Otistik, spastik görünümlü 15-20 kişilik bir grup Lugano gölünde vapurla gezdiriliyordu. Gruptan her üç kişi için  bir eğitmen veya öğretmen görevliydi. Eğitmenlerle grubun bireyleri arasında dostça bir etkileşim, iletişim vardı. Çoğu genç olan grubun bireyleri çok neşeliydi ve mutlu görünüyordular. Gruptan olmayan diğer yolcular kesinlikle bu arkadaşlarla ilgilenmediler. Yani onları rahatsız eder tavırlarla gözlerini onlara dikmediler. Onların farklı olduklarını kafalarına dayatmamak için diğer yolcular ellerindeki çaylarla, gazetelerle veya vapurun gezdirdiği muhteşem manzara ile ilgilendiler. Grubun gençleri sadece benim dikkatimi çekti ama bunu belli etmemek için gözlerimi değil, aklımı ve kalbimi onlarla meşgul ettim. Bir tanesi Türk’tü, çünkü ismi Türk ismiydi ve Onu öyle çağırıyorlardı. Bu ismi burada yazmayacağım. Yerin kulağı vardır. Gerek yok.

Türkiye’de özürlü gençlerin, yetimhanelerdeki yetimlerin, öksüzlerin nasıl dövüldüklerini, işkencelere, tecavüzlere maruz kaldıklarını öğrendiğimiz dehşet televizyon haberleri geldi aklıma. Bu eğitmen nezaretindeki gençlerden bir tanesi çocukluğumdaki Sabri ağayı hatırlattı bana. Herkes Deli Sabri derdi ve herkes alay ederdi. Cenazelerde tabutun arkasından ibrikle, testi ile su taşırdı, cenazenin yakınları merhumu gömdükten sonra mezarın toprağını bu su ile serinletir ve Sabri agaya birkaç kuruş verirlerdi. Babam onunla dalga geçenlere kızardı ve eline sopa alıp defolun gidin, ayıptır, günahtır derdi ve Sabri agaya ekmek, simit, sigara, para ikram ederdi. Ben hep Sabri Aga dedim Ona. Bu gençlerden bir tanesi Sabri Aganın çocuğuydu sanki.

İsviçre vatandaşları gerçekten medeni insanlar. Otomobilinizi park etmek için otopark mafyası ile cebelleşmiyorsunuz. Değnekçiler sizi rahatsız etmiyor. Makineler var, park ücretini makineye kendiniz ödüyorsunuz. Tren biletlerini de makinelerden kendiniz alıyorsunuz. Bu makineler Türkiye’de olsa eğer, sadece bir hafta beklerler ki, makineye para iyice dolsun diye, sonra makineyi bir arabaya yükleyip götürür hırsızlar. Güvenlik kameralarına da kol saati hareketi yaparlar.

Kitap okuma oranının, kitap okuma alışkanlığının çok yüksek olduğunu kitap satılan yerlerdeki insanları gözlemlediğinizde anlayabilirsiniz. Elbette kusurları da var. Herkesin elinde bir cep telefonu veya tablet büyük bir kusur, bir de özellikle kadınlar çok sigara içiyorlar. Ama genelde bir nezaket ve diğer insanlara saygı hakim.

Böyle olunca, o zaman Türkiye’nin aleyhinde neden kanun çıkartıyorlar diye soruyorsun kendine. Doğu Perinçek’in mahkemede zafer kazandığı Ermenilere Türklerin soykırım yapması gevezeliği ve yalanı İsviçre vatandaşlarının ileri sürdüğü bir iddia değildir. Vatandaşların bununla bir ilgisi yoktur. Hükümetin işgüzarlığıdır bu. Siyasetin çirkinliği her ülkede farklı manzaralarla insanlığın karşısına çıkıyor.

