İşte Nuriye Akman'ın, Nuh Albayrak ile söyleşisi...

Türkiye Gazetesi, bu hafta salı gününden itibaren yeni logo, mizanpaj ve yazarlarla bir atılım dönemine girdi. Genel Yayın Yönetmeni Nuh Albayrak ile bu yeni dönemin parametrelerini konuştuk.


-Hayırlı uğurlu olsun atılım projeniz. Şimdiye kadar hükümetleri destekleyen bir gazetedeydiniz. Bu tarzınız aynen devam mı edecek, yoksa Türkiye artık hükümetler için çantada keklik olmaktan çıkıyor mu?


-Biz herhangi bir hükümetin Türk milleti için, Türkiye’nin geleceği için iyi bir icraatı varsa bunu desteklemekten herhangi bir komplekse kapılmayacağız yine.


-O zaman bir politika değişikliği yok. Eskiden olduğu gibi idarecilere huzur vermeye devam edeceksiniz.


-Kayıtsız şartsız destek anlamında değil, yine objektif bir bakışla gerçekten olumlu olan, millet için önemli olan icraatları desteklemenin yine boynumuzun borcu. Ama bir icraatı toplumun geleceği için faydalı bulmuyorsak onu eleştireceğiz. Huzur veren gazete sloganını çoktan bıraktık. Artık gazetenin haber vermesi gerektiğini düşünüyoruz.


-Peki  haber ve yorumlarla huzur kaçırmayı göze alabilecek misiniz?


-Biz huzur kaçırmaya da çalışmayacağız. Türkiye Gazetesi bundan sonra birinci derecede huzur vermeyi gözetmeyecek. Eğer bir haber doğruysa ve verebileceğimiz bir haberse... Haber derken kriterlerimiz var tabii. Bu kriterlere uyan bir haberse, kime huzur vereceğiz, kimin huzurunu kaçıracağız bizi ilgilendirmiyor artık. Hükümet bülteni değiliz biz. 


-Gazeteye girer girmez sizi üç büyük fotoğraf karşılıyor. Bir tanesi kurucunuz rahmetli Enver Ören. Bu çok doğal. Ama diğer ikisi şaşırtıyor. Birisi Turgut Özal, diğeri Tayyip Erdoğan. Kocaman iki duvar resmi. Bu fotoğraflar ne kadar zamandır var ve kaldırmayı düşünüyor musunuz?


-Yok, ben koydum onları. Her iki isim de Türkiye için, Türk milleti için çok önemli sembol isimler. Onların fotoğrafını koymaktan onur duyarız.


-Ama hiçbir gazetede böyle bir şey olmaz.


-Biz farklıyız her zaman. Buradan hareketle hala bunlar hükümet yanlısı diyorsanız, hükümet yanlısı olmamız gereken yerde oluruz. Niye olmayalım ki.


-Deniz Ülke Arıboğan’ın ilk yazısı çok güzeldi. “İtaat et, hizmet et, canını ver gibi komutları duyduğumuzda artık nedenlerinin de ortaya koymasını istiyoruz. Bireysel davranışlarımız kadar devletin tutumunun da artık yasal ve meşru olmasını bekliyoruz” diyordu  Bu sözler, sizin bakış açınızdaki değişikliği de gösteriyor mu?


-İktidarın yanlışlarını vurgulama noktasında etkin olabilmenin birinci şartı objektif olmak. Cephe alıp sürekli her fırsatta hükümeti hırpalamanın yeri ne? Gerektiği zaman eleştirebiliyor, gerektiği zaman destekleyebiliyorsanız sorumlu yayıncılık yapıyorsunuz demektir. İstiyoruz ki keşke hiç eleştirilecek bir şeyi olmasın bu hükümetin. Hiç eleştirmeyelim.


-Sorgulayıcı olabilmek gazetecilikte çok önemli ama.


-Türkiye’de her şey değişiyor. Bugün eğer darbelerle ilgili yüzleşmeye çalışabiliyorsak bu bile bir hesap sorma kültürünün gelişmesinden kaynaklanıyor. Eskiden bir kaymakamın odasına, makamına yaklaşmak bile meseleydi. Şimdi şakır şakır hesap soruyor insanlar. Dolayısıyla bu çok doğal ki bu gelişmenin sonucunda her şey sorgulanacaktır.


BENDEN FARKLI YAZMAYACAKLARSA NEDEN ALDIK Kİ?


