Kültür nedir?


Osmanlı Devleti’nin batılaşma döneminde Türkçe’mize giren ‘kültür’ ve ‘medeniyet’ kavramları, ilk defa zamanında Ziya Gökalp tarafından sosyolojik açıdan ele alınmış. Halbuki, ‘kültür’ kelimesini Fransızca’dan, Türkçe karşılığı ‘İrfân’, Amerikan İngilizce’sinden ‘Medeniyet’ olarak dilimize geçirmişiz. Ziya Gökalp’in bakış açısı da ‘medeniyet’ olmuş. Yazar Cemil Meriç’e göre ise sosyologların yüzde doksanı, ‘medeniyet’ kelimesinden ziyade ‘kültür’ kelimesini kullanmaktadır.


Günümüzde Türk halkı arasındaki  `kültür’ terimi, insanın yetişme ve büyümesi, buna ek olarak aldığı eğitiminin seviyesini temsil etme anlamını taşır. Olumlu yönde ise, kültürlü olumsuz yönde ise, kültürsüzdür.


Yazar Mehmet Kaplan’a göre ise kültür ‘dili, mûsukiyi, mimariyi, dağı, taşı, her şeyden önce insanı işlemek, bunları ulaşabilecekleri en yüksek, en güzel, en ince noktaya kadar ulaştırmaktır’. Medeniyet, ‘kültür yaratan düzendir’ diyen yazar Muzaffer Ersöz ise örnekleme ile bu iki farklı terimi aydınlatmıştır: ‘Medeniyet bir fabrika; kültür ise imal edilen şeylerdir. Medeniyetin başlıca niteliği yaratıcılığı, kültürün ise yaratılmış olmasıdır’.

Günümüzde kültür bir toplumu diğerinden ayırır ya da farklılaştırırken, aslında milletin ruhunu yansıtır. Belki de yansıtmaktan öte, ruhudur!

Yazarlardan Prof. Dr. Nermin Erdentuğ ile Eric Walter Frederick Thomlin’in tanımlamaları daha güzel gibi. Neden mi? Erdentuğ’a göre ‘Kültür, insana [öz] olup, insanlar tarafından paylaşılan, kuşaklara intikal ettirilen semboller sistemidir’. Kültür için daha da güzelini Thomlin ‘Hayatı yaşamaya değer kılan[dır].’ şeklinde kaleme almış.

Şimdi siz, kültürümüzden intikal eden, bir ananın yüreğinden dökülen eseri hangi yazarın tanımlamasına koyarsınız; inanın bilemeyeceğim. İsterseniz, bir ananın mektubu nasıl yazılırmış bir bakalım. Nasıl anlarız, onu da tartalım gönlümüzde. Bildiğimiz Türkçe’mizle de bir karşılaştıralım... Kültür, milletin ruhu ise anamız nasıl bir ruhu yansıtmış acaba? İşte Malatya’lı Aşhan Ana’nın oğluna yazdığı mektuptan alıntı bir kaç paragraf :


“Çağam İrecep;


Gadan alır, gözünü yerim. Biz seni çoh ösgedik, sen bizi heder ettin. Bu mektupta sana çoh sözüm var.

Bizim peg'in bitişiğindeki peg'in sahabısı hozzik Şaben papur yolunda ganereye giderken tomofile çarpmış, yere debelenmiş, alnının çatına daş girmiş. Oğlu heyirsiz Mahmıt loynan eve getirmiş, mabeyine döşek serip Şabeni uzatmışlar. Duz çevirdiler, gurşun tökdürdüler, hah ölür dedi ama dert bile yapışmadı Şabene. Evveli gün aminle bi godafa mişmiş dutup Şabeni sormaya gettik. Şaben yerde debelenirken sakkosu yırtılmış, gopçaları tökülmüştü. Sakkosunu yudum gopçalarını tikdim, cıncılı gibi ettim... Şabenin canı marhuta, pıtpıt, isot gızartması istiymiş, yapdım, yedirdim ama hora geçdiğini de zannetmiyim...

Çağam boynumdan bi hap bozdurdum, gardaşın bana bi gözel zıbınlıh aldı, günecenin altında sındıynan kestim, biçtim, tikdim sındıkçıya goydum, alem çatladı...

Çağam hıznada şare gavururken, gakırdah tenekesini açık unutmuşum, içine sıçan düşmüş, bi teneke gakırdah efin tefin oldu getti. Düneğün guymah yapmışdım, ‘İrecep bunu severdi’ dedim, boğazımdan geçmedi.

Bıldır aldığımız tavuğun altına on yumurta goyup pinde gurka yatırdım. Bisürü cücügümüz oldu, görsen aklın çıhar. Bizim sarı inekte guzuladı guzulayacak. İzin alır da gelirsen, ağuz yemeğe yetişirsin işşallah, havalar çoh gözelleşti, çigdem eşkın pepeguş çıhtı. Bu hafta dağa kenger toplamaya gidecem.

Çağam sana gız bahmaya başladık. Geçenlerde Çarmuzu'da iyi biri var dediler, iki kök nahna alma mahanasıynan gidip gızı gördük. Gızı şöyle bi çala gördüm, boyu posu eyi de azıcığ zayıf. Yengen hamamda görmüş "Vallah bacım bedürük gibi gız, acıh tavlanırsa köşe yastığı gibi olur." dedi ama, biliysinki yengeninde bi sözü bi sözünü tutmaz. Acığ daha düşünek hele...

Güççük bacın İmmihan'a şerbet içecektik, Yanıyumruların Hınız Azzet, gelip nişanı attıklarını söyledi. Dert yapışasıcalar, torpağıma gidesiceler, pegine pancar ekilip gözüne Maraş gatranı çekilesiceler, gidip gızımı kesmişler. Gızımın elinden iş gelmezmiş de, gözel değilmiş de...Bisürü laf... Gızımın ay gibi yüzü, ceylan gibi gözü bedürük gibi golları var. Yanağları gelelli elması gibi yanıyı... Çağam biliy misin? Bacın yigirmiyedi çeşit küfte mi yapmıyı, mişmiş mi yarmıyı, bulgur mu gaynatmıyı, inek mi sağmıyı, tut mu toplamıyı, bastıh mı sermiyi, degirmana mı gahmıyı?... Yerişip yetmeyesiciler, bu kadar yalanı nasıl uydurmuşlar. Kahtalı Abuzer, Besnili Vakkas, Antepli Ökkeş, Aşağışeherli Hacıbayram, Çırmıhtılı Ali Seydi, Çarmuzulu Vahap, Adafılı Yakup azmı istediler bacını da vermedik. Bu Cumaliye de pavruka da çalışıyı, gız uzağa getmesin diye verimkar olduğ, onu da gözleri götürmedi, gidip gızımı kesdiler torpah başlarına, heç de almasınlar gızımı, onu mu dert edecem. Benim gızım Gediklilere layık Allah'ıma şükür. Hepsine dert yapışsın, iki gözleri bi delikten çıhar da sesleri Gorucuk’dan gelir işşallah...

Kesdane kebab, acele cevap!
Anan Aşhan ...”