Vapurun temizliğine dikkat edin eğer giderseniz. Vapurun tuvaletinin temizliğine de dikkat edin lütfen. Tabi ki parasız. Trenler de böyle temiz ve parasız  tuvaletler bulabilirsiniz. Böyle temiz insanlar çirkin düşüncelerle meşgul etmez kendini. Ama siyaset eğer cennette yapılması mümkün olsa, cenneti bile kirletirler bence.

Ben gemilerde bıkmış bir denizciyim ve denizlerden ayrıldıktan sonra ilk defa keyfi olarak bu vapur turu ile gölde eğlendirdim gönlümü. Köprü üstünde (kaptan köşkü olarak da bilinir)sorumlu olmadan vapurda sıradan bir yolcu olarak bulunmak çok güzel. Ama asıl güzellik vapurdaki sükunet ve gölün iki yanındaki manzara ve insanların tebessüm eden zararsız yüzleri.

Ama hava limanının kontrol noktalarında dedektör ile bekleyen; ayakkabı, kemer, şapka çıkarttırıp tepsilere börek gibi koyduran görevlilerin asık suratları veya yapmacık, sıkıntılı tebessümleri ile İsviçre’nin içindeki insanların gülen aydınlık yüzleri birbirine uymuyor.

Doğu Perinçek’i fındık kabuğu yoktur, fındık içi mavi olur gibi saçma bir iddia ile yargılayan İsviçre mahkemeleri de bu yüksek medeniyet, kişi başına  kitap okuma saatlerinin yüksek olduğu bu kültür ve bilgi seviyesi durumuna da hiç uymuyor.

Çoğu zaman hep düşünürüm. Siyasetçiler ne yapıyor? Belki biraz yol, biraz köprü, biraz da alışveriş merkezi, iş hanı ve belki de birkaç üniversite, birkaç hastane yapıyorlardır. Elbette halktan da sürekli vergi toplayarak yapıyorlar bunları. Sanıyorum şimdilik sadece ‘’ yaşıyorsun bak hayattasın, dirisin, bunun da vergisi şu kadardır ’’vergisi şimdilik  yok!

Peki bozdukları nelerdir? İnsanların mutluluğu, huzuru, aralarındaki dostluk, aralarındaki sevgi de siyasetçiler tarafından bozulan değerlerdir. Bozduklarını saymaya kalkarsak en az bir kitap eder. Ama özet olarak bu kadarı ile yetinelim ki, kendimizi de boş yere sinirlendirmeyelim.

Unutmadan! Korna sesi hiç duymadım! Otomobil sürücüleri kritik kavşaklarda birbirlerine yol vermek için aracını yol kenarına çekiyor ve diğer sürücüye gülümseyip geçmesini işaret ediyor. Beni tanımayan bir çok insan da (erkek, kadın, genç, yaşlı) bana selam verdi. Türkiye’de tanımadığın birisine selam verirsen ‘’ sen ne demek istiyorsun lan! Sarkıntılık mı yapıyorsun’’ diye ümüğüne çökerler.

Türk Milleti kitap okumalıdır, Türk Milleti televizyon , dizi film, cep telefonu, cep telefonu kamerası ile resim çekme, İnternet oyunları , sosyal medyaya resimlerini yerleştirip kendisini manken hissetme  alışkanlıklarından son sürat vazgeçmelidir.

En önemlisi sadece Türkiye değil, dünyanın eğer 7 milyar insan mevcudu varsa, her bir insan ve gelecek nesiller laiklik denilen kavrama sımsıkı bağlanmalıdır.

Ömür veya hayat ya da yaşam çok kısa! Din ve mezhep ve milliyet, etnik, köken ayrımlarını savaş haline getiren siyasetçilerin tuzağına düşmeye değmeyecek kadar çok kısa bir hayat.

İçinde hiç kağıt, naylon ve teneke şişe, sigara izmariti, boş sigara paketi olmayan Lugano Gölü ile çok dertleştim ama sadece göl ve ben biliyoruz. Bir de Allah.

www.tarazastana.com