-Yeni yazarlarınız hayırlı olsun. Hepsi de okumak istediğim kişiler. Doku tutar mı, bünye kabul kabul eder mi gibi endişeleriniz oldu mu?


-Biz, 1970’ten bu tarafa çok kritik dönemlerde kucaklayıcı olmaya çalışan bir yayın politikası izledik. Bugün de yine medyanın farklı düşünsek de beraber yaşamak kültürünü öğrenmede katkısı olacağını düşünüyorum. Biz bu misyona talipsek bunu kendi bünyemizle başlatmamız lazımdı. Bugüne kadarki yazar kesitimize baktığımız zaman  tamamına yakını aynı çizgide olan insanlar. Demezler mi insana, mademki siz farklı düşünsek de beraber yaşayabilmeliyiz diyorsunuz, niye Türkiye Gazetesi’nde farklı düşünenleri yazdıramıyorsunuz?  Onun için biz bunu önce kendi bünyemizde test etmeye kalktık. Ve şunu görüyorum, gerçekten genel anlamda böyle bir beklenti de oluşmuş. Mevcut okuyucularımızdan hep olumlu tepkiler aldık. Biz uzunca bir süre biraz rutin bir yayıncılık yaptık, bilhassa yazar konusunda.


-Yazarlarda ve haberlerde. Özel haber çok fazla çalışılmadı.


-Haber konusu son dönemde arttırmaya çalışıldı ama yazar konusunda hakikaten çok ciddi bir adım atamadık şu ana kadar. Zaten haber konusunda mesafe kat edip de, yazar meselesinin buna ayak uydurmamasından dolayı bir beklenti oluştu okurlarda. 180 bin okuyucuda belki 20-30 kişinin çok fazla bir önemi yok ama sembolik anlamda bana iki yıldan beri sosyal medyadan veya görüştüğümüz kişilerden hep şu şey geliyordu. Artık gazetede gerçekten çok çoğu zaman okuyacak haber, okunacak haber çok görüyoruz ama neden hala bizde kanallarda tartışan yazarlar bulunmuyor? Prensipte yazarlar konusunda yenileme, güncelleme ihtiyacı hissediliyordu. Haaa! Prensipte bunun gerektiği düşünülürken,  yazarların yazılarından sonra bu yazarlar acaba beklenen isimler miydi konusunda ne olacak bilemiyorum. Onu zamanla göreceğiz.


-Yeni yazarlar, sizin genel yaklaşımınızdan daha eleştirel yazılar yazabilirler.


-Yazmazlarsa bir anlamı yok zaten. Niye aldık ki. Ben bu adımı atmadan önce bir araştırma şirketine iki sefer araştırma yaptırdım. Hem okuyucuların üzerinde, hem gazete okumayanların niye okumadığı üzerine. Beş bin civarında insanla görüşüldü. İlginçtir, bayiden alan okuyucu değil, sürekli okuyucu olan abonelerimiz üzerinde yapılan araştırmada çok ciddi anlamda yazar değişikliği talebi ortaya çıktı. Az önce bahsettiğiniz gibi bu yazarların yazıları konusunda ne oluşacak onu bilmiyoruz. Fakat şunu da gözlemledik. Belki yıllardan beri aynı okuyucuya gazete gidiyor ama aslında o okuyucu bile değişmiş. Biz bu gazetede 2009 yılında Karayılan ile yapılan röportajı iki gün tam sayfa yayınladık.


-Ki Türkiye Gazetesi için çok uç bir şeydi.


-Bizim okuyucumuzun hiç alışmadığı bir tarzdı. Ama çok cüzi bir şeyin dışında hiçbir tepki görmedik. Nitekim biz ilk defa Kürtçe manşet attık biz bu gazetede. İki üç yıldan beri hakikaten iyi haber yapmamıza rağmen  büyük bir algı değişikliği olmadı. Prensip olarak Türkiye Gazetesi’nde takip etmeye değer bir şey çıkmadığı algısı oluştuğu için onu yıkmak çok zor. Ben bunu son iki üç yılda iliklerime kadar hissettim. İnanın, çok gücüme gidiyordu.


-Düşünüyor muydunuz ki burada sizin de hatalarınız var.


-Kesinlikle. Gücüme gidiyor derken, kimseye kızmak anlamında değil, mevcut durum gücüme gidiyordu. Nitekim onun sembolik bir örneğini size vereyim. Biz hakikaten son dönemde iyi haberler yaptık. Onların birisinin ertesi gün çıkacağı  akşam, ben dedim ki sosyal medyada yarın Türkiye Gazetesi çok konuşulacak bir manşetle çıkıyor. Cevap, Türkiye Gazetesi’nin vereceği manşetleri bildiğimiz için bakmaya gerek yok!


