Birçok Balkan ülkesinin sahip çıktığı simidi sevmeyen var mıdır acaba? 

Kokusu, tadı eşi benzeri bulunmaz anılara sürükler insanı. 

Öğrenciyken, bir kere sahildeyken, bir kere param yokken…. 

Yuvarlak bir çıkmazda özler dururuz. 

Ve bu yüzdendir ki, hele biz uzaktakilerin en büyük hasretidir simit.

Ama her tutunduğumuz anımız gibi, sokak simidi de zamanla üzerinden bayağı prim yapılır hale getirilmiş ve sosyeteye tanıtılmak üzere adına saraylar kurulmuştur. 

Değil mi ya, sosyetenin sokakta ne işi var ki sokak simidi nedir bilsin.

Tanıtmak lazım. 

Ama olmaz, istediğiniz kadar altın kafeslere, saraylara koyun hiçbir yuvarlak susamlı şey simit tepsilerinde adı çağırılarak satılmadığı sürece sokak simidi değildir. (tamam camlı arabalar da olur.)

Her koşulda lezzetlidir o ayrı, hele yanında destekçileri de varsa, peynir, çay…. En şık yemeklere bile tercih edebilirsiniz. 


Toplaştık, Londra'da açılmış Simit Sarayı'na gittik. Hazırlıklıyız, birkaç Türk'e rastlayabileceğimizi düşünerek bağırarak konuşmama kararı aldık. 

“Vaaay adamlar yapmış, getirmiş gavurun mahallesine açmış dükkanı” tarzı konuşmaları hiç yapmayacağız. 

Kapıda “dur önce ben seni çekeyim sonra sen beni” tartışması yaparken, o tanıdık sıcaklıkla bir beyefendi yaklaştı yanımıza. 

“ben ikinizi çekeyim” 

Ve kaçınılmaz sohbet başladı. “nerdensiniz?” 

“ben Japonya'da çalışıyorum, iş için Londra’ ya geldim, canım simit çekti…”

Yapı kozmopolit.

Minicik bir yer ama kuyruk dışarı taşıyor. Ve gerçekten de simit kokuyor. Vitrinler her çeşit simit (simidin çeşidi nasıl olursa) ile dolu. Hatta fantaziye kaçmışlar, su böreği, kurabiye filan bile var. 

Çay mı? Elbette…

En zor kısmı oturacak yer bulmak. 

Madem Türk usulü bir pastane açıyorsunuz, siz hiç hızlı hızlı simidini yiyip kaçan bir Türk grubu gördünüz mü? 

Veya yediği simitle tek bardak çay içen bir Türk? 

Gördünüz ise Türk değildir. 

Biz zaten dayatılmış düzenden yorulmuş, kendimizden neler bulabiliriz diye kalkıp simit yemeğe gelmişiz, bir de İngiliz usulü paket servis mi alalım? 

Haliyle yer kapmak bir mesele oluyor. Arada “bitirdiniz ise kalkın” diyen bir görevli var ama o zavallıya da cevabımız hazır:

”sen kalk, benim daha çayım duruyor” 

Orada da bizden bir çözüm üretmişiz gerçi. Masa tutmak yok, sandalyeyi kapabilen istediği masaya oturuyor, nasıl olsa bugün her masa tanıdık. 

Ve hemen sıcacık, tanıdık bir sohbet başlıyor. 

Simit taze, çaylar da bu kaynaşmaya eşlik edercesine sıcacık. Personel bizden, çok güler yüzlü. Eh dil de ortak olunca, Londra Simit Sarayı’ nda yüzünüzün güldüğü bir zaman geçirmeniz kaçınılmaz. 

Hem içinizde azcık “düşman çatlatmak” hissi varsa, hemen resmini çekip “Londra'da simit keyfi” diye sosyal medyada paylaşın, aldığınız "beğen"ler sizi bile şaşırtır. 

Bir deneyin derim. 

Sohbetlere doyamadığınız bir hafta olsun.