Adına kaybolmuşluk dediği bilinmezde savruluyordu adam. Heybesine koyduğu yaşanmış nice kaybetmişlikle, acıyla içiyordu her gece. Mezesiydi acıları, kaybettikleri; henüz bilmiyordu içinde isyan edenin körebe oynarken kaybolan çocuk olduğunu.

(Sahi hangi oyunda ebe kaldın sen böylede sürekli sobeleme peşinde koşuyorsun bıkıp usanmadan?)

Sokaklarda arar gibiydi yitirdiklerini. Vücuduna aldığı her damla alkol başka bir dünyaya salıyordu onu içinde hiç bir kaygının olmadığı.

Sancısı hiç dinmeyen kaotik zamanlar vardır dönem dönem hani hayatımızda... Varlığımızı tanıma ve bulma adına sebepsiz gibi gözüken dibe vuruşlarımız... Adına kimilerinin isyan, kimilerinin kayboluş, kimilerinin arayış dediği...

Avazın çıktığı kadar bağırmak, dibine kadar susmak, lime lime olana kadar ağlamak, ayılana kadar içmek istedi . Günlerin gecelerin anlamsızca birbirine karıştığı günlerden birinde Taksim'de pilav yerken gözü takıldı bu yazıya.

...

Oturup bir ateşin başına ne varsa bir bir yakmalı ruhumuzu inciten. Sonsuzluk kadar uzun gelen acılarımızdan kurtulmanın tek yolu budur belki de. Kurtulmak, atmak, yakmak onları. sırtında taşıdıkça seni acıtan, inciten, üzen, yavaşlatan ne varsa ruhunda ve zihninde hepsiyle bir bir vedalaşarak atmalısın onları ateşe. Varlıklarını dönüştürmelisin, havaya ve toprağa. Tazelenip yeşersin diye yeniler yer açmalısın. Kurtulmalısın eskilerden.

Eskici çağırıp hepsini vermelisin yeni bir umut için ya da sadece verip kurtulmalısın. Eğer atamıyorsan eskilerini iyi düşün sebebini. Ya görevini tamamlamamıştır senin hayatındaki ya da sen şimdide yaşayamayacak kadar korkaksındır. İkisi de oluyor zaman zaman elbette önemli olan neyin ne olduğunu neden olduğunu kendimize söyleyebilmek, yüzleşebilmek yarattıklarımızla. O yüzden demezler mi 'Kendi mahkemesinden ak çıkabilen önünü görebilir!' diye. Savcıda hakimde davacıda davalıda sensin. Kim haklı sence? Ya da diyebilirsin ki: Mahkemeye ne gerek var canım, biz kendi aramızda konuşur hallederiz.

İşte bun aldığın kararın sonuçlarını yaşamakta senin kaderin, senin yarattıkların.

Hayatında olup biten çoğu olumsuzluk için başkalarına kızıyorsan eğer birde bu açıdan bakmayı dene olur mu? Senin hayatın sadece senin seçimlerinle oluştu. Sana sunulanlardan birini zorunluluk gibi gözükse de sen seçtin. Hayır diyebilme cesaretin olmadığı, tek başına ayakta durma gücün olmadığı, duygusal gibi gözüken korku bağlarından kurtulup mücadele edemediğin için bunları sen seçtin. Bazıları şunu söylüyor: Küçük yaşta annesiz kaldım, babam öldü, fakirdik, hastayım... Evet bazılarımız bunlarla başlıyor hayata haklısın. Kolay mı? Hayır hiç kolay değil. Evet bunları sen seçmedin ancak bunlarla nasıl yaşaman gerektiğini sen seçtin. Ya bunlardan güç aldın ve kendini aradın, buldun, öğretinin peşinden gittin ya da ağladın zırladın bunları kullandın.

Her ruh bu dünya ya belirli öğretiler için geliyor. Senin sınavın bu demek ki. Şimdi olan bu durumdan hangi yöne yol almak istiyorsun buna sen karar vereceksin ve işte orası senin kaderinin başladığı yer olacak.

Bunlara karşı çıkmak için yüzlerce bahanen vardır eminim (hepimizin var emin ol).

Kendine şunu sor: Nasıl bir hayat istiyorum?

Ben kimim? Neden şuan içinde bulunduğum durumdayım?

Cevapları verdikten sonra karar ver: Kimin hayatını yaşamak istiyorsun?

...

Dahasını okumak için gazeteyi de alıp yanına, yarı bilinçsiz bir şekilde sokaklarda ona buna çarpa çarpa evine doğru yola çıktı adam aklında durmaksızın dönen o soruyla.

 Ben kimin hayatını yaşıyorum?

Beynini yerinden çıkaran bir baş ağrısıyla gözlerini açtı adam. Bir süre nerede olduğunu algılamaya çalışarak şaşkın şaşkın etrafı inceledi. Hareket etmeye çalıştı ancak tüm bedeni tutulmuştu sanki göğsünde akıl almaz biz acı vardı, ağzında çürümüş bir peynir kokusu. Yavaşça yerinden doğrulduğunda fark etti apartmanın girişindeki bankta olduğunu. Yazdan kalma olan son güneş ısıtmıştı bedenini ancak titriyordu adam. Geceyi hatırlamaya çalıştı  fakat bir yerden sonra kopuyordu film. Pilavcıdan sonrası yoktu. Gazete aklına geldi arka cebini yokladı hemen evet oradaydı.

Yerinden kalkıp evinin kapısını açtığında sanki hiç bir şey olmamış gibi annesinin hazırladığı kahvaltı sofrasını gördü. Annesi içeriden seslendi: Duşunu al, kahvaltını yap sonra uyursun. Menemen yapıyorum sana oğlum! Hadi oyalanma.

Sebepsiz bir gülümseme yerleşti adamın yüzüne. Neden olmasın!diyerek huzurun akışına bıraktı kendini.