-Genel algı bu hakikaten.


-Önce biraz bozuldum. Çünkü ben bulunduğum yerde bunu hak etmediğimizi düşünüyorum. Hatta cevap yazmaya başladım. Twitt’in yarılarına gelince vazgeçtim. O adam baktığı yerden haklıydı. Biz uzunca bir süre hakikaten hep huzur vermeyi hedeflemişiz. Onun için de bir süre sonra insanlar...


-Huzurdan uyuşmuşlar diyebilir miyiz?


-Hayır. Huzura çok ihtiyacı olmayanlar bakmaz o gazeteye. Şimdi diyoruz ki, arkadaş biz huzur değil, haber veriyoruz artık.


-Rahmetli Enver Ören zamanında bu değişim neden yapılamadı?


-Aslında yapılmaya başlandı. Bahsettiğim haberler anlamında büyük atılım Enver Bey’in sağlığında oldu. Enver Bey’in bu konudaki müsamahası ve izni olmadan zaten biz hayatta böyle bir şey yapamazdık. Ve eğer biz habercilikle bu bahsettiğim son üç yılda sürekli artan tempoda sesimizi yükseltmeyi başaramasaydık gazete olarak bugün şu değişikliği yaşayamazdık. Dolayısıyla aslında Enver Bey’in sağlığında başlatılan  o değişimi ilan etmiş olduk biz.


-Bütün bu gerek içerik, gerek yeni yazarlar seçimi konusunda başbakanın tavsiyelerini aldınız mı? Bize hangi yazarı tavsiye edersiniz? Yahut da ne düşünüyorsunuz diye?


-Hayır. Hiç böyle bir görüşme olmadı. Bizim işin planlama kısmı bittikten sonra, artık yeni yazarlarımızla görüşmeler yapılıp mutabakat sağlandıktan sonra, Sayın Başbakan, zaten aynı zamanda akil insanlar listesinde olan Yıldıray Bey’e bir görüşme esnasında demiş, hayırlı olsun Türkiye Gazetesi’nde yazacakmışsın. Yani Sayın Başbakan’ın bilgi sahibi olduğu ilk Yıldıray Bey üzerinden geldi. Sonra Deniz Hanım’ı duymuş. Deniz Hanım’a da hayırlı olsun demiş.


Dolayısıyla bu süreçte herhangi bir görüşme, böyle bir tavsiye kesinlikle olmadı.


MAĞDURLARIN HAKKI


-Vaktiyle 1 milyon 400 binleri yakalamış tirajınız. Bugün ortalama 180 bin. Niye bu kadar büyük bir tiraj kaybı oldu?


-O bahsettiğimiz tiraj altı ay falan devam etti. Promosyonun çok yaygın olduğu bir dönemdi. Zaten o sürdürebileceğimiz bir tiraj değildi. Üç ayrı matbaada basılıyorduk o zaman. Mümkün değildi zaten devam ettirmek. Biz 2000 yılına 600 bin’lerde girdik. Sonra 2001’de biliyorsunuz Türkiye ekonomik bir kriz yaşadı. Diğer gazeteler ekleri kaldırdılar. Tirajlar bayağı düştü. Biz o krizi malum daha geniş çaplı yaşadık. İhlâs Finans krizi olduğu o dönem tirajımızı biz kendimiz düşürdük.  Gazeteyi basacak kâğıdımız yok. Alacaklara temlikler  konmuş. Reklamı basıyoruz, gazeteyi satıyoruz ama geliri bize dönmüyor. Alacaklılar alıyor onu. Biz böyle bir durumda her gün kâğıt temin edip basmak durumunda kaldık. Dolayısıyla tirajımız 100 binlere düştü. Tamamen imkânsızlıklardan dolayı. İster istemez yayıncılığınız da rutine döndü. Öyle bir dönemde iyi habercilik yapmak mümkün değildi.


-O dönemde Enver Bey yargılandı, beraat etti, Mücahit Bey mahkûm oldu diye hatırlıyorum. Sonra ne oldu o yargı süreci? 


-Mahkûm olmadı Mücahit Bey. Savcılık soruşturma açtı. Soruşturma sonucunda hatta o ara yurtdışına çıkışları falan yasaklanmıştı. Oradan sizin aklınızda öyle kalmış olabilir. Savcı mütalaası sonrasında dava açmaya gerek görmedi.


