Öncellikle yapılan yerel seçimlerin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını dilerim. Kuşkusuz sonuçlar ne olursa olsun toplumun irade ve seçimine saygı göstermek ve sonuçları hazım etmek lazımdır. Seçim sonuçları ve yaşanan kaosa dair günlerdir televizyon ve gazetelerden haber ve yorumları okuyor, gerilimli ortamdan bir türlü doğal ve huzurlu ortama geçemiyoruz.

Öyle görünüyor ki bu gerilimli ortam Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar devam edecektir. Büyük bir ihtimalle de Cumhurbaşkanlığı seçimi ile erken genel seçimler birlikte yapılacaktır. Nisan sonuna kadar hem Cumhurbaşkanlığına aday olacak şahıslar belli olacak ve hem de erken genel seçimlerin yapılıp yapılmayacağı belli olacaktır. Şahsi kanaatım odur ki Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanlığı’na aday olacak ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’de Ak Parti’nin başına geçecektir.

Seçim aritmetiği Erdoğan’ı rahatlatmış ve ona Çankaya’nın yolunu açmıştır. Tabii sürpriz gelişmeleri de hesaba katarak, CHP ve MHP’nin ittifak yapıp gösterecekleri adayın alacağı oy oranı da unutmamak lazımdır. Doğu, Güneydoğu ve Batı’da yaşayan Kürtlerin ezici çoğunluğu Ak Parti’ye destek verdiği açıkça görülmüş, Kürtlerin, seçim öncesinde kıran kırana yaşanan mücadeleden, ortaya atılan yolsuzluk tapelerinden, kundura kutularda çıkan milyon dolarlardan, paraların sıfırlanmasından, hukuk ihlallerinden, kapatılan twetter ve youtube’dan hiç mi hiç etkilenmediği de görülmüştür.

Ak Parti’nin Doğu ve Güneydoğu’da özellikle yaptığı stratejik hatalara, toplumun ürktüğü ağa, hurafe şahsılara ve para babalarına yönelip bölgenin birçok yerinde aday göstermesine, gösterdiği ağa, şeyh ve para babalarının hiçbir yerde kazanmamasına rağmen Ak Parti bölgede oylarını arttırarak birinci parti olmayı başarmıştır. Bu başarıdan pek çok şey çıkartılabilir ve saptamalar yapılabilir. Kimi bu seçimde toplumun tamamı ekonomik durumu ve kendi cebini düşündüğü için Ak Parti’yi tekrar iktidara taşıdığını belirtirken kimi analistlerde alternatif bir parti olmadığı, toplumun CHP ve MHP’ye güvenmediği için Ak Parti’yi kötünün içinden en iyisini bulduğu için destek verdiğini söylemektedir.

Bir başka önemli şey de; Cemaat veya Hizmet Hareketi üzerinde seçim stratejisini belirleyen, seçim boyunca bu stratejiyi elindeki medya ve devletin gücüyle çok iyi uygulayan Erdoğan’ın, topluma Cemaat’in bir paralel yapı olduğu konusunda toplumun ezici çoğunluğunu ikna ettiği de görülmektedir. Erdoğan’ın, bu paralel yapının vatana ihanet ettiğini, devletin bütün kurumlarını ele geçirdiğini, ulusal güvenliğin tehlikede olduğunu, bu yapı dağıtılmadığı zaman Ergenekon ve susurluk gibi yapıların bir daha ortaya çıkacağını, barış sürecinin tehlikeye gireceğini, kanın tekrar akacağını ve huzur ortamının bozulacağını söylemesinden en çok Kürtlerin etkilendiği de görülmektedir. Erdoğan’ın bu tezine PKK Lideri Öcalan, KCK kurmayları ve BDP’nin üst yönetimi de destek verince bu algı Kürtlerin beyninde perçinleşmiştir.

PKK’nin sürekli Kürtlere ölümü gösterip sıtmaya razı ettiği gibi Erdoğan’ın da “paralel yapı” üzerinden özellikle Kürtlerin ezici çoğunlunu yanına çekmeyi başarabilmiştir. Ancak elimizi vicdanımızın üzerine de koyarak şu gerçeği de kabul etmeliyiz. Bugüne kadar “paralel yapı” dedikleri Cemaat mensuplarının suça, cinayete, hırsızlığa ve hukuksuzluğa bulaştığı, örgüt kurdukları, örgütlü suçlar işlediğiyle ilgili tek bir davanın dahi açıldığı da görülmemiştir. Başbakan Erdoğan’ın balkon konuşmasında tekrar Cemaat’i hedef alması ve “inlerine gireceğiz” demesi doğrusu bana adil bir üslup gibi gelmemiştir.

Paralel yapıya inanmam için öncellikle davaların açılması, somut delillerin ortaya konulması ve bağımsız mahkemelerin kararları olması gerekir. Seçimden hemen sonra yapılan konuşmada ben daha uzlaşmacı ve yapıcı bir konuşma bekliyordum Başbakan Erdoğan’dan. Ak Parti’nin bütün demokratik açılımlarını desteklemiş biri olarak bunu Başbakandan bekleme hakkına sahip olduğumu da düşünüyorum. Bu seçimi; “özerkliğin ilanı” ve “referanduma” dönüştüren BDP’nin tezini de çökertmiş, Kürtler siyasi özerkliği değil birlikte bir arada kardeşçe yaşamayı tercih etmiştir. Bu seçim bir tezi daha çökertmiştir o da, BDP’nin veya PKK’nin tüm Kürtlerin temsilcisi olduğu iddiası. Bu tezin çökmesinden şahsen en çok ben sevindim.

Çünkü hiçbir zaman BDP veya PKK’nin Kürt halkının haklı davasını, temel hak ve özgürlüklerini savunmadığını, Kürt halkının iki nesil evladını, eğitim, ilim ve irfan yuvalarını bombalayarak, öğretmenleri öldürerek cehalete, yoksulluğa ve sefalete sürüklediğini yazıp durdum. Özellikle bugün Diyarbakır’da yüz binlerce işsiz gencin, 11 bin kayıtlı hırsızın olması, yılda bin ton uyuşturucunun ekilmesi, ahlaki dejenerasyonun olabildiğince tavan yapan yapması, yapılan tüm sınavlarda çocukların sıfır çekmesi, Diyarbakır’da her hece yüzlerce insanın aç yatağa girmesi ve bütün insani yaşam haklarından mahrum olmasının tek nedeni PKK, BDP ve partneri geçmiş cuntacılardır. Ayrıca PKK Kürt halkının insani taleplerini değil kendi taleplerini Kürtlere dayattığını defaatle dile getirmiştim ve aynı iddiamı da koruyorum. Hele hele Öcalan’ın Nelson Mandella’ya benzetilmesi harbiden bana çok garip geliyor.

Çünkü Mandella’yla Öcalan arasında en ufak bir benzerlik göremiyorum. Şeyh Said, Seyyid Rıza ve Şeyh Mahmud Berzenci bir Mandella olabilir ama Öcalan olamaz. Bunu da er ya geç tarih ana bize gerçeği gösterecektir. Kürtlerin ezici çoğunluğunun Erdoğan’a verdiği desteği anlamak için önce Kürt olmak, bölgede yaşamış olmak, köylerin, insanların, ormanların yakıldığını görmek, faili meçhul cinayetlere ve gözaltında kayıplara şahit olmak gerekir.

O yüzden Kürtlerin yolsuzluklara neden önem vermediğini anlamak için filozof-milozof olmaya gerek yoktur.