MUSTAFA KÖKER

LONDRA

‘Taş Mezar’, Ahmet Ferruh Öncü’nün, ilk kitabı. Geçtiğimiz günlerde MOTTO yayınları arasında piyasaya çıktı.

Taş Mezar’, ‘Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe’ alt başlığı ile çıkan kitapta, 17 Aralık 2014 tarihinde Almanya’da tutuklanan,  Almanya’nın o dönem “Türk James Bond’u” olarak medyada tanıttığı, Muhammed Taha Gergerlioğlu’nun 11 ay süreyle hapishanede yaşadıkları anlatılıyor.

Takvim Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ergün Diler’in önsözü ile 342 sayfa olarak yayınlanan kitap, Belgesel-Roman türünde ama yepyeni bir üslupla okurlara ulaştı.

Emniyet eski müdürlerinden FETÖ kumpası ile hapse düşen Hanefi Avcı’nın da değerlendirme yazısıyla katkıda bulunduğu kitap değişik bölümlerden oluşan ve okuyucuyu adeta sürükleyen tarzı ile kitapçı raflarını uzun süre işgal etmeye aday.

Muhammed Taha Gergerlioğlu’nun tutuklanmasından, mahkemeye çıkarılmasına kadar geçen 11 aylık sürede Almanya cezaevlerindeki hücre hayatında karşılaştığı işkencelerin yalın şekilde anlatıldığı kitap, FETÖ – Almanya ilişkisi ile ilgili de çarpıcı ipuçlarını kapsıyor.

‘Türk Casus’ suçlamasıyla tutuklanıp Almanya hapishanelerinde hücreye atılan Gergerlioğlu ile Türkiye aleyhine casusluk yapma suçlamasıyla Türkiye’de hapis yatan ve Almanya’ya kaçan Can Dündar’ın cezaevi hayatlarıyla ilgili analizin de yeraldığı kitap, heyecanla okunmaya namzet bir eser.

Öncü ile Londra kent merkezinde buluşup, kitabını konuştuk. Biz sorduk, o cevapladı.

-‘Taş Mezar’ ilk kitap çalışmanız mı oluyor?

Evet, ilk kitap çalışmam.

-Kitap yazma fikri nasıl oluştu?

Uzun zamandır düşündüğüm ve bir miktarda hazırlığına başladığım bir kitap çalışması vardı ama o bu kitaptan farklı bir çalışma olacaktı. Ancak “Taş Mezar”ın kahramanı olan Taha Gergerlioğlu’nun Almanya’da hapisten çıkmasından sonra onunla görüşmemizle bu kitap fikri ortaya çıktı. Benim için de enteresan oldu, ben de hiç tahmin etmezdim böyle bir kitap yazacağımı.

-‘Taş Mezar’ roman gibi ama değil, öykü hiç değil... Ara bölmeler, ve her bölüme serpiştirilmiş sözlerle, mısralarla farklı bir deneme gibi geldi... Bu tarz bir çalışma yaparken bir yerden mi esinlendiniz? Ya da bir başka deyişle yeni bir tarz mı denediniz?

Evet farklı bir çalışma oldu. Açıkçası hiçbir yerden esinlenmedim. Bu tarz bu şekilde yazılmış bir kitapla da karşılaşmadım daha önce. Belki yazılmış örnekleri vardır.

Almanya’da yaşanan bu insanlık dışı olaylar zincirini Taha Bey’den ve şahitlerinden dinlerken hep zihnimde bu hadiselerin çok farklı bir üslupla anlatılması vardı. Dümdüz bir söyleşi kitabı yapsam çok sıkıcı olabilirdi ya da tüm hikâyeyi bir roman olarak yazsam, gerçekliğiyle ilgili şüphe uyanabilirdi. Okuyucu açısından inandırıcılığını yitirebilirdi. Ben de bu ikisi arası bir tarz benimsedim.  

Okuyucu gerçek olayları film izler gibi hayalinde canlandırabilsin istedim. Ama diğer taraftan bir belgeseldeki gibi,  yazar olarak ben de aralara girip yorumlarımı yaparak okuyucunun dikkatini hadiselerin derinliklere çekmeye çalıştım. İnşaAllah başarılı olabilmişimdir.

