HANIMEFENDİ, profesör olmuş! Maaşallah her konuda malûmat sahibi, hatta bilmekten de öte âlim mi âlim...

Tarih biliyor, hukuk biliyor, sanat biliyor, biliyor da biliyor... Hele, ilahiyat mevzularında üstüne yok... Aslında âlimden değil âlim-i küll, hattâ kutup mübarek!

Hanımefendi geçen gün bir televizyon programına çıktı ve tarihçiler ile hukukçuların asırlardan buyana farkedemedik
leri bir konuyu keşfedip cihâna ilân buyurdu: Hani bizim "hükümdar", padişah", "han", vesaire dediğimiz geçmişte yaşamış olan o adamlar var ya, meğerse hepsi "veled-i zina" imiş, yani af buyurun "piç"!

Söze "Bunlar" yani "padişahlar" diye başladı ve kerametlerini ardarda sıraladı: "Bunlar nikâh kıymıyor. İslamiyet'e göre senin ecdadın, veled-i zina.... Dinî nikâh kıymıyorlar cariyeye. O çocukların hepsi dinî nikâhsız doğuyor. O zaman bir karar verin, hangisi... "

Programa katılan bir başka profesör "Bu çok ağır oldu" diye itiraz etmesi üzerine "Hiç ağır değil" dedi. Muhatabı "Hanım sultanlarla nikâh kıyılıyor" diyecek oldu, hanımefendide cevap hazır: "İslamiyet'e göre baktığınızda dinî nikâh dışı çocuklara ne deniyor?"

HAYDİ O CAHİL, AMA...

Bu "veled-i zina" meselesini şimdilik bir tarafa bırakıp "hanımsultan" bahsine kısaca temas edeyim: Padişahların hanımlarına "hatun, kadın, haseki, ikbal, kadınefendi" gibi yüzyıllara göre değişen unvanlar verilmişti ama hiçbir padişah hanımı "hanımsultan" değildi. Herşeyi bilen hanımefendiye cevap yetiştirmeye çalışan yine "profesör" unvanlı beyefendinin de bundan haberi yoktu, "padişahın yahut şehzadenin kızının kızı" yani "kızı tarafından kız torunu" demek olan "hanımsultan" unvânını padişahın hanımı zannediyordu.

Hanımefendiyi durdurabilmek artık ne mümkün... Padişahların "veled-i zina" olduklarını beyan buyurup hızını aldı ya, artık frene basması imkânsızdı... "Bütün dinler egemen sınıfın ideolojisine göre belirlenir" deyip kuralı kendince koyuverdi. İşi sonra hac meselesine getirdi, Osmanlı hükümdarlarının hacca gitmemiş olmalarından bahisle "Vekâlet olarak birisini gönderme var, onu da yapmıyorlar" dedi. Ve nihayet en büyük kerametini de yumurtladı: Din böyle yorumlanırsa Brahmanizm gibi, Budizm gibi finanse eden egemen sınıfın ideolojisine dönermiş, Osmanlı tarihi işte bu yüzden halktan kopuk bir tarihmiş!

BU KİTABI DUYDUNUZ MU?

Şimdi, çıktığı ekranda bilgi falan vermeyen, hattâ dişe dokunur tek lâkırdı bile etmeyen ve sadece saçmalayan "profesör" unvanlı bu hatuna kısaca hatırlatayım:

Hiç işittiniz mi bilmiyorum ama "İslâmiyet" denen dinin mensuplarının "Allah kelâmı" kabul ettikleri, bundan 1400 küsur sene önce nâzil olan kutsal bir kitap vardır ve adına "Kur'an-ı Kerîm" denir. İtikad bahislerinin yanısıra mal, para, evlilik, cariye, çocuk, miras vesaire gibi dünyevî bahislerin kuralları da bu kitapta yazılıdır ve "Hür erkeğin cariyeden doğan çocuğunun hür ve meşru olduğu" ifade edilir ve bunu herkes bilir! Hanımefendinin, padişahların hacca vekil göndermemiş oldukları iddiasına gelince:

Padişahlar Mekke'ye ve Medine'ye her sene hac mevsiminde bir hediye kervanı yollamışlardır. Bu kervana "surre-i humâyun", kervanla ilgili her her çeşit kaydın tutulduğu belgelere de "surre defterleri" denir. Bu "surre defterleri"nden hem Osmanlı, hem de Topkapı Sarayı Arşivi'nde dünya kadar vardır. Ekranlarda keramet savurmaktan vakit bulursanız ve o kayıtları okuyabilecek Osmanlıcanız varsa zahmet buyurup surre defterlerini incelediğinizde padişahların surre alayı ile beraber hac için her sene kaç kişiye vekâlet verdiğini görür ve anlarsınız.

Açık söyleyeyim: Türkiye geçmişe küfretmeyi kendisine sermaye edinenleri şimdiye kadar çok gördü ama bu zavallıların hiçbiri işi bu hanımın yaptığı gibi "padişahlar piç idiler" seviyesizliğine getirmemişti...

Siz taşıdığınız o "profesör" unvanını kuaförünüzden mi yoksa manavınızdan mı aldınız Madam Cehalet?


(Murat Bardakçı(03 Aralık Pazartesi-Habertürk)