Size, "Farklılıklar nasıl da güzelleştiriyor dünyamızı" diyerek çıldırmış sonbahardan, çeşitliliğin, renkliliğin asaletinden uzun uzun bahsedebilirim.

Ama istemiyorum.

Bir ergenin coşmuş yüreğininden, hayatındaki herkesin birden bire nasıl da “ondan daha az bilir” hale geldiğinden, ama hala bebek olan ruhundan esintiler sunabilirim,

İçimden gelmiyor ama.

Okuduğum onlarca iyi yazılmış, bana iyi gelen kitap tavsiye edebilirim veya “haddini bilmeden yazar olmuş kişilerin kitaplarının” listesini çıkarabilirim.

Ama yeri değil.

Eşkiya filmini izlediniz mi?

Filmin sonunda, Eşkiya ölmekte olan Cumali’ye diyor ki,

“Korkma, sadece toprağa gideceksin, sonra toprak olacaksın, sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin. Oradan özüne ulaşacaksın. Çiçeğin özüne bir arı konacak ve o arı ben olacağım.”

Keşke inansak ki kavuşmak için ölüyoruz.

O zaman ölüm bizim için şenlik olur.

Halbuki ben çok korkuyorum, ışığa kavuşamamaktan korkuyorum, bir daha güvenememekten, çocuklarımı koruyamamaktan korkuyorum. Doğrunun hakikatin ne olduğunu bile bile, göre göre ona tutanamamaktan korkuyorum. İçinde büyüdüğüm toprakların hala gözyaşı ile ıslanmasından, bir gün dönecek yerimin olmamasından korkuyorum.

Oyunlar büyük ve çeşitli. Haklı kim veya haklı diye biri var mı, bilen yok. Dayatma doğrular, kandırmaca gerçekler dolanıyor etrafımızda. Haliyle ölümden beter korkular …

Sürüklendiğimiz bir bilinmezlik, belki de karanlık … Daha da karanlık …

Peki hiç mi bizim elimizden tutup “Korkma” diyecek birisi yok hayatlarımızda?

İçimizdeki umutlarımızın can suyu bir yağmur, özümüze konacak bir arı?

Olmaz mı var elbet.

Kalbimizin, vicdanımızın sesi, tek pusulamız.

Gün gelir vicdanı da sustururuz ama umarım o kadar geç kalmamışızdır Sevgili Vatanım.

Akıl, vicdan ve merhamet sahibi insanların yönettiği bir Ülkenin özlemi ile …

Kolay gelsin Türkiyem.