Katar Krizinin Görünmeyen Aktörleri: Müslüman Kardeşler, Tiran ve Sanafir Adaları

Başta Katar krizi olmak üzere geçtiğimiz haftalarda Orta Doğu’da gelişen olaylara birçok araştırmacının ilk tepkisi ‘Türkiye’nin yaşananlara tepkisi ne olmalıdır?’ sorusuna cevap aramak oldu. Aslında bu tepki Orta Doğu’da yeniden şekillenen güç dengelerinin Türkiye’ye gelişen olaylar içerisinde bir taraf olma dayatmasının açık bir göstergesidir denilebilir. Fakat, bu yazıda bu popüler tartışmanın dışına çıkılarak Katar krizinin muhtemel sebepleri hakkında bir beyin fırtınası yapılacak ve alternatif bir bakış açısı getirilecektir.

Katar krizini değerlendirirken gözden kaçan konulardan birisi de geçtiğimiz günlerde Mısır’ın ilk kez Kral Faruk tarafında 1951’den savunma amaçlı çıkarma yaptığı daha sonra Cemal Nasır önderliğinde birçok kez Israil ile çıkan savaş ve çatışmalarda gündemden hiç düşmeyen, jeo-stratejik konumları bakımından bölgede büyük öneme sahip Tiran ve Sanafir adalarını Suudi Arabistan’a verilmesi olayıdır. Bu adaların jeo-stratejik önemi Tiran Boğazı’nın girişinde olmaları ve dolayısıyla bu adaların kontrolüne sahip olan ülkenin Ürdün’ün denize açılan tek limanı olan Akabe ve İsrail’in Akdeniz haricindeki tek limanı Eliat’ın dış denizler ile bağlantısını kesebilecek güce ulaşıyor olmasıdır.

Tarihsel olarak incelediğimizde Altı Gün Savaş’ında Mısır bu adaları kullanarak İsrail’e ambargo uygulamış, savaş boyunca İsrail’in Eliat Limanı’na yönelen gemileri durdurmuştur. Bu nedenle, her ne kadar bu konu tartışmalı olsa da jeo-stratejik olarak bu kadar önemli olan bu adaların Suudi Arabistan 1932 yılında devlet statüsüne kavuşmadan önce 1906’da Osmanlı Devleti tarafından Mısır’a devredilmesine ve bu ülkenin hakimiyeti altında kalmış olması dikkate değer bir durumdur.

Öte yandan Suudi Kral Sultan Salman ve Mısır başkanı el-Sisi tarafından prensipte 8 Nisan 2016’da varılan anlaşmaya muhalifler tarafından şerh koşularak açılan davanın 16 Ocak 2017’de el-Sisi hükümeti aleyhine sonuçlanmış ve bu sonuç Anayasa Mahkemesine götürülmüş ama kesin kararın henüz bu üst mahkeme tarafından açıklanmamıştır. Buna rağmen; adaları Suudi Arabistan’a devredecek anlaşmayı 16 Haziran 2017’de el-Sisi hükümetinin Mısır parlamentosunda tek taraflı kabul ederek adaları Suudilere devretmesi Mısır’da muhalifler tarafından büyük tepkilere ve protestolara yol açmıştır.

Özellikle, Mısır’daki faaliyetleri her ne kadar 2013 askeri darbesi sonucunda çok büyük ölçüde kısıtlansa da Mısır’ın hala en büyük ve organize muhalif güce sahip Müslüman Kardeşler hareketi bu adaların Suudilere verilmesine şiddetle karşı çıkmıştır. Bu bağlamda, Müslüman Kardeşlerin sürgünde olan birçok liderinin Katar ve Türkiye üzerinden gerek uydu yayınları gerek de sosyal medya üzerinden Mısır iç siyasetine dahil olduğunu göz önünde bulundurursak, Katar ile Suudi önderliğindeki körfez bloğu arasında patlak veren bu krizin Tiran ve Sanafir adalarının jeo-stratejik ve politik konumu üzerinden incelemenin önemi ortaya çıkmaktadır.

