Bir ülkenin vatandaşları çeşitli siyasi görüşlere sahip olabilirler. Farklı inanç sistemlerini benimsiyor olabilirler. Vatandaş olmanın raconu buradadır. Farklı görüş ve kanaat sahipleri hemşeri olurlar, komşu olurlar, aynı toprağın insanı olurlar, aynı denizlerde yüzerler ve balık avlarlar. Devlet olmanın raconu da bu farklılıkları sevgi ile kucaklayarak her bireye aynı hizmeti götürmektir. Devlet, millet, ülke işte böyle olunur. Ülkenin içinde hiç kimsenin önceki nesilleri araştırılmaz, kimsenin genetik şifreleri çözülmeye çalışılmaz, kimsenin kafatası ölçümleri yapılmaz. Ülkenin çeşitli kültürlerden, etnik köklerden bir araya gelmiş evlatları böylece millet olmakla şereflenmişlerdir. Milliyetçilik de işte bu milleti koruyacak duygular ve düşünceler bütünüdür.

Devletin maaşlarını milletten topladığı vergilerle ödediği polis ve asker ise, devletin teminatıdır. Milletin istikbalinin, ülkenin bekasının garantörüdür ve bu uğurda gerekirse can almak için, gerekirse de can vermek için eğitilmişlerdir. Biyolojik ve psikolojik olarak her an harekete geçebilecek savunma ve saldırı refleksleri ile donatılmışlardır.

Ülkenin askeri, polisi sadece komutanlarından, amirlerinden emir alırlar ve bu emirleri milletinin menfaatlerine yönelik olarak uygularlar. Her iyi vatandaş ülkesinin askerini, polisini sever ve onlara güvenir, onlara inanır. Polislerin, askerlerin yasalarla belirlenmiş komutanları, amirleri dışındaki herhangi kurum ve kuruluşlardan, gruplardan emir almaları söz konusu olamaz. Eğer söz konusu ise, o asker ve o polis devletine, milletine, vatanına ihanet ve nankörlük içinde bulunuyor demektir. Böyle polislerin ve askerlerin psikolojik yapılarının ve aile köklerinin çok iyi analiz edilmesi gerekir.

Vatandaşın da askerine, polisine kumpas, tuzak kurması, Ona suikast düzenlemesi ihanetlerin en büyüğüdür. Özellikle yargıda ve emniyette yetkilerle donatılmış bürokrat haline gelmiş şahısların ülkesinin askerine bu iftiraları, bu kumpasları reva görmeleri hiç kimseye hayır ve uğur getirmez. Normal vatandaşlar bunu asla yapmazlar. Yapanların da ruhsal yapılarının ve aile köklerinin iyi incelenmesi gerekmektedir.

Ülkesinin, devletinin, üzerinde yaşadığı toprakları  veya denizleri, hava sahasını  canı pahasına korumaya yemin etmiş askerlerin mahpus damlarında çürümeleri için bin bir entrika, kumpas, hile, sahte belge, gizli tanık , iftira hazırlamış ve uygulamış  bu kalleş şahısların;  ülkesinin, devletinin, milletinin askerine ,polisine bu derece inanılmaz seviyede düşmanlık beslemelerinin sebepleri  ne olabilir? Kimdir bu insanlar? Nerelerden gelmişlerdir? Anneleri, babaları kimdir? Bunların çok iyi analiz edilmeleri gerekmektedir. Uluslararası savaşlarda bile, her asker düşmanının kanını döker, canını alır, canını verir ama böylesine kumpas ,gizli ve yalancı tanık, uydurulmuş sahte belgelerle, akla ve hayale gelmesi bile mümkün görünmeyen iftiralarla düşmanının onuru ile oynamazlar.

Askeri casusluk ve fuhuş çetesi kurmak, amirallere suikast, balyoz darbecileri, Ergenekon kontrgerilla terör örgütü ve buna benzer düzmece sahte suçlarla hapishanelere atılan ve göz altı süreleri sonsuz, sınırsız olarak uygulanan ve ömürlerinden 5-6 sene çaldıktan sonra da ‘’Aldatıldık!’’ diyerek mahkum haline getirilmiş bu askerlerin salıverilmelerini ve aldatanların da çoğunun yurt dışına firar etmelerini masalarına yatıracak olan analizci torunlarımızın, 100 yıl sonra bu devrin tarihini yazarlarken nasıl duygular içinde olacaklarını tahmin edemiyorum.

Ama asıl hüzün verici olanı, bu tuzakların, kumpasların, hilelerin, sahte belgelerin, gizli ve yalancı tanıkların, uydurma iddianamelerin mimarları olan bugünün kalleş, nankör, hain ve çoğu inkarcı veya firari olan şahıslarının gelecekteki nesilleri nasıl bir utanç içinde olacaklarıdır.