Başka sıfatlar da bulabilirsiniz: Mezar soyguncuları, akbabalar, nekrofili hastaları gibi. Ölüm karşısında bu tür insan müsveddeleri iştahla başlarını kaldırırlar.

Kafalarına vurur indirirsiniz. Anormal olan, depremi ve depremin yol açtığı kayıpları, acıları bir kenara bırakıp bu ruh hastalarını merkeze almak, bu hastalıkları konu edinmek.

Pazar gününden beri yaşadıklarımın ve gördüklerimin özeti: Depremin şiddetinin 7,2 civarında olduğunu öğrenince, durumun vahametini hemen kavrıyorsunuz. Kayıpların az olması için dua etmeye başlıyorsunuz. Gördüğünüz insanlarla üzüntünüzü paylaşıyorsunuz. Herkesin yüzünde aynı acıyı ve şefkati görüyorsunuz. Depremin olduğu günden bu yana, düğmesine basılmış gibi harekete geçen insanlar gördüm. Bir şeyler yapmak için çırpınıyorlardı. Kolay organize olan, ne yapacağını bilen ve bütün enerjisi ile yardıma koşan bir toplum haline gelmişiz. Fatih Üniversitesi'nde açılan yardım masasını, bir gün içinde hazırlanan afişleri gördüm. Semt pazarında her zaman görmeye alışkın olduğum pazarcının, topladığı yardımları bir kamyona yükleyip Van'a doğru yola çıktığını öğrendim. Bakkalda, kasapta, sokakta aynı hava. Merhametli ve müşfik bir toplum, organize olup ayağa kalkıyor. Bir seferberlik ilan ediliyor.

Peki, depremin Kürt kimliği? Şu soruyu herkes kendi kendine sorsun: Van nüfusunun ağırlıklı olarak Kürtlerden meydana geldiğini, olumlu veya olumsuz anlamda bu depremin Türkiye'nin yaşadığı Kürt sorunu ve terör sorunu ile bağlantısı olabileceğini ilk defa ne zaman düşündünüz? Böyle bir bağlantı ilk defa hangi vesile ile aklınıza geldi? Ben bu bağlantıyı ilk defa, günlük olarak takip ettiğim PKK'nın resmî yayın organlarında gördüm. Kafama balyoz yemiş gibi oldum. Van'da ölenlerin Kürt, Türk veya Arap değil sadece insan olduklarını, ve yine insan olarak yardıma ihtiyaçları olduğunu düşünmek dışında akla gelen her şeyi sapıkça buluyorum.

Leş kargaları, ölü seviciler her toplumda bulunur. Bu insan müsveddelerinin etnik kökeni Türk veya Kürt olabilir. Gece bir izbelikte, bilgisayarının başına oturup sapık porno filmleri seyrettikten hemen sonra sosyal medyaya aynı sapıklıkta depremin etnik kimliği üzerinden mesajlar atabilir. Sapıklık deyip geçmeniz gerekir. Geçmiyorsanız? O zaman sizde bir sorun var demektir.

Depreme etnik kimlik atfeden her türlü spekülasyonu ve bu spekülasyonları konu edinmeyi, hatta genellemeyi, ölü seviciliğin teşhiri tarzında bir -sapıklık demek ağır olacak- anormallik olarak görüyorum. Berbat, iğrenç bir teşhircilik. Etnik takıntıların, örtülü bir ırkçılığın pornografik yansımaları bunlar. Türkiye'nin Kürt sorunu ile Van'daki deprem arasında bir ilişki kurmak, bunun üzerine muhakeme yürütmek ve sonuçlara varmak sağlıklı bir ruh hali değil. Bu mevzuyu konu alan ve artan medya yorumları da öyle. Van'da bulunan bir Kürt'ün Marmara depreminde yaşadığı üzüntünün aynısını bugün Marmara'da yaşayan Türk hissediyor. Bu Türkiye'nin vicdanı, insanlığı ve dayanışması. Hepsi bu kadar.

BDP lideri ile MHP liderinin, aynı kapıya çıkan sözleri bu vicdanın özeti. Birkaç sapığın sözünü, cahil iki spikerin gafını getirip depremin merkezine yerleştirmek ve Kürt sorunu üzerine ahkâm kesmek tam anlamıyla bir siyasî pornografidir.

Deprem bir doğal afet. Sadece binaların çürüklüğü üzerine konuşabiliriz. Bu felâket karşısında çaresizliği aşmak için bu büyük milletin gösterdiği çabayı hepimizin idrak etmesi ve alkışlaması lâzım. Belki insan hayatının değeri ve anlamı üzerinde düşünmek ve yaptıklarımızı gözden geçirmek için bir vesile.

Eğer Kürt sorununu konuşacaksak depremi değil, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 'Kürtçe eğitim' konusunda yaptığı stratejik müdahaleyi teşrih etmeliyiz.