Bilime, bilim adamlarına her konuda inanmam. Çünkü kendi aklıma, kendi zekama, kendi duygularıma ve sezgilerime bile inanmamam gerektiğini bilirim. Dante Alighieri ( 1265-1321,İtalya)’nin dediği gibi, Sadece duymak bilim yapmaz. Bu yüzden insanların; maymun, şempanze ninelerden ve goril babalardan geldiği varsayımına inanmıyorum.

Eğer öyle bir evrim zinciri olsaydı, tüm maymunların evrimleşmesi gerekirdi. Tüm dinazor neslinin yok olduğu gibi onların da evrime teslim olup tarihte kaybolmaları gerekirdi. Çam kozalaklarının evrimleşerek elma, armut, ayva olduğunu iddia etmek gibi geliyor bana insanların maymunlardan türediği iddiası. O halde kediler kaplanların evcil hali mi oluyor? Evcil olmayan kaplanlar kurs görmeyen, okula gitmeyen kaplanlar mı? Yine bana göre, dinler ve peygamberler tartışılabilir ama bizi ve tüm kainatı, tüm sistemi yaratan, yöneten, hesabını soran bir yaratıcı, bir güç olduğuna kesinlikle inanıyorum. Allah diyebiliriz. İlahi kaynak diyebiliriz. Saygı içerdikten sonra, Ona verilecek isimleri tartışmanın faydası yoktur. Her dilde farklı isimlerle anılabilir.

İşte bizim Allah dediğimiz yaratıcımız bizi insan olarak yarattı. İlk insan saç, sakal, berber sorunu ile uğraşacak düzeyde olmadığı için ve ayakkabı, terlik icat edilmediğinden ve sürekli taşlara, dikenlere basmaktan ayaklarının altı ağrıdığından, sızladığından dolayı  garip, kambur durarak, sekerek yürüyüşler yapmıştır ve  tabi ki bunlar ilk insanı maymun, goril gibi göstermiştir. Ama mağara devriymiş, yontma taş devriymiş, cilalı taş devriymiş, bunla bana uydurma hikayeler gibi geliyor. Ateşi de insanın bulduğunu sanmıyorum. Ateş zaten vardı. Havanın, suyun, toprağın zaten olduğu gibi. Zamanla ateşi kullanmasını, yemek pişirmesini öğrenmiştir demek daha doğru olur. Isınmayı öğrenmiştir demiyorum, çünkü kedilerde kışın sobanın veya apartmanın kuytu bir köşesinde, zemin katta, kalorifer dairesinde falan ısınmasını biliyor. Belki o çağları çıplak gezme ve leş yeme  dönemi, örtünme dönemi, pişmiş et yeme dönemi, mağara dışında sığınaklar inşa etme dönemi, silahlanma dönemi, ateşli silahlarla donanma devri gibi dönemlere ayırmak daha doğru olur. Kadınları cadı diye yakma dönemi, kız çocuklarını kız doğdukları için onur kırıcıdır diye diri diri toprağa gömme dönemi gibi dönemler geldi geçti.

Şimdi değişen ne var?

Teknoloji var. Cep telefonları, İnternet, bilgisayar, televizyon var, Uranyumdan yapılan silahlar var. Genetik bilimi var. Var oğlu var. Yok yok! Belki ABD, veya Japonya ya da başka bir ülke ışınlanmayı, insan kopyalamayı ve daha bir çok bilim kurgu filmlerinde izlediğimiz hayallerimiz zorlayan keşif ve icatları gerçekleştirdiler ama şimdilik insanlığın menfaatine görmedikleri için bunları saklıyorlar ve açıklamıyorlar. Ama bunlar biz insanların düşman niyetli, kıskanç, intikamcı, kinci, nefret eden, kan döken, kalleşlik yapan, entrikacı, kumpas kuran, iftira atan, sahtekarlık yapan tarafımızı ve affeden, merhamet eden, şefkat gösteren, aşık olan, fedakarlık yapan, sevdikleri için ölebilen taraflarımızı değiştirmiyor.

