Kalabalıklar içinde kaybolmuştu insanlar. Her biri kendi dünyasına kapanmış, içten içe attıkları sessiz imdat çığlıklarıyla, hayat kavgasıyla bir bir hesaplaşıyordu sanki. Kimsecikler duymuyordu onları, kimsecikler görmüyordu. Dertlerin tam da ortasında rehin kalmış, yüzleşiyorlardı adeta tüm korkularıyla.

Siyah beyaz mutsuzluklar akıyordu insanların gözlerinden, umuda dair tüm ışıklar kapanmış ve kilitli kapılar ardına saklanmıştı yarınlar. O kadar vurdumduymazlaşmıştı ki insanlık, kimse, bir başkasının gözlerinin içine, anlam dolu bakmaya cesaret edemiyordu artık.

Zamanın, akıntısına kaptırıp sürüklediği hayatlar vardı gördüğüm. Amansız bir hastalığa yakalanmıştı sanki umutlar ve çıkmaz sokaklar olmuştu meskenler. Yüzleri çile deryasında kırışmış, çocukluk hayallerinin peşinden koşmak için canlarını bile verebilecek insanlar vardı ve bir gün bile dönebilseler o günlere, onlar için bir ömrü bedel verebilecekleri bir kazanç olurdu bu.

Nice hayatlar kaybolmuştu bu şehirde. Ah be İstanbul, böyle mi bırakmıştım ben seni geride? Sorun sende değil, bunu biliyor ve kızmıyorum.

Aç kurtlar üşüşmüş başına mazlumların bu diyarda. Ellerinden gelse aldıkları nefesi bile çalacaklar ciğerlerinden. Mesela bir anne, bin bir umutlarla gelmiş bu büyülü şehre. ülkesini ve altı aydır görmediği yavrularını terk edip, düşmüş ekmek kavgasının peşine. Anlatırken yanındaki kadına, tek cümle oldu ağladığı. “Çocuklarımın, tam on beş gündür sesini bile duyamıyorum!” Aman Allah’ım… Sanki “ölüyorum” diyordu bu kadın, nefessiz kalmıştı bir anda. Bir sene daha dayanabilirse bu firaka, hayat onun olacaktı sanki ve her şey bambaşka…

Olur mu hiç öyle şey? Yanında onu didik didik soru yağmuruna tutan aç kurt, bırakır mıydı bu mazlumun peşini? Bir asalaklık yapıp, son kanını da o emmeliydi, tüm çabası buydu zaten. Daha fazla dayanamayarak, otobüsün içinde sesimi yükselttim “bırak bu kadının peşini, bırak daha fazla soru sormayı, bırak bin bir çileyle kazanmaya çalıştığı umut ekmeğini...”

Mazlum kadın, anlamıştı söylediklerimi ve atlamıştı aşağıya ilk durakta, aç kurttan kaçmak için. Peşinden de aç kurt tabii, durur mu hiç? Hem de koşar adımlarla gitti arkasından. Otobüsüm yoluna devam ederken, gözden de kaybolmuştu kuzuyla kurt. Nice hayatlar vardı böyle, niceleri kayıp gidiyordu avuçlarımızdan ve biz sadece arkalarından bakakalıyorduk. Otobüste bulunan o kadar insan, sadece izlemişti onları. Sadece…

Bir sonraki kurbanlardan biri de onlar olacaktı halbuki. Çünkü her mazluma göre, onlarca aç kurt yaşıyordu bu şehirde ve bir gün karşılaşacaklardı o kurtlarla, er ya da geç.


Ve her üç kuzudan biri, kurt olmayı öğrenecekti bu şehirde.


Hayatta kalmak(!) için…