Kendime söylediğim en büyük yalanım `sen` din.


Varlığınla bedellediğim nice an`ı, anıyı umarsızca bırakıp gitme vaktim gelmişti oysa nicedir! Nicedir itiyordun oysa beni hayatından, yüreğinden, beyninden. Paylaşmak için ne vakit sana soru sorsam `bu konular seni ilgilendirmiyor, sana ne` diyordun ve ben koca bir acıyı daha yutkunup, susuyordum. Bana ne zamandır sarılmadığını anımsamıyorum bile isteyerek; sarılmaların asker arkadaşına sarılır gibi olur ve üç kez vururdun sırtıma `hadi tamam tamam uzatma` der gibi. Ben böyle anların ardından sebepsiz ağlama ve suskuların bezediği düşler görürdüm, hepsinde bendeki sen olurdun. Canımı okuyan bu gerçek sen dışındaki bir sen.


Sevmeye, sevilmeye hasret kalırmıydı insan böyle yakınındaki birinden. Kalırmış.


Oysa ne çok bekledim seni, ne çok hasret kaldım nefesine, sarılmana, konuşmana, kokuna. Bunları sana söylemem gereksiz kadınca arzulardı senin için sadece ve ne zaman konuşmaya çalışsam bunları `saçmalamaya başladın gene` oluyordum. O yüzdendir susmalarım, yalnızlaşmalarım, ağlamalarım. Senden uzaklaşmaya çabalamak için uğraşır olmuştum ölümün soğuk yüzüyle karşılaştığımdan bu yana.


Birbirini insan olarak çok ama çok seven, saygı duyan, değer veren, birbirleri ve çocukları için yaşayan, konuşabilen, egolarından uzak dinlemeyi başaran iki insandan birinin hayata tutunma mücadelesini gördüğümden beri daha çok yalnız hissetmeye başladım kendimi hayatın içinde. Sırf ölüm döşeğinde rahat etsin diye ona kitap okuyan, sevdiği müzikleri dinleten, güzellikleri dile getiren ve onu gitmek ile kalmak arasında özgür bırakan bir paylaşımdan bahsediyorum. O yatakta yatan şen olsaydın kendi adıma aynılarını yapardım sana eminim ama ben olsaydım o yatakta yatan şen şimdiye çoktan makineleri kapattırmış, defnetmiş, helvamı da yemiştin afiyetle.


Ne kızıyorum ne kınıyorum seni sakın yanlış anlamayasın. Öldüğün gibiliğinle sevmeyi ve yaşamayı Kabul etmesi gereken benim. İşte tam da bu noktada terazinin kefesi benden yana boşalıyor; dengeyi sağlamak için neyle dolduracağıma karar vermeliyim. Susmalarım... Anlamaya çalışmalarım... Coğu insana geldiği gibi sana da korkaklık, özgüven eksikliği gibi geliyor olabilir ama gerçeği şu ki saygımdan ve gerçekten söylediklerini özümseyerek anlamaya çalışmaktan kaynaklı.

Konuşamamak en zoru hayatındaki, yüreğindeki insanla (ve kendinle); en zoru çift iken tek hissetmek, tek yaşamak, tek nefes almak.


Seni ya da bir başkasını suçlamak için önümde nasıl bir uzun liste var bilemezsin ama bunu yapmak yerine (ki yazmaya ilk başladığımda yaptım bunu sana karşı) kendimi anlamaya ve tanımaya çalışmak en güzeli, en huzurlusu.


Bu bir veda mektubu aslında sana.


Ne bir şikayet ne bir suçlama. Ben yüreğimden, nefesimden, bedenimden, gözlerimden, sözlerimden; benli olan her şeyden azad ediyorum seni. Artık istediğin gibi olabilir, istediğin gibi yaşayabilir, istediğin gibi yorumlayabilirsin her şeyi. Çünkü ben seni insan olarak görmenin ötesine geçmemem gerektiğini algıladım.


Bendeki sana veda ediyorum.


Sunduğun ne ise kabulüm.


Gülüşlerimle ve sükunetimle karşılıyorum gelen ne varsa hayatım dediğime.


Kırgınlıklarımı, öfkelerimi, üzüntülerimi, kızgınlıklarımı, kıskançlıklarımı bir bir idam ettim geçen gece, geriye kalan huzurum oldu sadece. Bu kalan yanımdan sana seslendim bu gece.


Hayatıma güzellikler ve beni büyütmek için girdin şüphesiz, yaşattıklarına öfkelenmek yerine, iyi ki yaşadım bak sayesinde bunu öğrendim diyebiliyorum ya da acaba bu acıyı bana neyi öğrenmem için yaşatıyor evren diyerek olaylar yerine getirilerine odaklanıyorum.


Eski Ben
son sözünü etti varolan Sen`e.


Yeni Ben
selam eder tüm güzelliğiyle var olan Sen`e.


Eskiyle yeni, görünenle görünmeyen, sabır ile öfke dönüştü yenilmeyen tek gerçeğe.


Dünyanın en güçlü, en yıkılamaz, en muhteşem gücüne: Sevgi.


Varolanı güzelliği dönüştürmen dileğiyle…