 Mayamızda şekerde var, tuz da var, ekşi de var. Tüm bunları düşündüğümde denizdeki yunusların ve havadaki kartalların, martıların bizlerden daha gelişmiş varlıklar olabileceği  ihtimalini göz ardı edemiyorum. Hayvanlar sadece çiftleşmek istediği dişisini başka erkeğe kaptırmamak için, hayatta kalmak için, açlıktan ölmemek için, yavrularını korumak için ölümüne dövüşüyorlar. İnsanlar ise farklı dinden, farklı mezhepten, farklı kültürden diye, giyimi farklı diye, konuşması farklı diye, yan baktı diye, kendisine bakıp güldü diye, ayağına yanlışlıkla bastı diye, hazzetmediği bir şarkıyı söyledi diye gözünü kırpmadan adam öldürüyor, kadın öldürüyor, çocuk öldürüyor. İnsanlar 1500 sene önce öldürülen kişiler için kendilerini zincirlerle döverek ağıtlar yakıyorlar. İnsanlar 500 sene önce şehzade oğlunu boğduran padişah hakkında cumhuriyet savcılarına suç duyurusunda bulunuyor, ihbar ve şikayetçi dilekçesi veriyor. İnsanlar televizyondaki dizi filmdeki senaristin uydurduğu delikanlı, racon sahibi mafya öldürüldüğü için onun gıyabında cenaze namazı kılıyor.

Yunusların, martıların, kartalların televizyona, İnternete, Cep telefonlarına, bilgisayarlara, uranyum bombalarına, DNA bilimine ve insanların uğruna çıldırdıkları ve onurlarını sattıkları bir çok şeye ihtiyaçları yok. Eğer ihtiyaçları olsaydı, onlar bizden daha önce bulurlardı ve kullanmaya başlarlardı diye düşünüyorum.

En akıllı, en zeki, en dürüst, en mert ,en yiğit madem ki insandı da neden tüm ilahi kitaplarda, tüm kadim efsanelerde, destanlarda, düşünmemiz, okumamız, aklımızı işletmemiz emrediliyor? Neden hep birbirimize nasihat ediyoruz, öğüt veriyoruz? Neden sürekli sevap ve günah kavramlarını, ayıp ve yasak olanları, iyi ve kötü bildiklerimizi doğumdan ölüme kadar birbirimize ezberletmeye çalışıyoruz? Bilim adamları da haklı! Maymundan farkımız yok;  davranış, huy, alışkanlık ve sosyal ilişkiler olarak ve bu nedenle ‘’maymundan türemişiz arkadaş!’’ diyerek işin kolayına kaçıyorlar!

Bir de olaya bu tarafından bakın! Belki ruhlar gerçekten ölümsüzdür. Sonsuza kadar var olacaktır. Belki de her canlının ruhuna bir değil, sonsuz, sınırsız şanslar veriliyor. Belki de cennet, cehennem hayatı dediğimiz bedelleri ruhlar hak ettikleri ölçüde ve hak ettikleri bedende yaşıyorlar. Belki de domuz bedeninde, maymun bedeninde olmayı hak eden ruh bu bedende yaratılıyor. Aşama kaydederse terfi ederek daha uygun bedenlerde, mesela insan bedeninde yaratılıyor, tenzili rütbeye uğrarsa belki de yılan, akrep, böcek  bedenine kadar düşebiliyor. Bunlar bir iddia değil, fikir jimnastiği, duygu satrancı yapıyorum ve her ne yapıyorsam yazıyorum, çiziyorum. En azından aklımı işletmek, kalbimin sesine kulak vermek şartını yerine getiriyorum. Belki de gökyüzünde parlayan sonsuz, sınırsız sayıdaki yıldız, gezegen, tekamül etmiş ulu ruhların bedenleridir.

Çünkü biz zavallı insanlar hala anneler günü, kadınlar günü ,sevgililer günü gibi bazı günlere özel nitelikler giydirecek kadar gafil ve şaşkın olabiliyoruz. Kadınlar günü varsa eğer, kadınlar demek ki, ezilen ve ezilecek bir cins demektir ve bu çok kötüdür. Kadınlar böyle bir günü kutlamakla bu kötü durumu onaylamış oluyor demektir.

Erkekler günü neden yok?