-Binlerce mağdurun hakkı ödenip bitti mi? 


-Bitmedi. Kendi içinde yürüyen bir süreç o. Tam bilmiyorum ama 20-25 tane ödeme zorluğuna düşerek el konan banka vardı. Bunlar içinde sadece İhlâs Finans’ın faaliyetleri durduruldu ki banka statüsünde değil finans kurumu  olduğu savcının mütalaasında da yer almıştı. Kâr- zarar ortaklığı olduğu için, ödeme zorunluluğu olmadığı halde İhlâs bu borçlara sahip çıktı. O zamandan beri de çok ciddi bir biçimde ödenmeye çalışılıyor.


-Ne kadar kaldı?


-Çok az bir miktar. Hiçbir zaman bu borçlar inkâr yoluna gidilmedi. Bu borçlar bir kere Enver Abinin bize manevi anlamda yüklediği bir şeydir. Bunlar ödenecek. Sonuna yaklaşıldığını zannediyorum. Bu tabii ki maddi manevi üzerimizde bir yüktür. Bu benim içinde bulunduğum ve sorumlu olduğum bir süreç değil.  Ama biliyorum ki ödenmeye devam ediliyor. Hatta şunu söyleyeyim. Enver bey’in vefatından sonra bir şey oluştu. Acaba borçlar ödenmeye devam edecek mi, edilmeyecek mi? Bunun üzerine holding bünyesinde bir vefa kampanyası başlatıldı. Ki kurumun kendi akışı içerisindeki ödeme planı aynen devam ederken, hani bir kararlılık gösterisi için bir kampanya başlatıldı. Çok ciddi anlamda bir destekte gelmeye başladı.


-Enteresan. Kimlerden geldi bu destek?


-Çalışanlar veya burası ile gönül bağı olup da dışarıda başka işler yapanlardan.  Borcun ödenmesi için katkı yaptılar. Şu mesaj verildi. Kesinlikle bu borcun ödenmesinde herhangi bir irade zafiyeti yok.


BİRİNCİ HEDEFİM GAZETENİN ETKİNLİĞİNİN ARTMASI


-Yeni tiraj beklentinize geçelim.


-Elbette her yayın yönetmeninin rüyası da tirajı arttırmaktır. Biz şu anda çok hızlı bir biçimde 200 bin bandının üzerine çıkmayı arzu ediyoruz.  Birinci hedefim, gazetenin etkinliğinin artması. Bu da sadece tirajla alakalı bir şey değil.


-Konuşuluyor, atıfta bulunuluyor olmasını istiyorsunuz.


-Aynen. Bizim şu andaki etkinliğimizle, şu andaki tirajımızı yan yana koyduğunuz zaman mütenasip değil. Bu tirajın hak ettiği bir etkinliğe ulaşmamız gerekiyor. İkincisi, bayi satışının arttırılması bizim için çok önemli.


-Orada sıkıntılarınız olabilir. Çünkü abone sisteminde bayi satışları pek artamıyor 43 yıllık bir alışkanlıktan söz ediyoruz.


-Aynen. Hem abone sistem ile dağıtayım, hem de çok güçlü bir bayi satışım olsun. Bu olmuyor. Bu da ortada görünürlülüğünüzü olumsuz etkiliyor. Abone sistemini terk etmemiz söz konusu olmaz. Şu andaki yapmaya çalıştığımız şeyler yeni yazarlar, okunacak haberler vesaire ve bunların iyi duyurulması, biraz daha mizanpaj ve logo değişikliğiyle, bu algının güçlenmesi, sonuçta bayi satışını arttıracaktır diye düşünüyoruz.


-Bayi satışınız kaç şu anda?


-15 bin civarında. Önümüzdeki günlerde tirajımıza gelecek artışın büyük çoğunluğu bayiden gelecek diye düşünüyorum. Bunu muhafaza etmek çok önemli bizim için. O da artık kalitemizin düşmemesine bağlı. Bundan sonra artık bayide satışı da biz göz önüne alarak gazete yapmaya çalışacağız.


-İki ihtimal var. Ya hiç gazete okumayanların ilgisini çekeceksiniz ki çok zor.  Zaten adam gazete okuma ihtiyacı duymuyorsa, bu ihtiyacı duymaya başladığı an gider Türkiye’yi mi alır, başkasını mı alır?


-Aynen.