Neticede Belgesel-Roman türünde yazılmış oldu ama üslup olarak editörlerin ve diğer okuyucuların söylediğine göre çok nadir denenen bir üslupmuş.  Siz de okudunuz, sanırım size de öyle geldi.

-Evet, farklı bir deneme olmuş.

Kitapta, Taha Gergerlioğlu’nun Almanya’da ‘Türk Casus’ suçlaması ile tutuklanmasını anlatıyorsunuz. Başka birinin yaşadıklarını yazmak kolay olmamalı. Nasıl bir süreçle ‘Taş Mezar’ ortaya çıktı?

Evet kolay olmadı, bu belki biraz benim yazarlıkta acemiliğimden de kaynaklanabilir.

17 Aralık 2014’te Almanya Frankfurt havalimanında büyük bir operasyonla başlayan dava sürecini şahitlerinden ve tutuklanan Taha Bey ve Göksel Güler’den dinledikçe ben de çok etkilendim. Özellikle Taha Bey’in yaşadığı ağır tecrit, tek başına hiç kimseyle görüştürülmeden aylarca bir hücrede kalması, Almancasının olmaması, kimseye derdini anlatamaması, hücrede yaşadığı psikolojik savaşları ve daha birçok hadiseyi okuyucuya yansıtmak kolay değildi.  İlk haftalar birkaç defa yazı yazdığım odaya kendimi kapatıp, saatlerce yerde yatarak ses kayıtlarını dinledim o ortamı hayal etmek ve kelimelere dökebilmek için.

-Kitapta anlatılan Almanya hapishaneleri, biraz yakın tarih bilen okuyucunun aklına ‘Soğuk savaş’ dönemini getiriyor gibi. Gerçekten bugünün Almanya’sında insanlar böyle mi cezalandırılıyor?

Evet ilk okuyunca ya da dinleyince insanın inanası gelmiyor. Kitap için hazırlık yaparken Alman hapishaneleriyle ilgili belgeseleler ve bazı programları izlemiştim. Orda gösterilenlere göre biraz özel kamp alanı gibi. Ama Taha Bey ve Göksel Güler’e uygulanan hapis yöntemi çok farklıydı. Dediğim gibi insan inanamıyor. Ama hapishanede onları ziyaret eden, mahkeme süreçlerini takip eden davanın diğer şahitlerini de dinleyince tamamen ikna oldum.

Avrupa’nın ortasında 11 aylık bir büyük bir insan hakkı ihlali yaşanmış ve buna kimse ses çıkartamamış. Özellikle Almanların bizim teröristlerimize nasıl muamele ettiklerini hep beraber daha iyi görüyoruz şu günlerde. Yazarken yaşananlara çok kızdığım zamanlar oldu.

Evet, sıradan mahkumlara normal kuralları neyse öyle davranıyorlar ama kendi ulusal güvenlikleriyle ilgili bir durum olduğunda çok acımasızlar. Bu dava bize bunu bir kez daha apaçık göstermiş oldu. Hitler’den kalma en iğrenç cezaevlerinde, pis hücrelerde, ağır tecrit altında bu mahkumları istediklerini söyletmek için her şeyi yapmışlar.

Kitapta da bahsettiğimiz Taha Bey’i havalandırma için çıkardıkları kafes, maps.google dan rahatlıkla görülebiliyor. Çok nadir bazı mahkumlar için kullanırlarmış orayı. En azılı katiller için gibi mesela. Kitabın web sitesi var. www.tasmezar.com orda da bazı fotoğrafları paylaşıyoruz.

-Bu kadar dramatik bir cezalandırma yönteminin 2016’larda hala uygulanıyor olması, okuyucuya ‘Allah Almanya’da kimseyi cezaevine düşürmesin’ dedirtecek kadar korkunç geliyor.

