Bugün Mısır, Suriye ve Suriye’nin Rojavası’nda yaşanan katliamların ve hunharca cinayetlerin başmüsebibi emperyalist, kolonyalist ve vahşi iştahlı Batılı baronlardır. Başta Birleşmiş Milletler denilen kukla kuruluşun ve Batı bloğunun sessiz kalmasının nedeni de, kendi gerçekleştirdikleri katliamlarını bilmeleridir.


Suriye’de satın aldıkları, Mısır’da şahsiyetleriyle birlikte köle gibi kullandıkları militarist güçler, onların yayılmacı emellerini gerçekleştirmek için çocukların ve masum hayatların kanlarını akıtıyorlar. Hem de haydutça ve barbarca.


Özellikle Rojava’da günlerdir Kürt halkına karşı yürütülen hunharca katliam ve cinayetlerin yerel kukla örgütlerince gerçekleştirdiğini söylemek veya iddia etmek tarihe kör bakmak, geçmişi ve emperyal emellerin gelecek planlarını bilmemektir.


Irak’ta Haleçpe katliamını uygulan da, Saddam’a silah ve güç verende aynı güçlerdi. 33 yıl boyunca Saddam’ı bir mendil gibi kullanan bu güçler Kürtleri de hep bir mendil ve bir piyon gibi kullanmıştır.


“Karşı devrim, devrimin kamçısıdır” der Karl Marx. Halkın devrimine zincir vuramayanlar halka kurşun sıktılar ve sıkmaya devam ediyorlar.


Katliamcı Sisi’yi kullanan güçler geçmişte de onun mirasçısı olduğu kişileri de kullanmışlardı. İngiliz ve Amerikan yetkililerin yaptıkları açıklamalarda komik olmaktan çok Ortadoğu halklarının kanını nasıl ucuz gördükleri, petrolden daha değersiz bulduklarını da göstermektedir.


Sisi’cileri başlarda İngiliz İstihbaratı, 1950 sonrasında da Amerikalılar tarafından desteklendi, araçlaştırıldı ve kullanıldı.


ABD ve İngilizler tarafından sadece Sisi’ciler değil masum ama oyunun farkında olmayan Müslümanlar, seküler, ilerici, ulusçu, demokrat, sosyalist, komünist ve anti-kolonyalist hareketler de kullanıldı.


İkinci emperyalist savaş sonrasında da ABD tarafından araçlaştırıldı. Siyasal İslam diye bir şey çıkarttılar ve onunla Ortadoğu halklarını ve Türkiye’yi de dans ettirdiler kendi kirli emelleri uğruna. Kullandıkları argümanların tamamı da retorikten ve ikiyüzlülükten başka hiçbir şey değildi.


Yine Karıl Marx’ın “bireyler ancak bir başka sınıfa karşı ortak mücadele yürüttüklerinde bir sınıf oluştururlar, bunun dışında bir rekabet ortamında düşmanca karşı karşıya gelirler” dediği gibi emperyalist devletler en çok silahı Ortadoğu ülkelerine satarak, sattırarak halkları birbirine kırdırdılar ve birbirlerine düşmanlaştırdılar.


Atatürk’ü kullanan ve silah desteği veren İngilizlerin desteğiyle Atatürk Güneydoğu’da ve Doğu’da Kürtlere karşı katliam üstüne katliam gerçekleştirerek Türkleri ve Kürtleri birbirine düşman ettirmeye çalıştı. İşte bugün aynı kirli oyun Mısır ve Suriye’de de sahnelemektedir.


–Ki İngilizler; Şeyh Sait isyanında aynı şekilde Kürt ağa ve şeyhleri de kullanmak istemiş ve daha çok katliamların meydana gelmesini istemiştir.


Çok aşağılık ve ikiyüzlü bir politika sergilenmiştir…


Şuan Mısır’da uygulanan katliama rağmen kirli hesapları tutmadı ve Mısır halkı yoluna devam etmekte kararlı ve taleplerinde ısrarlı olduğunu bir kez daha bütün dünyaya gösterdi.