-Veya başka gazetelerden, özellikle aynı kulvardaki muhafazakar gazetelerden okur tırtıklamanız lazım. Bunu nasıl yapabileceğinizi düşünüyorsunuz?


-Bu güzel bir soru. Bu kısır döngüden kurtulmak gerekiyor. Çünkü sürekli birbirimizden okuyucu çarpma peşinde olduk. Bu çıkış yolu değil. Bizim hedefimiz şu anda bir başka gazeteyi okuyanlar olamaz. Niye olamaz? Siz mesela muhafazakar gazete dediniz. O zaman o gazeteden okuyucu almak için muhafazakârlık anlamında o gazetenin şu andaki konumundan daha öne geçmelisiniz ki sizi tercih etsin. Bizim böyle bir çizgimiz yok şu anda. Bence asıl çıkış yolu bizim için, okumak isteyip de okumayan kesimden okuyucu katmak. Biz eğer önümüzdeki dönemde gerçekten birazcık yelpazeyi genişleten bir yayıncılık yapabilirsek, gazete okumayı bırakan kesimden önemli bir miktarda okuyucu kazanabiliriz. Çünkü Türkiye’de şu anda toplam okuyucu miktarı 4 milyon bile değildir.


-Ve düşüyor maalesef.


-Bu rakam 2000’lerdeki rakam bile değil, inanın. Ve bunun içerisinde çok ciddi anlamda takım gazeteleri var. Yani kurumların aldığı. Bizim gibi mütevazı bir gazeteye bile yirmiye yakın takım geliyor. Yani şu anda 4 milyon rakamı, 4 milyon okuyucu anlamına gelmiyor. Peki, Türkiye’deki potansiyel gazete okuyucusu 4 milyon kişi mi? Mümkün değil. O zaman çok ciddi anlamda gazete okuması gerekip de, okumayan bir kesim var. Bence bütün gazeteler birbirimizden okur koparmaktan ziyade buraya yönelmemiz lazım.


LOGO DEĞİŞİKLİĞİ NE ANLAMA GELİYOR?


-Logo değişikliği neyi ifade ediyor? Harflerin formatı değişince ne oluyor?


-Sadece harf karakteri değişikliği her şeyi halletmiyor tabii. Araştırma yaptık okuyucular nezdinde de. Çoğu logo değişmesi gerektiğinden bahsetti.


-Ne diyorlar, demode mi buluyorlar?


-Hakikaten okuyucuların büyük kısmı bu logo geriye çağrışım yapıyor diyorlar. Ama bu başlı başına bir gerekçe olamaz. Aynı zamanda köklü olmak da bir övünç kaynağı değil mi? Sizin isabetli bir başlangıcınız varsa, aradan kırk yıl geçti diye bunu değiştirmeniz mi gerekir? Dolayısıyla üzerinde çok düşünülmesi gereken bir konu bu. Bizim kendine göre çok ciddi bir gerekçemiz var. Çok yerleşmiş bir algının değişmesi çok zor. Türkiye’nin en kaliteli habercilerini bünyeye katmakla bitmiyor iş. Bu kültür meselesi. Onun için geçmiş üç yılı önemsiyorum ben. İşte o geçmiş üç yılda biz gerçekten haber çıtasını çok yükselttik. Ondan sonra, işte bu yeni yapılan değişikliklerle o üç yıllık gelişimin bir sembolü olarak artık biz o sizin kırk yıldan beri okumaya sürekli alıştığınız, veya okumadığınız gazete değiliz, demek için bu mizanpaj ve logo değişikliğini yaptık.


-Rahmetli Hüseyin Hilmi Işık’tan dolayı Işık cemaatinin yayın organı olarak biliniyor Türkiye Gazetesi


-Hüseyin Hilmi Işık, rahmetli beyefendi, Enver Ören’in kayınpederi. Aynı zamanda bir toparlayıcı, bir önderlik fonksiyonu da var o dönemde. Ve bu gazetenin başlangıcı, Enver Bey’in başlangıcında böyle bir camia üzerinden başlayan bir hareket bu. Ben 76 yılından bugüne kadar fiilen bu camia içerisindeyim. Hiçbir dönemde o isim telaffuz edilmemiştir ve o kesinlikle şiddetle karşı çıkılmıştır. Bu tamamen dışarıdan yapılan bir yakıştırmadır. Işıkçılar diye bir şey kesinlikle reddedildi. Zaten şu anda öyle bir şey de yok artık. Pek de kullanılmıyor. Tamamen piyasada yazılan kitaplar çerçevesinde onlara uymaya çalışan bir camia.


