Hafta içinde İstanbul’da Kapalı Çarşı’ya gittim… Değerli dostum Prof. Dr. Haydar Özpınar ile birlikte… Kadim ortak dostlarımızı ziyaret ettik orada… O labirent gibi sokaklarda dolaşmak insanı alıp zaman tüneline götürüyor inanınki… Her yerin bir tılsımı var ya buranın da tılsımı var bana göre… Şair Orhan Veli Kanık, Kapalı Çarşı şiirinde ‘ Kapalıçarşı deyip te geçme Kapalıçarşı Kapalı kutu’ dememiş boşuna…

Kapalı Çarşı’da önce kadim dostumuz halıcı Haşim’e gittik… Malatya Pötürgeli… 51 yaşında… Evli, yetişkin iki evladı var… El yapımı halı, kilim satıyor… Haşim Güreli, baba mesleği, halıların, kilimlerin arasında büyümüş… Babası Mehmet Nuri, yıllar önce gelip 16 metrekarelik bu dükkanı almış… Ara sıra uğruyor… Biz gidince yoktu… Reklam yapıyorum sanmayın… Haşim’in reklama ihtiyacı yok… Sektörde olanlar bilir… ‘Bizi bilen bilir… Yoldan geçene satmakla olmaz bu iş… Burası bizim adresimiz, bizi arayan buluyor. MNG Halıcılık deyin herkes gösterir’ diyor…

O bu işin piri… İhracat yapıyor… İstanbul Halı İhracatçıları Birliği Yönetimi’nde… Kapalı Çarşı Esnaflar Derneği Başkan Yardımcısı, çarşıda sadece dükkan sahiplerinden oluşan kat malikleri yönetiminde, Türk İtalyan Ticaret Odası’nda görevli, diplomalı halı, kilim eksperi… Saymakla bitmiyor görevleri… İngilizce’yi mükemmel ve akıcı konuşuyor… Yılda bir-iki ay tüm Anadolu’yu, yörükleri dolaşıp el işi halı ve kilimleri topluyor… Toplamakla kalmıyor her birinin tek tek öyküsünü dinleyip yazıya geçiriyor… Kalın bir defteri var…

Haşim’in en kızdığı şey, birinin hemen halıya, kilime bakıp veya gösterip ‘How much/Kaça’ diye sorması… Haşim, ‘Bunlar ruhsuz makine halısı değil ki… Anadolu’nun dört bir yanından… Her bir halının, kilimin bir hikayesi var… Bunlar genç kızların çeyizleri çoğu zaman… Göz nuru, gizli aşk, sevgi, bazen hüzün var… Yünün, boyanın kalitesi de desen de önemli… Her bir desen bir şeyi anlatıyor… Mesela şu hayat ağacı, veya şu desen kızın sevdiğine duygularını ifade ediyor… ‘Sensiz yaşayamam’ diyor… Yün yaşayan bir organik malzeme… Halı veya kilim ile iletişim kuracaksın… Bütün bunları anlatıyorum… Alıp eve götürdüğün şey canlı bir tarih, bir kültür’ diyor…

Bizden biraz önce çok ünlü bir sanatçı gelip nadide bir halı almış Haşim’den… İsmini yazamıyorum… Haşim’in kızdığı diğer bir şey şu… 'Adam evi dayayıp döşemiş… Şu büyüklükte mavimsi bir halı lazım diyor… O zaman git bir makine al diyorum… Çünkü yüzlerce çeşit mobilya, perde vesaire var. Ama alacağı halı dünyada bir tane… Nadide… Başka yok… Sıradan bir mobilyanın önüne bir tarih, kültür mirası koyacak haberi yok…’

Kilimlerden birini çekip sordum… Mersin Mut’lu yörüklerden almış… Defterini açtı… Uzun uzun anlattı… Çeyiz için yapılmış… Yüksek fiyat verip almış… Kenardaki desen mesela hayatın akışını anlatıyormuş… Eksper olarak çok meşgul… Sohbet sırasında da telefon geldi… Haşim, ‘Gidince bazen halıyı, kilimi çok hırpalanmış görüyorum… Üzülüyorum… Halbuki bir çocuk gibi bakacaksın… Veya ölen birinden kalmış, bir an önce satıp, çoğu zaman astronomik fiyat hayaliyle kurtulmak istiyorlar… Randevu alıp danışmanlık isteyen kültürlü bir grup da var tabii… Benim işim bu…’

Türkiye’de nadide el halısı, kilim azalıyormuş… İran’dan da pek gelmiyormuş… ‘Pakistan ve Hindistan’dan çok geliyor son zamanlarda aman dikkat’ diyor… Haşim’den ayrılırken pırlanta üstadı Arman Safrazyan’a merhaba diyoruz… Ardından Kapalı Çarşı Camii hocası Osman Şen’e uğrayıp hatırını sorduk… Derici dostumuz Elmas Sipak’la sohbet ettik… Kadim dostlara uğrarken vakit hızla akıp geçti. İzin alıp James Bond gibi çatıya da çıktım… Şöyle etrafa baktım… Hepsi gelecek yazılara…