Şimdi bizim Türk basını başta olmak üzere çeşitli uluslar arası medya kuruluşları da genelde Mursi’ye yönelik şu eleştirileri yapmaktadırlar.


“Mursi tüm devlet kurumlarına kendi adamlarını yerleştirmiştir. Halkın talepleri doğrultusunda tek bir adım atmamıştır. İşsizlik, yoksulluk, açlık ve sefalet derinleşmiştir. insanlar çöp dibonlarından karın doyurmaya çalışmıştır. Kazalar tam bir katliama dönüşmüştür. Elektrik kesintileri sıradan hale gelmiştir. Sınırlı özgürlükler de ortadan kaldırılmıştır. Rejim hızla şeriat rejimine, tek adam diktasına dönüşmüştür..” gibi eleştiriler sıralanmaktadır.


Peki; varsayalım ki eleştiriler kısmen doğru. Mursi’yi iktidardan uzaklaştırmanın yolu darbe, katliam ve hunharca cinayetlerle mi olmalı yoksa seçimle gelen seçimle mi gitmelidir?


Ey ikiyüzlü Batı!

Hani her defasında insan hakları evrensel bildirgesinden dem vuruyordun, ne oldu o muhteşem ikiyüzlü demokrat duruşuna? Diye sormak gerekmez mi?


Fransız Filozof Alain Badiou’nun şu ifadesi aslında bize tüm halkların kaderi hakkında fikir vermektedir.


Badiou “Dünyada mevcut olan, ama onu anlamlandırma ve geleceğini belirleme noktasında var olmayan bu insanlara dünyanın var olmayanları diyelim. Dünyada değişim, ancak dünyanın var olmayanları bu dünyada olanca yoğunluklarıyla var oldukları zaman gerçekleşir. Bu öznel olağanüstü bir güçle doludur. Var olmayanlar ayağa kalkmıştır. Bunun için ayaklanma deriz zaten.


İnsanlar yerdedirler, boyun eğmişlerdir. Şimdiyse dikilmekte, doğrulmakta, ayağa kalkmaktadırlar. Bu başkaldırı bizzat varoluşun başkaldırısıdır. Yoksullar zengin olmamıştır. Silahsız insanlar silahlanmamıştır vs. Aslında temelde hiçbir şey değişmemiştir. Meydana gelen şey, var olmayanların varlığının iadesidir ki bu, olay dediğim bir koşula bağlıdır.”der.


İşte Batılı emperyalistler ve onun işbirlikçileri yüzyıllardır dünyada var olan halklarını dünyanın var olmayan halkları olarak görmüşlerdir ve yok saymışlardır. Bu halkların yok olmaları içinde her türlü kanlı ve sömürü yolunu denemişlerdir.


Tıpkı Mustafa Kemal Atatürk’ün “dünyanın var olmayanları” olarak kabul ettiği ve onlara her türlü katliam ve hunharca cinayetleri mubah gördüğü Kürt halkının, onun bütün inkar, asimilasyon, katliam ve zulmüne karşı başkaldırdığı ve kendini “dünyanın var olan” bir halkı olarak kabul ettirdiği gibi bugün Mısır halkı da Sisi’nin işlediği hunharca katliamına rağmen kendi varlığını ölümüyle ispatlıyor ve ben “dünyanın var olan insanıyım” diyor.


Hani J Rossu’nun “madem var oldum, ebediyete mahkum” oldum diyor ya, eğer bir halk veya bir millet varsa o ebediyete kadar var olacaktır. O halka karşı ne kadar Nazi katliamı benzer katliamları yapsanız da kökten yeryüzü coğrafyasından silemezsiniz ve kökünü kurutamazsınız. O halde geriye kalan tek şey var:


Adaletin, hukukun, özgürlüğün ve eşitliğin hakim olduğu bir yönetimi yaratmaktır.