunlar da yetmiyor olacak ki, birkaç hafta sonra, Vakit gazetesi yazarı Hasan Karakaya'ya iki sene hapis istemli yeni bir dava daha açtı.
Bu konuda haber yapan internet haber sitelerine hattâ bu haberlere yorum yapan okuyuculara ceza ve tazminat davaları açtı.
Bununla da kalmadı; Uğur Dündar'ın eşi Yasemin Dündar'ın kişisel verilerini usulsüz şekilde sorguladıkları iddia edilen 3 polis memurundan şikâyetçi oldu ve bu polisler hakkında 1 yıl 6'şar aydan 6'şar yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Bu polisler ceza aldılar. 
Oysa, Uğur Dündar'ın ilk başta beni mahkemeye vermesi gerekmez miydi?
Ya, Aydın Doğan'a ne dersiniz. O niye beni mahkemeye vermedi?
Peki, Tuncay Özkan?
Ergenekon iddianamesine giren mailde bu kişilerin bana karşı şantaj ve tehdit unsurları kullandığı yazıyordu. 
Uğur Dündar, Aydın Doğan ve Tuncay Özkan’ın iddianamede yer alan şantaj ve tehdit iddialarına karşı tek kelime açıklama yaptıklarını duydunuz mu?

8. Bu olayı ayrıntılı olarak kitap haline getirdim. Uygun zamanın geldiğine emin olursam yayınlamayı düşünüyorum.

(Kaynak: superhaber.tv)