-İhlas Holding, Türkiye de onun bir parçası. Ne ölçüde profesyonelce idare ediliyor, ne ölçüde aile şirketidir?


-Türkiye Gazetesi ile başlamış, sonra holdingleşmiş. Tabii ki ta başından, İhlâs Holding’in kuruluşuna kadar aktif olarak önde olan rahmetli Enver Ören Bey. Bu tür kurumlarda güçlü bir liderlikle yürüyen bir şey olduğu için, elbette liderin aile şirketi anlamına gelen etkisi hep olagelmiş. Ama aynı zamanda da kendi içerisinde  farklı kişilerin ortaklığında oluşan bir yapı. Elbette Enver Bey büyük oranda ortak. Ama gerisi aile ile ilgisi olmayan kişiler. Daha da önemlisi, Enver Bey’in sağlığında tamamı olmak üzere kurumsallaşmada çok ciddi adımlar atılmış. Bunun en önemli göstergesi, çok uzun yıllar önce halka açıldı İhlâs Holding. Peşinden bizim gazetenin şirketi İhlâs Gazetecilik halka açıldı. Bundan sonra profesyonel yönetim sistemi devreye sokuldu. Aile şirketi anlayışı ile bunu böyle götüremezsiniz. Enver Bey’in vefatından sonra, daha da profesyonelleşme zorunluluğu hissedildi.


-Mücahit Bey’in babasının yerine geçmesi, profesyonellik anlayışında nereye oturuyor? Bir manevi lider ihtiyacını mı karşılıyor?


-  Ortaklık yapısı içerisinde yönetim kurulunun toplanıp böyle karar almaları çok normal.   Çünkü ortaklıkların seviyesi zaten bunu gerektiriyor. Artı, o da manevi liderlikten ziyade profesyonel anlamda gereken örgütlenmeyi veya kurumsallaşmayı sağlamaya çalışıyor şu anda.


HATA VE HELALLEŞME


-Yeni yayın döneminin ilk bomba haberinde vahim bir hata oldu. Özür dilediniz ama bu yeterli mi? Bundan nasıl bir ders çıkardınız? 


-Ben daha o durumu fark eder etmez elimden geldiği kadar her yerde özrümü dile getirmeye çalıştım. Her ne kadar başlıktaki o hata haberin sıhhati ile ilgili bir şeye
dönüştürmek istense de haber doğru. Elbette mazeret değil ama o  hengâme içerisinde yapılan hatayı fark edemedik. Daha dikkatli olmamız lazımdı. Bu olay, haberi yapan arkadaşların ne kadar hassas davranması gerektiğini iliklerimize kadar anlamamıza yardımcı oldu.


-Ben ertesi günkü haberi de okudum. Mesela “kuruluş çalışmalarında yeralan”  ifadesi de bana çok doğru gibi gelmedi. Benim anladığım, kuruluş çalışmasına katılmamışlar. Sadece kurdukları şirketle partinin bazı organizasyonlarını yerine getirmişler.


-Öyle değil. Başlangıçta kuruluş çalışmalarına katkıda bulunmuşlar. Daha sonra kurdukları şirketle partinin organizasyonlarını yapmışlar. 


-Haberde kuruluş çalışmasına nasıl katkıda bulunduğu belirtilmiyor ki


-Tabii o kadar büyük ayrıntı yok bizim elimizde. Ama o zaten dokümanlarda olan bir bilgidir. Kendi yazdığımız bir bilgi değil o, savcılıktaki. Önce kuruluşa katkıda bulunmuşlar. Halen de zannediyorum o şirket vasıtasıyla partiyle ilişkiler devam ediyor.


-Nimet Baş ve Ayşe Böhürler’in gönlünü alabildiniz mi?


-Ayşe Hanım’ın haklı twit’lerini gördüm. Özür dilemekle yetinmeyip ayrıca aradım kendisini. Telefonla görüştük, ayrıca ondan özür diledim. Nimet Hanım ile telefonla görüşmedik ama uzun uzun yazıştık. Her ikisi de benim görüştüğümüz, yakın dostlarım. Çok üzüldüm. Gerçekten onlar böyle bir şeyden zarar görürse çok üzülürüm.


-Helalleşildi mi yani?


-Elbette. Yoksa taşıyamam ben böyle bir şeyi.



FOTOĞRAFLAR: MÜHENNA KAHVECİ