Yarın, 10 Kasım, Atatürk’ün 73. Ölüm Yıldönümü.

Peki, Kemalizm’in ölüm târihi nedir?

Öyle şaşkın şaşkın yüzüme bakmayınız, lütfen! Sizler Kemalizm’i hâlâ ber-hayat mı sanıyorsunuz?

Hatâ! Kemalizm sizlere ömür ama ölüm târihi mevzuunda rivâyât muhtelif. İlk defâ 10 Kasım 1982 târihinde, soğuk ve karanlık bir Stokholm ikindisi, solgun ve ölgün bir meydana bakan bir otel odasında bu sorunun cevâbını araştıran ve “Üçüncü Cumhûriyet yâhut Kemalizm’in Ölüm Târihi Nedir?” başlığını taşıyan bir deneme kaleme almışdım. O yüzden de bâzı çevrelerden bir dayak yemediğim kalmışdı. Merâk eden piyasada bulabilirse, ki sanmıyorum, benim “Bloknot - Çekmece Yazıları” adını taşıyan kitabımdan o metnin tamâmını okuyabilir. Ama ben yine sevâbına bir özetini vereyim ki genç nesiller âbâd olsun!

Kemalizm’in ölüm târihini tesbît için evvelemirde onun ne olduğuna bakmak gerekir. Çünki en geç 11 Kasım 1938’den bu yana muz gibi ne niyetine yerseniz o lezzeti veren bir acâib yutturmaca olarak ırzına geçilen bir kavramdır.

Bir kere Kemalizm, şu mâlûm ve mâhut Altıok’da belirtilen “Cumhûriyetçilik, İnkılâbcılık, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve Milliyetçilik” değildir! Bunlar CHP’nin 1935 Yılı Programı’nda ifâdesini bulan birtakım süslemelerdir ki aralarından bâzıları, meselâ “devletçilik” zâten onyıllar önce çöpe gitmişdir.

Hayır, Kemalizm’in iki “ana ve vazgeçilmez” özelliği vardır ki bunlar

- Hâkimiyet-i Milliye

ve

- İstiklâl-i Tâm kurallarıdır.

Yâni ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık!

Bu şartlara göre Türkiye hakkındaki tekmil kararları ancak ve ancak millî hâkimiyetin “yegâne” mümessili olan “Büyük Millet Meclisi” alabilir ve Türkiye’ye mükellefiyetler yükleyen her türlü enternasyonal pakt tam istiklâl prensibinin bir şekilde budanması anlamına geleceğinden kesinlikle “cızzz”dır!

Oysa Hâkimiyet-i Milliye ilkesi daha Yüce Önder’in cesedi soğumadan bir saray düzenbazları ve generaller kaşkarikosuyla ayaklar altına alınmış ve TBMM’nin hiçbir dahli olmaksızın daha o saat Merhum tarafından kovulan İsmet Paşa bir ham-hum-şaralop mizanseni sonucu Cumhurbaşkanı “seçilmiş”dir (!).

Ata’nın tercîhi Celâl Bayar’dı.

Bundan sonra cunta cunta silahlı zorba ve cânî TBMM’yi en az beş kere lekelemiş, ama bunları hep “Kemalizm” nâmına yapdığını iddia etmek yüzsüzlüğünden de çekinmemişdir.

Üstelik 1961 Anayasası ile TBMM’nin yanına monarşi kalıntısı bir senatonun eklenmesi de bunların üzerine tuz-biber ekmişdir.

Hâkimiyet-i Milliye’niz uğurlu kademli olsun!

İstiklâl-i Tâm prensibinin ayaklar altına alındığı durumlarsa şunlardır:

Türk-İngiliz-Fransız İttifâkı (1939), Türkiye-Rayh (Hitler Almanyası) Andlaşması (1941), Avrupa Konseyi (1949), NATO (1951), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kişisel başvuru hakkı (2003) ve alırlarsa Avrupa Birliği (AB).

Şimdi bu anlatdıklarıma bakarak Kemalizm’in nerede, nasıl ve kaç cinâyete kurban gitdiğine yâhut intihâr etdiğine kendiniz karar veriniz!

10 Kasımlarda Kemâl’in ölümünü anmak Süleymâniye Câmii’ni ateşe verdikden sonra karşısında namaza durmak gibi bir şey.

Analım bakalım... Belki kuş çıkar...