Sonu mutlulukla biten masallar ve efsaneler vardı.

                                                              Ta ki insanoğlu onların sonunu değiştirene dek…

Bir varmış bin yokmuş, evvel zaman içinde bilinmeyen bir ülkede sessiz sedasız bir kutlama yapılmış. Bu kutlama iyilerin kötülere karşı kazandığı zaferin kutlamasıymış. Ta ki o güne kadar, kötülük iyiliğin yakasını bir türlü bırakmazmış. Ne zaman birisi bir iyilik yapmaya yeltense kötülük o işi o anda bozuverir, kimsenin iyilik etmesine müsaade etmezmiş. Bu bilinmeyen ülkenin iyilik yapmaya can atan iyi yürekli insanları ertesi sabah gün ağarmaya yakın bir vakitte sessiz sedasız kutsal nehrin kıyısına gelmişler. Çıplak ayakları suyun içinde, herkesin eli birbirinin eline kenetlenmiş halde, yapmak istedikleri iyilikleri, iyi insanların gücünden vücut bulan bir enerji haline dönüştürmüşler. Gece yarısından sonra ışıklanarak vücut bulan iyilik, nehrin kutsal suyunun gücünü de kuşanıp kötülüğün peşine düşmüş.

Kötülük, hiçbir zaman dürüst olmamış. Güçlüymüş ama eziciymiş de. Merhametin kırıntısı bile yokmuş onda. Üzerine toprak atılmış, zamanla balçık haline gelmiş, soluk ve bulanık yeşile dönmüş olanları ise bu bilinmeyen ülkenin bataklıklarında görülürmüş.

Kötülük, bataklıkta yaşayan tek canlıymış. Aslına bakılırsa canlı demek için bir organizması, hücreler, solunum organları ve bir beyni falan olmalıymış ama bunların hiçbiri kötülükte bulunmazmış. Onda dikkat çeken tek şey balçığın yüzeyine yayılan, yayıldıkça bir sürüngeni andıran pas renkli ışıklı gölgesiymiş.

İyilik, kutsal suyun gücünü de kuşanmış. Artık birlikte daha bilgeymişler. İki güç, nehrin tam ortasında bir araya gelmişler. Kötülük, ülkeyi ve içindekileri ona bırakıp gitmesini istemiş. Bundan böyle bu ülke onun boyunduruğu altında olacak, içinde yaşayan ve doğacak her canlıya kendi kötülüğünden aşılayacakmış. İyilik buna asla müsaade etmemiş. Kendi gücüyle birlikte, altında akıp giden nehir suyunun gücü birbirine karışmış ve o anda tüm ülkeye ışık saçmaya başlamış. Öyle muazzam bir ışıkmış ki bu ışık, gece gündüze dönmüş, hastalar şifa bulmuş, yaralıların yaraları kapanmış, içinde sıkıntı olanların ise sıkıntıları hüzünleri kaybolup gitmiş.

Kötülüğün ise her bir parçası bu heybetli ışığın karşısında daha fazla dayanamayıp erimiş ve bataklıkların diplerine hapsolmuş. O günden sonra bu bilinmeyen ülke ve insanları kötülüğü kendilerinden uzaklaştırmışlar. Bilgelik ve merhamet doldurmuş kalplerini. Ülkelerinde yaşayan en ufak canlının bile zarar görmemesi için seferber olmuşlar. Böylelikle iyilik tüm ülkeye hakim olarak bu savaştan hakkıyla galip ayrılmış.

O günden sonra her yıl o vakitte kutlamalar yapılmaya başlanmış. İyiliğin kötülüğe karşı, karanlığın da ışığa karşı zaferiymiş bu sessiz ve nazik kutlamaların sebebi.

Peki ya şimdi?

Yıl 2019, aylardan yine bir Diwali. Akşam saatlerinde dur durak bilmeksizin patlayan havai fişekler, çatapatlar… Yüksek seviyede ses çıkartan ne kadar şey varsa hepsini bir gecede patlatıp evlerindeki insanları, yaşlıları, hastaları rahatsız edip korkutan, doğadaki, sokaklarda ve parklardaki onlarca kuşu, börtü böceği, her türden canlıyı deli gibi korkutup ödlerinin patlamasına sebebiyet verebilecek bu kutlama da ne böyle?

Hayvan dostlarımız bu ciddi yükseklikteki sesler sayesinde saatlerce endişe ve korkuya maruz kalıp, bazen de hastalanıp sakatlanabiliyorlar. Bizim bir duyduğumuzu onlar yedi kat olarak hissediyor. Şimdi bir düşünün, saatlerce süren havai fişek vb. seslerden bizler evlerimizde rahatsız olabiliyorken onlar nasıl katlansın? Sizce bu iyiliğin kötülüğe karşı kazandığı zaferin bir kutlaması mı?

Karar verin, bu yıl sizce kim kazandı?

#nofireworksondiwali