Libya’daki durum karmaşık ve oldukça rahatsız edici. Kaddafi ortadan kayboldu; Trablus’ta tam olarak neler olduğunu kimse bilmiyor.

Sanki Irak senaryosuna yeni baştan şahit oluyoruz: Fransız, ABD ve İngiliz kuvvetleri, bir yandan dünyayı niyetlerinin sivilleri korumak ve ülkeyi “bu korkunç diktatörden” kurtarmak olduğuna ikna etmeye çalışırken, isyancılara hem karadan hem da havadan yardım ediyorlar. Aynı besteyi 2003’te; 1980-1988 İran-Irak Savaşı sırasında eski bir müttefik ve dost olan Saddam Hüseyin birdenbire, Amerikan politikasının saflığına karşın kötü bir çehre takınan bir diktatör haline geldiğinde duymuştuk. Bize bunun tamamen kitle imha silahları, özgürlük, demokrasi ve medeniyet ile ilgili olduğu söylendi. Tamamen yalan. Başkan Bill Clinton’ın yürürlüğe soktuğu ve yılda 500 binden fazla masum sivil Iraklı’nın öldüğü Amerikan ekonomik ablukasından birkaç yıl sonra, Bush yönetimi yeniden bir savaş başlatıp öldürmeye hazırdı. Muhabir Robert Fisk tarafından bildirildiği üzere, İsrail ve Amerika’daki lobileri tarafından yürütülen jeopolitik çıkarlar ve petrol kaynakları adına. Fakat hatırlamalıyız ki savaş George W. Bush yönetime geçmeden önce başlamıştı.

Fransız gazetesi Libération 1 Eylül 2011’de, Fransız hükümeti ve Libya Ulusal Geçiş Konseyi arasında gizli bir anlaşmanın varlığını ortaya çıkardı: savaştan sonra, ülkenin petrol ihracatının yüzde 35’i Fransa’ya tahsis edilecekti. Görünen o ki, Fransa Libya’da, ABD’nin Irak’ta oynadığı oyunu oynuyordu. Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy savaşın “Arap Baharı”ndan esinlenilerek, demokrasi, özgürlük ve haysiyet için yapıldığı şeklinde böbürlendi. Sadece 18 ay önce Paris’te karşıladığı Libyalı lider, bir gecede şeytani bir figüre dönüşmüştü. Ülkeyi “çılgın diktatörden” kurtarmak Fransa’nın ahlaki göreviydi. Şimdi ise bir başka versiyon, daha az görkemli ve daha çok ticaret ile ilgili farklı bir gerçeği duyuyoruz.

Birkaç gün için irticalen Dışişleri Bakanı olan ve UGK’nin kurulmasına destek olan Fransız aydını Bernard-Henri Levy’nin rolü ise çok ilginç. Aslında neden, kimlerle ve nasıl dahil oldu? Sanki görevi bölgede Fransız ve İsrail çıkarlarını birleştirmekti. Kaddafi bir engeldi; ondan kurtulmak, İsrail stratejisi için yalnız Ortadoğu’da değil Afrika’da da ileriye dönük büyük bir adımdı. Fransız denemeci Pierre Péan Katliamlar: Afrika’da büyük güçlerin gizli savaşları isimli kitabında, İsrail’in Afrika kıtasındaki etkinliklerin gerçek boyutunu ortaya çıkardı. Reelpolitik; karamsar mantık.

***

Mevcut Amerikan yönetimi için Libya müdahalesinde ön sırada olmak imkansızdı. Irak ve Afganistan’daki savaşlar ve küresel ekonomik gerilemenin yerel sonuçları, direk olarak dahil olmayı gerekçelendirmeyi imkansız kıldı, bu sebeple Fransa başı çekti: Her ikisi için de bir kazan-kazan senaryosu. Şaşırmalı mıyız? Kuzey Afrika’da yeni olan pek az şey var ve Batı “Arap Baharı”na sözde bir bağlılık gösterirken bile, on yıllarca diktatörlere destek verildiğini unutmamalıyız.

Bu yüzden bölgede meselelerin ele alınışı konusunda ihtiyatlı kalınmalı. Çin, Hindistan ve Rusya yeni aktörler ve demokrasiyi destekleseler de desteklemeseler de, Ortadoğu ekonomik çıkarlar için bir numaralı ve en önde gelen savaş alanı olmaya devam ediyor. Arap demokrasisine duyulan yeni sözde özlem adına bu çıkarlar gözardı edilmeyecektir. Bu tip utanmaz hesapların farkında olmak ve Arap halklarının kendilerini yabancı güçlerden kurtarmak için her fırsatı değerlendirmelerini ve politik, ekonomik bağımsızlığa giden yolu bulmalarını ummak, kritik önem taşıyor.

Diğer bir uca kaymamak da eşit olarak kritik. Bugünlerde internette, Batı’yı eleştirmeye saplantılı ve her olayın arkasında bir Amerikan entrikası bulan, mutlak gerçekleri reddeden sesler duyuyoruz. Ne olursa olsun, Kaddafi bir diktatördü ve Beşar el Esad da öyle. Diğer bir deyişle, siyaset düşmanımın düşmanına dostum demek gibi basit bir mesele değildir. Çıkarları korumak diktatörleri desteklemek anlamına geliyorsa, ne olursa olsun Amerikan ve Fransız oyunlarını ve genel olarak Batı Çin, Hindistan, Rusya ve İsrail’in oynadığı tüm oyunları kınamak gerekir. Ne pahasına olursa olsun, despotları desteklemek yanlıştır.

İlerlemenin tek yolu hem büyük güçlerin iki yüzlü konumlarına hem de diktatörlük rejimlerinin kabul edilemez baskısına karşı çıkmaktır: Ne idealleştirme ne de saflık. Batı, Çin veya Rusya’da söylenenlere inanmadan veya yakın zamanda gerçekleşen olayların haberlerini körü körüne kabul etmeden, Arap halklarının bizim desteğimize ihtiyaçları var. Kaddafi ve Esad rejimlerinin yıkılmasını dört gözle beklemek, insan hakları, özgürlük, eşitlik ve demokrasiyi hiç önemsemeyen hükümetler tarafından bir kez daha manipüle edilmemek keskin bir zeka gerektirir.

Günün sonunda vatandaşlar olarak görevimiz dikkatli olmaktır: Demokratik haklar verilemez; kazanılmalıdır. Mücadelemiz entelektüel, yurttaşlıkla ilgili ve politik bir mücadeledir ve Batı’da, Afrika’da, Ortadoğu ve Asya’da başlatılmalıdır. Ve umut ediyorum ki galip gelecektir. Tüm zekamızı, anlayışımızı, açıklığımızı ve bağlılığımızı gerektiren, devamlı bir mücadeledir. Umutlarımızın hakları var; ilki ise düşünmeyi asla unutmamamızdır.