Kurbağa ahvale bakıp dertlenmiş: “Konuşacak çok şeyim var… Fakat ağzımı açarsam su dolar diye korkuyorum…” Bu aralar durumum bu, zira elimin dilimin ayarı yok.

Ama yine de bir yerden başlamak gerek de, bayrak hadisesinden mi başlasam, (KKTC) devlet yönetimindeki acziyetten mi başlasam, sendikaların asli görevlerini bırakıp, ülke yönetimini nasıl ele aldıklarından mı başlasam, elini masaya vuracak liderler bulamadığımızdan mı başlasam, devlet dairelerinde halka çektirilen eziyetlerden mi başlasam, ırkçılığın allanıp pullanıp çeşitli gerekçelerle yasaya monte edilmesinden mi başlasam, Türkiye aleyhine her daim zehir zemberek raporlar hazırlayan Avrupa Parlamentosu eski Türkiye raportörü Kati Piri’nin, AİHM'de görülecek Selahattin Demirtaş davası öncesi, Demirtaş’ın karısıyla sarmaş dolaş fotolar çektirip, “dayanışma içinde olmaktan gurur duyuyorum” demesinden mi başlasam bilemedim.

Sırayı bozmayayım; Akdoğan’daki Dr. Fazıl Küçük İlkokulu’nun bahçesinde bulunan Türk bayrağını ve okuldaki panodan Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a ait fotoğrafı çalan 16 yaşındaki Savvas Koulendoru’nun ailesi Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’ya mektup göndererek özür dilemiş güya. Bir de sembolik bayrak geldi sonradan. Güya iade…

Her ne kadar çalınanların, Cumhurbaşkanı Akıncı’nın ailesine ait nesneler olmaması hasebiyle, Akıncı’nın “aldım, özrünüzü kabul ettim” pozu saçma gelse de, bu bayrağın çalınan bayrak olup olmadığı, gerçekten özür dilenip dilenmediği beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren, Ailesiyle birlikte Kuzey’e ayine gelen 16 yaşındaki çocuğun kin ve cüreti.

Hani kendilerini “barışçı”, tarihi bilerek temkinli davrananları “savaş yanlısı” olarak nitelendiren komikler, Rum tarafına geçen araçlara zarar verilmesini, birçok Kıbrıs Türkünün dayakla hastanelik edilmesini münferit olaylar olarak nitelendirmişlerdi ya, bunda da sesleri çıkmadı.

Oysa çok iyi biliyorlar ki Rum çocuklar Türklere karşı büyük kin ve nefretle büyütülüyor. Nedeni evde de, okulda da aynı minvalde eğitim verilmesi. Hatırlayın; Annan Planı rüzgarı döneminde iki tarafın eğitim bakanları okula kitaplarından yakın tarihi çıkarma kararı almışlardı lakin bizim çıkarmamıza rağmen Rumlar kitaplarında Türkleri düşman olarak göstermeye devam etmişlerdi.

Hayır mı diyeceksiniz?

Hatırlatmaya devam o zaman; Bundan 3-4 yıl önce, dönemin Rum Eğitim Bakanı Kostas Kadis, çocukların, EOKA mezarlıklarına gitmeye devam etmesi gerektiğini ve bu gezilerin devam edeceğini açıklamıştı. Öğrencilerin EOKA’cı mezarlarını ve darağacı alanını ziyaretlerine son vermek niyetinde olmadığını söyleyen Kadis, “Milli kimliğimizin korunması eğitim sistemimizin ana hedefleri arasındadır. Bu çerçevede okullar, EOKA’cıların da niteliği olan doğru değer ve ilkeleri vermelidir. Bu kahramanlık alanlarıyla temas etmelerinin çocuklarda sorun yarattığını düşünmüyoruz” demişti.

Sizi bilmem ama ben Rum Eğitim Bakanı’nın “Milli kimliğimizin korunması eğitim sistemimizin ana hedefleri arasındadır” sözlerine şapka çıkartıyorum. Bugün bu ülkede gençler kendi hakları yerine Rumların haklarını savunur duruma geçtiyse, Kumsal katliamının kendileri tarafından yapıldığını iddia edecek duruma gelmişse, Türkiye’nin hangi sebeplerden ve dayanaklardan ötürü adada olduğunu bilmiyor, işgalci olarak nitelendirebiliyorsa, KKTC otoritesini temsil eden her şeye saldırıyorsa tüm bunların nedeni kitaplarımızdan Kıbrıs Türk tarihini çıkarmamız yüzündendir.

Kendini barışçı olarak nitelendiren aymazlara da diyorum ki, sen çocuğuna dostunu düşmanını öğretmezsen, çocuğunun başına gelecekten sen sorumlusun. Çocuğunun karşısında kendinden nefret eden bir güruh varken, bu çocuğa temkinli olmasını öğretmek savaş çığırtkanlığı değil, barışın korunması adına alınan bir tedbirdir ancak.

***

Neyse, gelelim genel ahvalimize;
Bu ülkede hükümet-işadamı- matbuat dengesi yıllardır ‘al takke, ver külah’ kıvamında sürüp gidiyor. İşte bu kavgalara konu olan ‘akçeli işler’in ucu vatandaşa dokunuyor. Vergi toplamada aciz kalan ve bir dahaki seçimi garantilemek adına devlet kaynaklarını savuran yöneticiler, dolaylı vergileri devreye sokuyor mecburen.

Bir yanda, devletin verdiği arazi üzerine, devletten çekilen kredilerle kondurulan binalarda yaptıkları ticarette bile kimi zaman zarar beyan ederek, kimi zaman da yatırım yaptıklarını gerekçe göstererek vergi vermeyen, elektrik parası ödemeyen işadamları, bir yanda elektrik parasını ödemediği için elektriği kesilen vatandaş...

Öte yandan, aynı memleketin evlatlarına yapılan ayrı muameleler. Kimine verilen izinlerin bir diğerine verilmemesi yani fırsat eşitsizliği. Saçma sapan gerekçelerin altındaki rekabet ve rüşvet izleri…

Üzerine gidilemeyen yolsuzluk iddiaları… Yargıdaki söylem ve eylem paradoksu…

Para, iktidar, makam, köşe dönmece olunca nasıl bir 'tevil'e sığınıyor bu insanlar, anlamak zor.

Tüm bu anomalileri göre göre, toslayacağımızı bile bile doludizgin gidiyoruz… 'Doludizgin' dedim ya, birileri Üsküdar’ı geçiyor, birileri de arkadan nal topluyor.