Evet. Aslında sonradan fark ettim ki bu durum Avrupa’nın bir çok ülkesinde böyle. Bir kişi onların ulusal güvenliklerine, yaşam tarzlarına tehdit oluşturuyorsa, insan hakkı kavramı ortadan kalkabiliyor. Bu duruma kendilerine göre kılıf bulmada da ustalar malum.

O sebeple kitabın sonunda Can Dündar’a Almanya’da Almanlara karşı uslu durmasını tavsiye ediyorumJ Hoş, o zaten tam tersi bir şekilde vatanına ihanet noktasında her şeyi yapmaya devam ediyor.

-“Taş Mezar” ismini de bu sebeple koymuş olmalısınız.

Evet, Taha Bey’in 11 ay kaldığı hücreyi hayal edince, bu isim tam oturdu yerine.

-Böyle olaylarda genellikle yaşayan kişi kaleme alır, yaşanan dramı. Taha Gergerlioğlu’nun kitap yazma fikri var mıydı? Size mi teklif etti?

Taha Bey kendisi yazmayı düşünüyor muydu bilmiyorum, hiç de sormadım. O hapisten çıktığında İstanbul’da ona geçmiş olsun demek için ortak dostlarımızla beraber yanına gitmiştik.  O zaman oturduğumuz kafede bunun güzel ve farklı bir kitap şeklinde tüm dünyaya anlatılması gerektiğini söylemiştim. Onun üzerine ihale bana kaldı. Hemen orada karar verdik, sözleştik ilk söyleşi için.

-Başkasının yaşadığı bir dramı yazmak oldukça zor olmalı. Kitaba konu olan Taha Gergerlioğlu’nun yaşadıklarını tam olarak yansıtabildiniz mi okura?

Bence en usta yazar bile o yaşananları tam olarak anlatamaz. Hiçbir kitaba sığmaz. Ben o günlerin şahitlerini canlı canlı dinledim. Sadece olayları anlatırken yüzlerine yansıyan ifadeyi kelimelere dökmek bile imkansız. Zaten başından beri de gayem, bu hadiseye dikkat çekmekti. Bu haksızlığa karşı bir nevi benim de haykırışım olsun istedim.

-Kitabın yazılma aşamasında, kitaba konu olan Gergerlioğlu ile defalarca söyleşi yaptığınız gibi bir durum hissediliyor. Yaşananların tamamı yok sanki kitapta?

Tabi, sanırım yedi sekiz farklı zamanda uzun uzun konuştuk. Sadece Taha Bey’le değil, diğer hapse giren Göksel Güler’le, Göksel Bey’in eşi, annesi ve babasıyla, iki farklı avukatla, mahkemeye şahitlik yapan bazı kimselerle de konuştum. Bu davada asıl suçlu olarak gösterilen Taha Bey olduğu ve asıl onun üzerine yüklendikleri için kitabın da kahramanı o tabii olarak. Onun anlattıklarını tamamını yazmak zordu. Hücrede yaşadığı bazı şeyleri yazmak atmışlı yaşlarını yaşayan İstanbul Beyefendisi bir insan için çok incitici olurdu. Yazamazdım. O da zaten anlatamadı. İma ettiği şeylerden anladım. Ayrıca Göksel Güler’in de anlattıklarından Taha Bey’in bir çok şeyi anlatamadığını fark ettim.

Birde tabi neden böyle bir casusluk suçlamasına muhatap olduğu ve neden Almanların bu konuya önem verdiği akla geliyor hemen. Onun cevaplarını araştırırken de konuştuklarımızdan bazı şeyleri anlatmakta hukuki olarak uygun olmazdı. O kısımları atladım.

-Akıcı bir uslub, bölümlerden oluşan temayla gerçekten okuyanı olayın içine sürüklediğiniz bölümler var ‘Taş Mezar’da. Taha Gergerlioğlu bu mezarda geçen 11 aylık hücre cezası sonrası sağlıklı çıkabilmiş mi?