Müslüman Kardeşler hareketi her ne kadar başta Mısır olmak üzere bölgede General el-Sisi rejimine destek veren ülkelerde terör örgütü olarak kabul edilseler de bu hareketin 90 yıllık mazisine bakıldığında dönemsel olarak birçok kez şiddete ve baskıya maruz kaldıklarını ama bölgedeki siyaset sahnesine her defasında tekrar dönebilecek güçlü bir ideolojik ve örgütsel altyapıya sahip olduklarını görürüz. Bu nedenle, Kardeşler hareketinin Arap dünyasında muhalif güç olarak her koşulda genel siyasete yön verme kabiliyeti gerçeğini göz önünde tutarsak, bölgedeki jeo-stratejik dengeyi değiştiren bu anlaşmaya verdikleri muhalif tepkinin Katar krizinde de bir rolü olduğunu değerlendirebiliriz. Nitekim, Suudi liderliğindeki bloğun Katar’a sunduğu krizin sonuca bağlanmasındaki öncü koşulları içerisinde bu hareketin Katar’daki faaliyetinin sonlandırılması ve oradaki liderlerinin iade edilmesi olduğu bilinmektedir.

Öte yandan, Tiran ve Sanafir adaların Suudilerin kontrolü altına geçmesi ve bu el değiştirmeyi Akabe Körfezi’nde limanları bulunan Ürdün ve İsrail’in olumlu karşılamasını ise dolaylı yönden de olsa Mısır’ın Arap dünyasındaki etkisinin önemli ölçüde azaldığının ve bölgenin yeni lideri olarak Suudi Arabistan’ın öne çıktığının ciddi bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Bu durumun Arap milliyetçiliğinin siyasi ve entelektüel ana yurdu olarak bilinen Mısır’da sadece Müslüman Kardeşler gibi siyasi İslamcı kimliği öne çıkan bir hareket tarafından değil, ülkedeki birçok yazar, düşünür ve siyasi kimlik tarafından da eleştirildiğinin altını çizmek de önemlidir.

Bu bağlamda, Katar krizini Arap ülkelerinin kendi iç siyasi dengeleri ve bu dengenin bölge siyasetine yankıları bakımından incelemek önem arz etmektedir. Nitekim, ABD gibi bölgede söz sahibi bir süper gücün, bölgedeki en büyük askeri üssünün Katar’da olduğunu göz önüne alırsak, Katar krizinde Suudi liderliğindeki Körfez bloğunun Katar’a karşı uyguladığı ağır ambargonun bir adım ötesi olan askeri müdahaleye geçemeyeceğini öngörebiliriz. Fakat, nüfus ve yüz ölçümü olarak çok küçük ama yer altı kaynakları bakımından zengin olan Katar’ın bu kadar ağır bir ambargoya belki kısa hatta uzun vadede temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kendine alternatif ticari alanlar yaratabileceğini öngörebiliriz. Bu yüzden, Katar’ın yaşanan krizin aşılması için Dünya genelinde yürüttüğü uluslararası diplomatik ilişkiler boyutunda Suudi, BAE ve Mısır bloğuna karşı nasıl bir strateji geliştireceğini tespit etmek çok önemlidir.

Bu kadar geniş bir denklemde, Türkiye’nin siyasal ekonomik etkisinin bölge ülkeleri üzerinde sanılandan çok daha az olduğunu çözümlemek önemlidir. Özellikle, Katar’ın en önemli dış ticaret ortaklarının Orta Asya’da Hindistan, Doğu Asya’da Güney Kore, Japonya ve Çin gibi ülkeler olduğunun altını çizersek, Körfez ülkeleri arasında patlak veren bu sorunun kısa vadede çözüme ulaşmaması halinde, soruna bu ülkelerin de müdahil olabileceğini öngörebilir, Katar krizinin uluslararası boyutta daha kapsamlı bir kriz ölçeğine ulaşabilecek bir potansiyele sahip olabileceği sonucuna varabiliriz.