Anneler günü varsa eğer, demek ki senede bir gün anneleri hatırlamak yeterlidir. Ayıp olmasın diye babalar gününü de sonradan koydular ama anneler günü kadar fazla rağbet görmedi. Her gün Allah’ın bize bağışladığı güzel bir gün olarak yaşanmalıdır. Huzur, sevgi, dostluk ile. Kartallar gibi, martılar gibi, yunuslar gibi yaşanmalıdır. Bu günleri silahlarla, kan dökerek, iftiralarla ve kumpaslarla ,yalanlarla ve riyalarla kirletmenin faydası yoktur. Kadın cinayetleri demeyin artık. İnsanın insana cinayeti var. Çocuk, genç, ihtiyar, kadın, erkek demeden insanlar öldürülüyor.

Fuhuş ve uyuşturucu çeteleri ve terörist dediğimiz cinayet şebekeleri tarafından insanlar ve insanlık kirletiliyor, görmüyor musunuz? Siyasetçilerin, politikacıların, süper devletlerin yılışık ve şımarık ve züppe devlet yöneticilerinin, mafyadan rüşvet alan arsız ve utanmaz bürokratların  pisliklerini polisler ve askerler temizlemeye, kanla yıkamaya çalışıyor, görmüyor musunuz? Eğer ülkelerde vicdanlı, cesur askerler ve polisler olmasa, dünyanın en vahşi Amazon ormanlarından daha bir orman haline geleceğini, ama bu ormanda insanların bir ağaç gibi tek ve hür  ve kardeşçe yaşayamayacağını, bu ormanda insanların akreplerden, yılanlardan, timsahlardan, sırtlanlardan, çakallardan daha da yırtıcı, daha saldırgan bir hale gelebileceğini görmüyor musunuz?

70-80 sene veya 90-100 sene insan ömrü,90 diyelim biz.15 yaşına kadar çocuğuz. İyiyiz, hoşuz, güzeliz. Geriye 75 sene kalır. Üçte birisi uyku,  geriye 50 sene kalır. 50 sene demek,50 tane bahar,50 tane kış,40 tane güz,50 tane yaz demek.50 tane yeni yıl, Noel demek.50 tane ramazan bayramı,50 tane kurban bayramı demek.18 bin 250 gün demektir.2.600 hafta demektir.600 tane ay demektir. Yani evrenin zaman ölçüsüne göre birkaç kez göz açtın, birkaç kez  göz kırptın, yattın, kalktın, yattın kalktın, arada birkaç tabak yemek yedin, birkaç litre su içtin ve yaş oldu 90,bekliyorsun Yahya Kemal’in sessiz gemisine apar topar bindirilmeyi.

Ama doğru durmuyor kimse! Kimse şu birkaç saatlik yalan dünyada, kıçının üstüne adam gibi oturmuyor, değil mi? Karnı biraz doyan, sırtına biraz parlak bir hırka geçiren, ayaklarına biraz sıkı pabuç bulan, cebin de de biraz kredi kartı, bankamatik kartı olan (eskiden para derdik!) kendisini bir b..k sanıyor ve sanırsın ki dünyayı bu adan yaratmış! Ağzı biraz laf yapan, kıçına biraz yumuşak makam koltuğu bulan, kendisini Allah’ın sağ kolu ilan ediyor! Geri zekalı insanlarda ‘’ Yolunda paspas olurum’’ diye ağlayarak bağırıyorlar! Su içtiği bardağı kilitli camekanlara, camlı vitrinlere saklıyorlar ve altlarında bir yazı ‘’ Muhterem bilmem kim zat, bu bardaktan su içti, bu makasla bu kurdeleyi kesti!’’

‘’ Şeyh uçmaz, mürit uçurur ‘’demiş eskiler! Yine de çok şükür! Allah beni de yaratmış! Demek ki, yaratılmaya layık görmüş ve yaratmış! Hatta bana yetecek kadar akıl  ve duygu da vermiş! Bir de şu unutkanlığım olmasa ! Gözümdeki gözlüklerimi , ayağımdaki çorapları çekmecelerin içinde aramamam lazımdır. Ne güzel bak! Böyle çocukluğumuzda tertemiz ve güzel, hatta cennet gibi  ve sonra kirlenen ,lağım gibi olan bir dünyayı ben de öğrenmiş oldum! Hiç yaratılmasaydım nasıl öğrenecektim?