Şimdi hayal etmek lazım. Gencecik, sporcu, vücudu sağlıklı bir kimseyi koysanız o ortama, birkaç ay sonra sağlığı bozulur. Taha Bey, 58 yaşındayken o hücreye kapatılıyor. Şeker hastası. Bir çok farklı hastalıkları var. Ortam nemli, soğuk, pis. Sinüziti var. Haplarını ilk haftalar hiç vermiyorlar. Sonra da düzensiz veriyorlar. Ha bu arada, hapları veriyorlar ama ne verdikleri de meçhul? Hapisten çıktıktan sonra İstanbul’da yapılan tetkiklerde karaciğerinde zehirlenme belirtileri görülüyor mesela.

Bunun dışında bütün sağlığı bozuluyor. Diz ağrıları başlıyor, şeker hastalığı ağırlaşıyor. Aylarca yemek yiyememiş. Domuz etli yemekleri ısrarla getirmişler önüne. Meyve vermemişler. Sonuçları tahmin etmek zor değil.

-Almanya’nın ‘Türk Casus’ suçlaması ile tutukladığı Taha Gergerlioğlu gerçekte kimdir? Sanki okuyucunun kafasında tam bir netlik oluşmuyor gibi... Bir casus mu, yoksa kitapta anlatıldığı gibi bir aktivist mi?

Bunu bende bilmiyorum ve hiç de sormadım kendisine. Nasıl sorayım “siz casus musunuz?” diye... Onu gazeteciler sizler sorarsınız.

Kitabı yazarken benim için o kısım hiç de önemli değildi. Ama belli bir kanaatim var tabi ki. Yaptığı işlere bakarak aktivist diyebilirim rahatlıkla. Casusluk yaptığına kanaat getirsem herhalde böyle yazmazdım.

-Almanya gibi son teknolojiyi kullanan bir ülke istihbarat servislerinin, ‘Casus’ diye tutukladığı bir mahkumun, mahkemede delil yetersizliği ile bırakılması kafa karıştırıyor. Gerçekten delil yetersizliği mi?

Alman mahkemelerinin yapısıyla alakalı bir şey biraz da bu durum. Dava sürecini anlayınca Alman makamlarının çaresiz kaldıklarını fark ediyorsunuz. Taha Bey’in avukatları da iyi bir mücadele vermişler. Birde davayı bu noktaya getiren dosyaları Almanca’ya çeviren tercümanlar. Çok komik bir şey ama koskoca Alman İstihbaratı ve Alman savcılığı böyle bir davayı tercümanların insafına bırakmış. Tercümanlarda kötü niyetli olunca ortaya bu sonuç çıkmış. Mahkemedeki tercümanlar davanın seyrini değiştirmiş, önceki tercümanların yanlış çevirdiklerini ortaya çıkarmışlar.

-Sizin kitap çıkmadan önce de konuyla ilgili ‘takas’ ve benzeri şeyler yazıldı, yorumlar yapıldı. Sizce de, Almanya, Taha Gergerlioğlu’nu, delil yetersizliğinden mi serbest bıraktı, yoksa bir sosyal medyaya da yansıyan ‘takas’ söz konusu olmuş olabilir mi?

Taha Bey bu konuda bir şey bilmiyor. Açıkçası ben de güvenilir kaynaklardan böyle bir şey duymadım. Biz biraz da severiz böyle hikayeleri, belki medya bunu biraz abartmış olabilir.

-Farklı bir çalışma olmuş dedik... Kitabın sonunda da roman formatından çıkıp, Türkiye’de kendi ülkesine yönelik ‘Casusluk’ suçlaması ile tutuklanan Can Dündar ile Almanya’da Türkiye için ‘casusluk yapmakla’ suçlanan Taha Gergerlioğlu olaylarını ve her iki ülkenin cezaevi şartlarını yorumluyorsunuz... Bu bölüm de oldukça ilginç geldi bize.

Evet, kitabın yazımının son aşamalarında Can Dündar’ın Silivri anılarını yazdığı “Tutuklandık” kitabını almıştım. Okudukça baya gülmüştüm. Can Dündar’ın Silivri’de yaşadıkları, Taha Gergerlioğlu’nun Almanya’da yaşadıklarına göre eğlencelik günler olmuş. Ama tabi Can Dündar acındırdıkça acındırmış bu hadiseyi.

