BAŞKALARI için hangi tercihlerin, hangi yaşam tarzının daha iyi olduğunu bildiklerini sananlar, aslında o diğer insanların gerçeklerini reddetmektedirler. Gerçeğimiz reddedilince de belki ölüm korkusundan bile daha ürkütücü olan kendi varlığımızın silinmesi korkusuyla karşı karşıya kalırız. Ölüm korkusu elbette ürkütücüdür ama o korkuyu, hayatımızı bildiğimiz gibi dolu dolu yaşayıp arkamızda bazı izler bıraktığımızda biraz aşabiliriz. Ama başka insanlar bize doğru tercihleri tanımladığında, gerçeklerimizi reddedip varlığımızı sildiklerinde ölüm korkusuyla baş edebilmemizin yolu da kalmayacaktır.

Bu yüzden bizim için daha doğrunun ne olduğunu bildiğini sanan insanlar, dünyadaki en kötü insanlardır. İnsan benliğiyle ilgili bu görüşleri yıllar önce Jeffrey Moussaieff Masson’un çok tartışılan “Against Theraphy” adlı kitabında okumuş, çok da etkilenmiştim. Gerçi o kitapta bu görüş, kendi normalini tedavi görünümü altında “hasta”ya empoze etmeye çalışan psikanalistler hedef alınmıştı ama ben Türkiye’de laik kesimin, başı örtülü kadına karşı tavrını bu kendi gerçeğini, tercihini başkalarına empoze edip başı örtülü kadının varlığını silmeye yönelik olarak görmüşümdür.

TESETTÜRLÜ KADININ DENİZ HAKKI
Bu yüzden son yaşanan tesettürlü kadınların görünmeden denize girmelerine imkân veren setlerin birileri tarafından yıkıldığını ve bu setlerin utanç duvarı olarak nitelendirildiğini gördüğümde, kanım aynen üniversite kapılarında ikna odalarının kurulduğunu gördüğümde olduğu gibi dondu. Örtünmeyi tercih etmiş kadının hayatını doğru bildiği gibi yaşamasını engellemek bir cinayettir aslında. Ayrıca tabii ki örtünmek istemeyen kadını da zorla örtündürmek bir cinayettir bana göre. İki durumda da bazı insanlar, başka insanların hayatları için neyin doğru olduğunu onlardan daha iyi bildiklerini sanıp onlara kendi doğrularını empoze etmektedirler.

LAİK DİKTATÖRLÜK
Türkiye’de laiklik, insanlara dini inançlarını kamusal alanda nasıl yaşaması gerektiğini öğretmek olarak görülmüş ve inançlılara ancak böyle davrandıkları takdirde kamusal alan yaşamı imkânı sağlanmıştır. Bu bizim demokrasi tanımımıza da aynen böyle girmiştir. Cumhuriyet rejiminin tanımlayıcı özelliği de bu olduğundan o rejim de aksamaya başlamıştır. Halbuki gerçek anlamda demokrat olmak, her insanın dilediği gibi tercihlerini özgürce yaşayabileceği kamusal alanlardan yana olmaktır. Ben çok yıpranmış ve eskimiş bir kavram olan laisizm yerine sekülarizm tanımını seviyorum. Laik sistem, inançlıya kamusal alanda nasıl yaşaması gerektiğini empoze eder, yani benim tanımıma göre cinayet işler. Seküler ise her insanın inancını istediği gibi yaşayabilmesini savunur ve kimsenin kimseye de karışmaması için gerekli tedbirler almaya çalışır. Bu tanımlar bana çok basit geliyor ve aksi birçok olaya rağmen herkesin denileni hemen anlayacağını sanıyorum. Şunu görmeliyiz; kendi tercihlerimize başkalarının saygı duymasını istiyorsak biz de başkalarının her türlü tercihine koşulsuz saygı duyacağız. Bu tür radikal liberal tavrı kendi kişiliğimizin bir ayrılmaz parçası haline getirmeye çalışıp seküler vatandaşlar olacağız. Ben dini inancı neredeyse sıfır olan bir insanım, ama buna rağmen inancının gereği denize girerken bazı düzenlemeler isteyen kadınların hakkını sonuna kadar savunurum. Aynı zamanda ben, aynı denizin yakınında kimseyi rahatsız etmeyecek tedbirler alındığında bir çıplaklar kampının da açılmasını savunurum. Bu benim ilke uğruna oluşturduğum seküler tavrımın bir sonucudur.

ÖRTÜLÜ ARKADAŞIMLA SOHBET
Benim çok sevdiğim başı örtülü bir kadın arkadaşım var. Entelektüel ve hayatın sorunları hakkında ciddi düşünmeyi bilen bir kadın. Geçenlerde onunla sohbet ediyorduk. “Neden tatile gitmiyorsun?” diye sordum. “Denize girmekte sorunlar var” dedi. Ben “Neden, bu sorunu çözmek için özel kıyafetler yok mu?” diye devam ettim. “Ben haşema giymekten hoşlanmıyorum. Onu hiç estetik bulmuyorum. Ayrıca ben denizin tenime değmesinden çok hoşlanırım, bunu da istiyorum. Tabii ki bunu herkesin gözü önünde yapamam. Bu yüzden kocamı ve çocuklarımı, tatil yerinde uygun denize girme noktası bulmak için oradan oraya koşturuyorum. Yoruyorum, üzüyorum onları. Bunu da yapmak istemiyorum, bu yüzden tatile çıkmıyorum” dedi. Duyunca hayli üzüldüm ve basit tavırları alamayan, bazı şeyleri anlamayan zihniyete lanet ettim. Bu kadınlara, kendi doğru bildikleri gibi denize girme koşullarını sağlamak, makul düşünebilen insanların görevidir. Tabii ki eğer Türkiye’de hâlâ makul düşünebilen insan kalmışsa.

Korkarım çözülemeyecek
PARKTA oynarken vurulan 6 yaşındaki çocuğun cinayeti korkarım çözülemeyecek. Çünkü, sanki bu memleket çok sağlıklı düşünebilen bireylerden oluşuyormuş gibi herkese silahlanma ve bunu taşıma hakkı verilirken, galiba hiçbir şey kayıt altına alınmamış. Alınmış olsaydı, kurşunu bulunmuş bir cinayetin beş dakika içinde çözülmesi gerekirdi. Bizde de televizyondan gördüler, olay yeri araştırma timleri filan oluşturdular; onlar da olay yerine gelip delil topluyorlar. İyi de o topladıkları delilleri acaba hangi laboratuvarda inceliyorlar. Diyelim o laboratuvar var, ama merkezi silah ve kurşun kayıtlarının tutulduğu bir yer var mı acaba? Bence yok, olsaydı Umut’un katili şimdi çoktan demir parmaklıklar arkasında olurdu.

(Haber Türk gazetesinden alınmıştır)