Son haftalarda yoğun bir şekilde "gece klüplerine yönelik kontrollerin" arttığını yaşamaktayız.

Bu gelişme sokaktaki insanları mutlu etmekte.

Çünkü KKTC'de kimse günün birinde "bu olanların gerçekleşebileceğine" ihtimal vermemekteydi. Haklıydılar. Çünkü sorunun herkes tarafından bilinmesine rağmen "kimse bu işe el atmamaktaydı". Sokaktaki vatandaş bu durumu ya "cesaret edemiyorlar" ya da "onlar da işin içinde" diyerek açıklamaktaydı.

Sokaktaki vatandaşın tahminleri doğrudur ya da yanlıştır. Gerçek olan bu konuda bir "kayıtsızlık" olduğuydu.

İşte bu noktada 2002 öncesinin Türkiye'si ile 2002 sonrasının Türkiye'si arasındaki fark da net bir şekilde ortaya çıktı.

2002 öncesi Türkiye'nin yöneticilerinin adada "sayısı belli miktarda ailelerin oluşturduğu oligarşi"den" şikayetçi değildi. Sonuçta anavatandan gelenler burada hep "memnun edilmekteydiler" ve onlar da "memnun" bir halde gidişatın "devamından" yana olmaktaydılar.

2002 öncesi Türkiye'si adanın kuzeyinde durumu "hanedan" ile idare etmeyi benimsemişti.

"Hanedan" (her kim ya da kimler ise) adada günümüzde bizi rahatsız eden bir çok alanda rahatsız olmuyor olmalıydıki bugünlere geldik.

Oysa eğer istenseydi 2002 öncesi Türkiye ve onun adanın kuzeyindeki "uzantıları" bir çok olumsuzluğa "müdahale edebilirlerdi" hatta bazı "olumsuzlukların" yaşam şansı olmayabilirdi.

Ancak hepimizin de çok iyi bildiği gibi öyle olmadı.

Her ne kadar "bazıları" Ankara'nın KKTC'de aktif rol oynamasından rahatsız olduklarını "beyan etseler de" sanırım Kuzey Kıbrıs halkı 2002 sonrası Türkiye'sinin günümüzde örneğin "gece klüpleri" konusunda gösterdiği kararlılık konusunda hiç şikayetçi olmadığını görmektedirler.

Lefkoşa'nın artık çok "yaşlanan siyasi kadrolarının" onlarca yıldır "yapmadıkları" ya da "yapamadıkları" işte şimdi artık hayata geçiyor.

Bu bir başlangıç.

Bu sadece gördüğümüz işin sembolik kısmı.

KKTC'de artık adım, adım  ve de tüm "art niyetli direniş odaklarının" sabote çabalarına rağmen dönüşüm gerçekleşmekte.

"Fuhuş" sorunu örneklerden sadece biri.

Adanın kuzeyinin "bir avuç ailenin" eline bakar durumda olmasının değişimi söz konusu olan. Bu nedenle Türkiye'den yatırımcıların gelmesini de iyi analiz edebillmekte yarar var.

"Onlarca yıldır değişmeyenin değiştirilmesi" sürecindeyiz.

Adanın kuzeyinin "kaderini elinde tutmaya meraklı hanedan oligarşilerinin" çöküşü elbette kolay değil. Bir anda da olmuyor. Adım, adım ve sabırla gerçekleşiyor.

Kıbrıs Türk Toplumu'nun içinde bulunduğu "dejenerasyondan" ve yaşanmakta olan "hepimize malüm sorunlardan kurtulması için" dönüşüm kaçınılmaz.

"Yeni, modern, avrupa görmüş, anadili gibi bir kaç yabancı dili konuşan, iyi eğitimli, sabah uyandığında televizyonda "100 tirajlı bir gazetenin başlığını" seyretmeden önce ABD, İngiliz ya da Alman televizyonlarının sabah haberlerine göz atan, ipad'inden ABD ya da İngiliz gazetelerine bir göz atarak güne başlayan genç, dinamik" yöneticilerin KKTC'si olacak yarının Kuzey Kıbrıs Türk Devleti.

İşte sözünü ettiğimiz yarının KKTC'si özellikle Güney Kıbrıs'ın da geçireceği sorunlu değişimin sonucunda "illegal ticaretin ya da fuhuşun diyarı" değil, örnek bir ekonominin "tıkır, tıkır işlediği" sosyal ve demokratik bir Akdeniz ülkesi olacaksa bu bizi sevindirmeli.

Bunu Lefkoşa'da "hep oturanlar" yapmadığından "Ankara'da el atmak" zorunda kalıyorsa bu durumdan da ders çıkarmak yanlış olmayacaktır.

"Lefkoşa'nın Lefkoşa ile ilgili tüm konuları belirlemesi için" dönüşüm işte bu nedenle şart. O zaman "Ankara" bir müttefik başkenti olarak "olması gereken yerde" olabilecektir.