Aslında tam da bu zamanda Almanya’nın yüzüne çarpılması gereken bir dava bu dava. Can Dündar’a vatandaşlık veren Almanya’ya karşı, insan hakları dersi vermek için bu kitapta anlattıklarım iyi birer fırsat.

-Kitap kapağında Sultan Abdülhamid görseli de dikkat çekiyor. İçerik ile kapak bağlantısı konusunda ne söyleyeceksiniz?

Rahmetli Ömer Lütfi Mete dermiş ki, “Bizde derin devlet yok, keşke olsa!”

Derin devlet demek, devlete sahip çıkan, vatana sahip çıkan, en zor dönemde devleti ve milleti yeniden ayağa kaldırabilecek bir güçtür. Her devletin bir derin devleti vardır. Devlete sahip çıkan bir yapı vardır. Merhum, koca Sultan Abdülhamid Han, Yıldız Teşkilatında bunu o zaman için yeniden güncellemişti. Sonra tabi her şey dağıldı, tarumar oldu. Belki de bu rüyanın peşinde olanlara da ilham olur gayesiyle koyduk o fotoğrafı. Zaten kitabın içeriğinde de o bağlantıları fark etmişsinizdir. Eh bu kısımda biraz gizemli olsun. Okuyucumuz yorumlasın.

Birde kitabın kapağında “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” ifadesi var. Bu o ruhu anlatır, ehlince malumdur.

-Bu hikâye kitapta anlatıldığı kadarıyla sonlanıyor mu? Yoksa devamı gelecek mi?

Bu tarz hikayeler çok memleketimizde. İnşaAllah yazanlar olur. Filmleri çekilir. Bu hikayenin devamı da olabilir. Ama nasıl olur şu anda henüz bilemiyorum.

- Film yapılması gibi bir düşünce var mı? Olsa sanki güzel olur.

Evet, en başından beri düşündüğümüz bir şey bu. Bu hikâyenin mutlaka güzel bir filmi olmalı. İnşaAllah seneye de filmi konuşuyor oluruz. Tekliflere açığız yani.

-Kitap çıktıktan sonra nasıl tepkiler aldınız? Yazma konusunda iddialı mısınız? Yeni kitaplar gelecek mi?

Yazma konusunda iddialı olmak zor. Bir sınırı yok çünkü. Okuyucu beğenirse ve gayeye de hizmet ederse ne güzel. Değilse üzülürüm. Kitap çıktıktan sonra farklı hikayeleri benzer üslupla yazmam konusunda fikirler gelmeye başladı. Benim niyetim daha önce planladığım konuyu yazmak öncelikle. Onu bu akıcılıkla yazabilmeye çalışacağım.

- Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Bu kitapta anlattığım hadise yani Almanya’daki 11 aylık dava süreci bir çok açıdan ele alınmalı. Dilerim uluslararası hukukçularımız, medya uzmanlarımız, uluslararası ilişkiler uzmanlarımız, insan hakları savunucularımız ve özellikle de istihbarat birimlerimiz bu davayı ve sonuçlarını iyi değerlendirirler. Bu, şu sıralar bize karşı uygulanan psikolojik harbin bir karşı unsurudur rahatlıkla.

Taha Bey’den tek bir şey istiyor Alman makamları dördüncü aydan sonra. Ağır tecrit ve zulüm altında ezilmiş 58 yaşındaki adamdan istedikleri tek şey şu: “Türkiye Cumhuriyetinin DAEŞ’e destek verdiğini, Tayyip Erdoğan’ın DAEŞ’e silah gönderdiğini bize söyle, seni hemen çıkartırız” diyorlar. Bu olaya şahit olanlardan dinledim. Bu çok enteresandı. Ama Taha Bey, “Ben yalan söyleyemem, böyle bir şey yok” diyor ve her defasında reddediyor.

Umarım bizim medyamız ve algı yönetimi uzmanlarımız bu davaya bu gözle de bakarlar.

-Teşekkür ederim.

Bende teşekkür ederim.